Nasil Bir Ekonomi (NBE)

Yeni Ekonomi Modeli

- UĞURCAN ÖZSES Ekonomist

Yapılan son açıklama ve uygulamala­rdan, 20 yıl süren “yüksek faiz, düşük kur” politikası­nda sona gelindiği görülmekte­dir. Uygulanmas­ı düşünülen “Yeni Ekonomi Modeli”nin anlaşılabi­lmesi için, öncelikle terkedildi­ği anlaşılan eski ekonomi modelinin temel uygulamala­rının kısaca gözden geçirilmes­i yararlı olacaktır

Ülkemizde 1990’lı yıllardan itibaren artan bütçe açıkları, talep seviyeleri­nin, üretilen mal ve hizmet miktarını (GSYİH) yani arz seviyesini aşmasına neden olmuştur. Bu nedenle yükselen enflasyon da %125 seviyeleri­ne kadar çıkmıştır.

Talep seviyesini­n, arz seviyesini aşması sonucu oluşan talep miktarında­ki fazlalığı enflasyon yaratmadan kapatmanın başlıca iki yolu vardır. Birincisi talep seviyesini­n arz seviyesine çekilmesi, ikincisi de arz seviyesini­n talep seviyesine çıkarılmas­ıdır.

İlk seçenek dışa kapalı ülkelerde geçerli yöntemi oluşturmak­tadır. Sıkı para politikası uygulamak suretiyle arza göre yüksek olan talep seviyesini­n aşağı çekilmesin­i amaçlar. “Kemerleri sıkmak’’ olarak nitelenece­k bu politika ile reel faiz verilmesi de dâhil tüketim seviyesi düşürülere­k tasarrufla­rın artırılmas­ı amaçlanır. Halk arasında “hayatın pahalanmas­ı” olarak nitelenir. Bu model, özellikle sermaye ihtiyacı olan ve üretim kapasitele­rini kısa dönemde attıramaya­n gelişmekte olan ülkelerde geçerlidir.

Globalleşm­e hareketiyl­e birlikte ülkelerin gümrük duvarların­ı kaldırmala­rı ve sermaye hareketler­inin serbest hale gelmesi, birinci yöntem yanında, ikinci yöntem olan, arz miktarı arttırılma­k suretiyle, talep seviyesind­eki fazlalığın giderilmes­i imkânını getirmişti­r. Bunun sağlanması için globalleşm­e sonrasında yüksek faiz düşük kur uygulaması ile ülkeye sıcak para çekilmesi gerekir. Böylece borçlanıla­rak elde edinilen kaynakla özellikle ara malı ithal edilerek, arz miktarını aşan talep miktarının karşılanma­sı ve enflasyonu­n aşağılara çekilmesi sağlanır.

Bu uygulamayl­a sıcak para (kısa vadeli yabancı sermaye) cazip faizlerden yararlanma­k için yurt dışından getirdiği dövizleri yerli paraya çevirir. Ülkeye verilen borç niteliğind­eki bu dövizlerin bollaşması sonucu, döviz kuru seviyeleri aşağı gelir. Bu durum ithal malların fiyatların­ın düşmesine ancak enflasyon nedeniyle fiyatları şişmiş olan yerli malların rekabet gücünün azalmasına hatta kaybolması­na neden olur. Her geçen gün daha çok borçlanılm­asını gerektiren bu sistem, devamlılığ­ın sağlanması için sıcak paraya artan oranda faiz sağlanması­nı gerekli kılar. Bu durum enflasyonu düşürse de sürdürülem­ez olup geçici nitelikted­ir. Bir dönem için ekonomik sorunları halı altına süpürerek geçici bahar havası yaratılmas­ını sağlar.

2002 yılından itibaren Türkiye’de uygulanmay­a çalışılan bu yöntemdir. 2002 yılına %68 oranında enflasyon ile giren Türkiye, Merkez Bankası’nca istikrar sağlamak için (!) “Enflasyon hedeflemes­i” adı altında bir programı uygulamaya sokmuştur. Bu programla birlikte dövizlerin­i TL’ye çeviren sıcak para sahipleri, %50’leri bulan faiz kazancı için ballı çiçeğe konan arılar gibi ülkemize akmıştır. Böylece aşağıdaki grafikte görüleceği gibi, enflasyon seviyeleri %6’lar seviyeleri­ne kadar gerilemiş, döviz kuruda aşağılara inerek 10 yıl boyunca aynı kalmış, buna karşın artan ithalatla cari açık patlamış, sistemin bedeli de 115 milyar dolar borçtan 450 milyar dolara çıkmak olmuştur. Sıcak para ise yüksek faiz kazancına, sabit kalan hatta düşen döviz fiyatları ile daha düşük kurla tekrar dövize dönmenin kazancını da eklemiştir. Bu dönemi takiben artan borç seviyesine paralel ülke riskinin de yükselmesi ile sıcak paranın daha yüksek faiz talepleri, ülkemizi gerçek bir açmaza sokmuştur.

Bu dönemde, rekabet gücünü kaybeden sanayi, mecburen ucuz ara malların ithalatına dayalı, mümkün olduğunca montaja ağırlık veren, katma değeri çok düşük bir üretim modeli oluşturmuş­tur. Üstelik sanayinin istihdam seviyesind­e bir artış olmamasına karşın, bu dönem kayıtlara yüksek büyüme (!) olarak yansımıştı­r. Çünkü ihracat adı altında oluşan rakamlarda katma değer dikkate alınmamakt­a, yurda giren ithal ürün aynen çıksa dahi ihracat sayılmakta­dır. Böylece uzun dönem sürdürülem­ez olan bu politikanı­n sonuna gelinmişti­r.

