Aşkın kimyası
Deniz dalgasız, insan sevdasız olmazmış. İnsanın tadıp tadabileceği en lezzetli karışım olan aşk iksiri bedenin kendi kazanında kaynar ve doğanın emirlerine uymamız için aklımızı başımızdan alır. Bu formülün malzemelerini topluca emrimize sunan en güzel
Aşk tesadüfleri sevse de, aşkın doğası, nesillerin devamı için garantici olmak zorundadır. Bu yüzden doğanın en karmaşık ve en iyi düzenlenmiş mekanizmalarının başında aşk yer alır. İki insan birbirine nasıl ilgi duymaya başlıyor, nasıl yakınlaşıyor, nasıl beraber olmaya karar veriyor ve beraberliğin meyvelerini büyütürken nasıl birlikte kalabiliyor? Beynimizde başlayan ve süren bu macerayı çok sayıda hormon, nörotransmitter (sinir hücrelerinin birbiri ile konuşmasını sağlayan kimyasallar) ve nöromodülatuar (sinir iletimlerini düzenleyen kimyasallar) yönetir. Bu kimyasalların etkisine giren beyin farklı düşünür, farklı hisseder, farklı davranır.
Aşk, ilgi duyma ile başlar. Testosteron ve östrojenin etkisi ile cinsel olgunluğa kavuşan birey, karşı cinse ilgi duymaya başlar. Pekiyi ama neden bazıları diğerlerinden daha çekicidir? Her ne kadar evrensel güzellik kavramları olsa da sizin için çok çekici biri, arkadaşınıza itici gelebilir. Aynı şekilde, arkadaşınızın yere göğe sığdıramadığı sevgilisi ile tanışıp “Allah akıl fikir versin, ne buldu bunda acaba?” dediğiniz olmuştur. Birkaç dakika içinde verdiğimiz bu beğendim/beğenmedim kararının perde arkasında, yüz milyonlarca yıldır geliştirmekte olan çok sayıda sistem beraber çalışır.
Kararı etkileyen faktörlerden en belirgin olanları fiziksel görünüm, benzer durumlarda benzer tavır alma ve benzer değerleri paylaşmaktır. Kadının tercihini etkileyen en önemli faktör olan statü, erkeklerin tercihlerinde yerini fiziksel özelliklere bırakır. Bu göze görünür faktörler bir tarafa, bir de kolay kolay fark edilemeyen faktörler vardır ki, bunlardan biri kokudur.
İnsanlarda kokunun eş seçimine etkisini araştıran İsviçreli bilim adamı Claus Wedekind 1995 yılında ilginç bir deney yapmış. 40 kadar erkek öğrencisine birer tişört vermiş ve iki gün boyunca giymelerini istemiş. Geri topladığı tişörtleri, tek tek karton kutulara koymuş. 40 kadar kız öğrencisine bu kutuları koklatmış ve yoğunluk, güzellik, arzu uyandırıcılık açısından puanlatmış. Tercih ettikleri kokulara göre öğrencilerin genetik yapılarını karşılaştıran Wedekind, kızların farklı HLA (insan lökosit antijenleri) yapısına sahip erkeklerin kokusunu tercih ettiklerini görmüş. HLA genleri bağışıklıkla ilgili bilgiler içerir. Anne kendisinde olmayan bağışıklık genlerinin ne kadar çoğunu babadan sağlayıp bebeğine geçirebilirse, bebeğinin enfeksiyonlardan ve bağışıklık sistemi ile ilgili pek çok hastalıktan korunması o kadar kolay olacaktır. Bu yüzden kadınlar, erkeğin sadece kokusundan, müstakbel çocukları için uygun genetik yapıya sahip olup olmadığını anlayabilirler.
Beden kokusu ile genetik yapı hakkında bilgileri açık etmek, karşı cinsin de bu kokuyu yorumlayıp kendine uygun olup olmadığına karar verebilmesi sistemin ne kadar karmaşık ve donanımlı olduğuna iyi bir örnek. Birkaç dakika içinde verdiğin o basit kararın perde arkasında koku gibi çok sayıda sistem, kontrolün dışında, sen farkına bile varmadan çalışır. Sonuç tek bir kelimedir: Beğendim/beğenmedim, evet/hayır.
Aşk sarhoşluğu
İlgi duyma seviyesinden bir sonraki aşamaya geçmeyi başaran çiftleri son derece hareketli ve çalkantılı bir dönem bekler. Sırılsıklam aşk, aşk sarhoşluğu, ayakların yerden kesilmesi... Adına ne derseniz deyin. Bu dönemde insan kendini keyifli, mutlu, enerjik, her şeyi yapmaya ve her engeli aşmaya muktedir hisseder. Kolay kolay uykusu gelmez, karnı acıkmaz. Hareketli ve gevezedir. Gönüllerin birleştiği bu dönemde samanlığı seyran etme görevi üç kimyasala düşer: Feniletilamin, dopamin ve noradrenalin.
Bu üç yaramazın elebaşısı feniletilamindir. Çikolatada bolca bulunur. Amfetamine benzer yolla noradrenalin ve dopaminin salgılayan hücreleri uyarır ve daha fazla çalışmalarına neden olur. Çikolatanın adını ‘aşk ilacına’ çıkartan yüksek feniletilamin içeriği olsa da, yiyeceklerle dışarıdan alınan feniletilaminin sindirilip kana karıştıktan saniyeler sonra parçalanıp kan dolaşımından temizlendiğini artık biliyoruz.
Siz yine de sevdiklerinize çikolata almayı ihmal etmeyin.
Feniletilamin, beyinde noradrenalin ile çalışan nöronları kamçılayınca ne olur? Noradrenalin ile çalışan sinir hücreleri beynin çok küçük bir kısmını oluştursalar da (milyonda birinden azını) görevleri çok büyük ve önemlidir. Bu hücreler beyni ateşlemeye yarar. Uyuduğumuzda bu hücreler de uyur. Aşık olduğumuzda salgılanan feniletilamin, bu hücrelere fazla mesai yaptırarak aşıkları daha uyanık, daha çevik ve zinde tutar. Aşıkların uykusunun hafif oluşunun da, gece yarıları gönderilen “Uyudun mu” Sms’lerinin de sorumlusu işte bu hücrelerin fazla çalışmasıdır.
Bilim insanları aşık kişilerin beyninde en çok artan kimyasalın dopamin olduğunu fark etmişler. Dopamin, arzu ve tatmini, keyif, zevk ve memnuniyeti ortaya çıkartan kimyasaldır. Kendini aşırı enerjik hissetme, uyuyamama ve iştahsızlık bu kimyasalın yan etkilerinin bazılarıdır. Dopamin salgısı bizi iyi, keyifli, mutlu, tatmin olmuş hissettirir. Dopaminin oluşturduğu bu mutluluk hali en güçlü duygulardan biridir ve bu duyguyu sürdürme arzusu insan motivasyonunun en önemli itici gücüdür.
Pekiyi ya aşk acısı?
Bu dönemde aşktan mahrum kalan kişi en derin acılardan birini yaşar. Aşk acısının bu denli keskin olmasının nedeni, kanayan yaranın beynin merkezinde olmasındandır. Aşk konusunda çalışan popüler bilim insanlarından Helen Fisher’a göre, beynin merkezine yerleşmiş ventral tegmental alanda dopamin üreten A10 hücreleri, aşık insanda faaliyete geçer. Bu alan, sürüngenlerde dahi mevcut olan, beynin en ilkel bölümlerinden biridir. İstek, arzu, tatmin, arayış ve yoksunluk duyguları bu merkezden yönetilir.
Arzu, tatmin, keyif, zevk, memnuniyet işin tatlı tarafı. Ama işler tersine dönüp aşık olduğun kişi seni terk ettiğinde de aynı bölge harekete geçiyor. O zaman da unutmak istediğin ve unutman gereken “artık olmayan sevgiliyi” her şeyden fazla düşünmeye ve arzu etmeye başlıyorsun. İsteğin yerine gelmedikçe de istek azalacağına daha da artıyor. Buraya kadarını zaten insanların % 95’i yaşayarak öğreniyor. Bundan sonrasını ise bilenler az ama önemi çok.
Dr. Fisher’ın araştırmasına göre, terkedilenlerin beyinlerinde iki önemli merkez daha hareketleniyor. Risk ve kazançları hesaplayan merkez ile başka bir insana derin bağlılığı yöneten merkez. Sonuç son derece dramatik. Terk edilen kişinin beyni aşktan başka bir şey düşünemiyor, o kişiye derin bir bağlılık hissediyor, beynin ödül merkezi tüm gücüyle çalıştığı için enerjisi, uyanıklığı, hedefe odaklanması en üst düzeyde, motivasyonu tavan yapmış ve hedefine ulaşabilmek için en büyük riskleri bile gözü görmüyor. Ferhat’a dağları deldiren de, ya benimsin ya toprağın dedirten de aynı mekanizma.
Aşk, bedenimizdeki tüm hormonları coşturmuyor, en azından birini baskılıyor: serotonin. Bunun çok önemli bir nedeni var. Aşkın gözlerinin kör olması gerekiyor. Takıntı hastalığı olan insanların serotonin düzeyleri düşüktür. Serotonin, aşık insanlarda da düşük seviyede bulunur. Serotonin düzeyinin düşük olması sihirli bir mercek gibi çalışır ve olumlu yönleri öne çıkartırken kusurları da gizler. Sevgilinin iri gözleri akıldan çıkmazken sonu gelmez boş gevezeliği kulağa şiir gibi gelir. Böylece gönül hem çiçeklere, otlara hem çizmelere, botlara konabilir.
Aşkın temel amacı elbette neslin devam etmesidir. Bebeklerin sağlıklı bireyler olarak büyüyebilmesi için de güvenli bir aile ortamı gerekir. Bu aşamaya, yani sevginin ve beraberliğin sürdürülmesine, farklı kimyasallar destek verir. Oksitosin ve vazopressin.
Oksitosin hormonunun işlevlerinden biri bağlanmayı sağlamasıdır. Annenin bebeğine bağlanması için de, aşıkların beraberliklerini sürdürmeleri için de önemlidir. Bu yüzden doğum, emzirme ve cinsel beraberlik anında bolca salgılanır. Oksitosin ferahlık, huzur, sakinlik ve güvenlik duygularını ortaya çıkartarak sadakat hormonu şeklinde çalışır.
Beraberliklerin devamını sağladığı düşünülen ikinci önemli hormon vazopressindir. Bu hormonun böbrek üzerindeki etkisi vücudun su dengesini sağlamak olsa da beyindeki etkisi tamamen farklıdır. Cinsel birleşmenin tatmin öncesi döneminde salgılanan bu hormon, beynin ödül merkezini harekete geçirir ve uzun dönemli beraberliğin ödül olarak algılanmasını sağlar. Bu işlevi ile uzun dönemli ilişkilerin çimentosu olarak düşünülebilir.
Tüm bu teorik bilgileri süzüp deniz hayatının aşk hayatına faydalarını özetleyelim. Madem aşk ilgi duymayla başlıyor, ilgileri üzerinize çekebilmeniz için güzel bir tekneden daha iyisi azdır. Aktif deniz hayatı insanı çekici bir şekle sokar.
Teknesi ile uğraşan, bakımlarını yapan, yelken basıp dümen tutan, her gün denize girip uzuun uzun yüzen, dalan, denizden taze balık, uğradığı küçük sahil kasabalarından taze meyvesini sebzesini yiyen kişi, farkında bile olmadan çekici bir cilde, sağlıklı, fit, aktif bir bedene sahip oluverir. Romantik bir ilişkinin başlayabilmesi için gereken baş başa derin ve samimi konuşma için tekneden daha iyi ortam bulunmaz. İlk kıvılcımları ateşe dönüştürebilen önemli kimyasallardan biri olan adrenalini lunaparkta veya korku filmlerinde aramaktansa sert bir havada yelkenleri doldurup yasladınız mı tekneyi denize, sevdiğinizin damarlarını istemediğiniz kadar adrenalin dolduruverir. Girdiğiniz sakin koyda güneşlenirken, adrenalin yerini endorfinlere bırakır. Endorfinler bağımlılık yapacak derecede etkili kimyasallardır. Genel bir iyilik hali, huzur ve güvende olma hissi yaratırlar. Aşkın başlaması için uygun ortam daha iyi tarif edilebilir mi? Doğal olarak serotonin düşecek, teknenin sıkışık ortamında oksitosin ile vazopressin düzeyleri artacaktır.
Sevgililer gününüz kutlu olsun.