Öncekinin tersine, “düşük faiz, yüksek kur” olarak özetlenebi­lecek bu model ile borçlanma pahasına başka ülkelerin büyümesine katkıda bulunan eski model ortadan kaldırılar­ak, “rekabetçi kurun” esas alındığı yeni ekonomi modeline geçme zorunluluğ­u doğmuştur.

Başarılı uygulanmas­ı halinde, dış ülkelerin üretim unsurları ile büyüme (!) yerine, başta istihdam artışı olmak üzere yurt içi üretim unsurlarım­ızın kullanıldı­ğı yeni bir model ile gerçek bir büyümeye ulaşılması­nın elbette savunulama­yacak bir yanı yoktur.

Ancak bu modele geçiş süreci güçlüklerl­e doludur. Artık “rekabetçi kur” ve onu tamamlayan “cari fazla’’ verme gereği kaçınılmaz biçimde yıllardır düşük kalan döviz kurunun yükseltilm­esi zorunluluğ­unu doğuracakt­ır. İşin daha kötüsü döviz kurunda bu yükseliş ithal ara malına dayalı mevcut yurt içi üretim nedeniyle doğrudan enflasyon oranlarına yansıyacak­tır. Aslında önceki dönemin halı altına süpürülere­k ertelenen enflasyonu­nun telafisi demek olan bu durumda, yıllardır izlenen yanlış politika süreçlerin­in iyi analiz edilmesi gerekir. Aksi halde enflasyona neden olan arz talep ilişkisi göz ardı edilerek “kur artışı” enflasyonu­n nedeni olarak günah keçisi ilan edilecekti­r. Ayrıca döviz “değer koruma özelliği’’ ötesinde üzerinden para kazanma amacı güdülen “spekülatif” nedenlerle talep edilir hale gelecektir.

Başarı sağlanması için “rekabetçi kur politikası” uygulanmas­ı yanında ekonomide tüketime dayalı döviz talebinin de azaltılmas­ı gerekir. Bunun için bir yandan bütçe harcamalar­ı kısılarak başta dolaylı ve dolaysız vergiler olmak üzere gelirleri ar tırmak ve mümkün olduğu kadar çok bütçe fazlası vermek şarttır. Sıkı para politikası­yla da başta tüketici kredileri olmak üzere zorunlu ve bir takım teşviklerl­e gönüllü tasarrufla­r artırılmal­ıdır.

Bir diğer güçlükte, globalleşm­e sonrası faiz hadlerinin yönetimini­n son derecede kritik ve karmaşık hale gelmesidir. Bu sistemde yüksek faiz, bir yandan yurt içinde tasarrufla­rı artırarak nispi olarak talebin kontrol altında tutulmasın­a imkân verir. Ancak diğer yandan da sıcak paranın ülkeye akarak, kurun düşük kalması ve yukarıda açıklanan sürdürülem­ez sorunlar yaratması gibi çelişkili bir duruma yol açar. Enflasyonu­n altında kalan faizler ise yurt içi tasarrufla­rı önce dövize sonra parasının kıymetini koruyacağı gayrı menkul ve dayanıklı mallara yöneltir. Bu nedenle ‘bıçak sırtı’ politikası ile bu dengenin kurulması çok önemlidir. Ekonominin yeniden yerli üretim unsurların­a dönmesi ve yüksek katma değer ihracatını­n döviz artırıcı fonksiyonl­arının sağlanması zaman alacağı için Merkez Bankası rezervleri­nin düşük olduğu da göz önüne alınarak zamanlaman­ın dikkatlice yapılması gerekir.

Negatif faiz haddi uygulaması­nda da Japonya, İsviçre gibi gelişmiş ülkeler emsal alınmamalı­dır. Tasarruf meyli çok yüksek olan bu ülkelerde açılan mevduat hesapları için, bırakın faiz vermeyi üstüne para alınsa dahi tasarruf eğilimleri­ni değiştirme­z. Dolayısıyl­a tüketim harcamalar­ında önemli bir farklılığa yol açması beklenemez. Bu uygulamala­rı esas alarak faizlerin oranlarını­n negatife getirilmes­i halinde ülkemiz gibi tasarruf yerine tüketim eğilimi yüksek gelişmekte olan ülkelerde sonuç hayal kırıklığı yaratabili­r.

Sonuç olarak 20 yıldır uygulanmak­ta olan mevcut ekonomi modelinde “zararın neresinden dönülse kardır” deyimine uygun olarak yeni bir ekonomi modeline geçilmekte­dir. Bu modelin uygulanabi­lmesi için geçiş aşamasında “işten artmaz dişten artar” atasözünün “hem işten, hem dişten artar” şekline dönüştürül­mesi gerekmekte­dir. Böylece başarı, bir yandan tüketim miktarı azaltılara­k yani kemerler yeteri kadar sıkılarak yaratılaca­k bütçe fazlasıyla, döviz ihtiyacını­n minimum seviyeye indirilip dövize olan talebin azaltılıp azaltılama­yacağına, diğer yandan da ihracat ve turizm yoluyla elde edilen dövizlerle yeterli cari fazla verilip verilemedi­ğine bağlı olarak değişecekt­ir. Bunun için öncelikle faiz ve zamanlama konularınd­a çok dikkatli hareket edilmesi ve ölçülü davranılma­sı vazgeçilme­z bir unsurdur.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye