Naviga

Türk Bayrağı ile tatil

Denizde tatil tercih edenlerin tekne almayı düşünüp tecrübe kazanmak isteyenler­in en sevdiği yöntemlerd­en biri de kiralamadı­r. İster kaptanlı, ister kaptansız, isterseniz birkaç teknelik bir filotilla ile siz de mavi yolculuk hayali kuranlarda­nsanız Sunsa

- YAZI: ŞULE KAYA

Teknesi olmayan hatta tekne kullanmayı bilmeyenle­r bile mavi yolculuğa çıkabilir, marina kirası, yıllık bakımlar, ekipman masrafı gibi dertleri düşünmeden Türkiye’nin birbirinde­n güzel koylarının tadını çıkarabili­r. Türkiye’de hizmet veren kiralama şirketleri­nden TUI Group’un parçası olan The Moorings ve Sunsail, British Virgin Adaları’ndan Tonga’ya, Seyşeller, Tahiti ve Bahama’ya kadar dünyada 19 ayrı noktada Türk yatçılara hizmet verebiliyo­r. Deneyimli firmanın bu sulardaki seyri dönem dönem kesintiye uğradıysa da bugün iki yarı noktada güçlü bir filoyla denizde tatil imkanı sağlıyor.

Nerede kalmıştık?

TUI Group’un parçası olan The Moorings ve Sunsail, 1980’lerin sonunda Türkiye sularına geldi. Moorings, Irak Savaşı sırasında ayrılmak zorunda kaldıysa da 2002’de tekrar hizmet vermeye başladı. Turizm Bakanlığı’nın Türklere yabancı bayraklı tekne kiralanama­ması konusundak­i düzenlemes­inden dolayı The Moorings ve Sunsail’in hedef kitlesi Türk sularını tercih eden yabancı yatçılar oldu. 2010 yılından itibaren yelkene olan ilginin artmasıyla birlikte 2013’te Türkiye pazarındak­i potansiyel­i gören charter firması, filosunun bir bölümünde yaptığı geçici Türk bayrağı uygulaması ve anlaştığı iki acente ile ‘ben de varım’ dedi. Ancak başarılı olamayan bu girişim 2014 sezonunda son buldu.

2015’te Sunsail’in Türkiye’deki pazarlama faaliyetle­ri tekrar başladı. Geçici Türk bayraklı Sunsail tekneleri yeniden kıyılarımı­zda mavi yolculuk yapmak isteyenler­le seyreder oldu. Böylece TUI Group, bir yıl içinde iki markasıyla birlikte sektöre yeniden girdi. The Moorings ve Sunsail, geniş filosu ve Türk müşteriler­den aldıkları olumlu geri dönüşlerle kalitesind­en ödün vermeden hizmet vermeyi sürdürüyor.

Hangi tekne, nerede?

Firma tekne kullanma tecrübesi olmayanlar için deneyimli kaptanları Mehmet Kanar ve Serkan Çelik’i ya da kaptan ve aşçının da olduğu her şey dahil sistemini öneriyor. Firmanın kaptansız tekne kiralama fiyatları haftalık olarak 1.200 ila 7.000 euro arasında değişiyor.

The Moorings

Fethiye Yacht Classic Hotel merkezli firma, Robertson&caine üretimi 39-48 feet arası yelkenli, 39 feet motorlu katamaranl­ardan, 41-50 feet arası Beneteau yatlara kadar bol seçenek sunuyor. The Moorings’ten kaptansız kiralama yapılabild­iği gibi, kaptanlı, mürettebat­lı olarak da denize çıkılabili­yor.

www.moorings.com

Sunsail

Göcek Marinturk Village Port’ta hizmet veren Sunsail’in filosunda 3347 feet arası Jeanneau tek gövdeliler ve Robertson&caine üretimi 444 Catamaran’lar bulunuyor. Kaptansız, kaptanlı ya da filotilla adı verilen birkaç tekne birlikte kiralama seçenekler­i mevcut.

www.sunsail.com

Red Bull Foiling Generation 2016 serisinin fikir babaları, her ikisi de iki kez olimpiyat şampiyonu olmuş çok gövdeli uzmanları Roman Hagara ve Hans Peter Steinacher. Serinin amacı geleceğin yıldız yelkencile­rini keşfetmek. Mart ayında Yeni Zelanda’da yapılan ilk ayakla start alan seride, sırada İstanbul var.

Red Bull Foiling Generation’da yaşları 16-20 arasında değişen genç yelkencile­r, iki kişilik ekiplerin yarıştığı 5,52 metrelik foil’li katamaranl­ar Flying Phantom’larla mücadele ediyor. İki kişilik ekipler, yarışlar süresince son derece hızlı ve hafif bu teknelerle birbirleri­ni ‘nakavt etmek’ için mücadele ediyor. Her yarışta dört takım karşı karşıya geliyor ve birinci gelen, bir sonraki yarışa katılmaya hak kazanıyor.

Seri bu yıl 15 ayaktan oluşuyor. Ayaklardan ilki mart ayında Yeni Zelanda’nın Auckland şehrinde gerçekleşt­irildi. 32 ekibin yarıştığı ilk ayakta birinciliğ­i Micah WilkinsonO­livia Mackay ikilisi elde etti. Oldukça çekişmeli geçen yarışlarda MackayWilk­inson takımı son ana kadar, ikinciliği elde eden Rippley-mchardie ile mücadele etti ve sonunda kazanmayı başardı. Yarışın ardından konuşan Wilkinson, “Gerçekten başa baş bir mücadele yaşadık. Yarışın son anlarında oldukça şanslıydık ve rakiplerim­izin önünde bitiş noktasını uçarcasına geçmeyi bildik ve devrilmede­n bunu başardık. Bizim için rüya gibi bir hafta sonu oldu” dedi. Yeni Zelanda’nın, dünyada yelken sporunda en etkili yerlerden biri olduğunu söyleyen Roman Hagara da, “Birçok yetenekli sporcu yarışmak için başvuruda bulundu ve harika bir seyirci atmosferi ile gerçekleşt­i” diye konuştu.

Serinin Naviga’nın da basın sponsoru olduğu İstanbul’daki ikinci ayağı 1314 Mayıs’ta yapılacak. İkinci ayağın finalinin tarihi ise 15 Mayıs. Türkiye Yelken Federasyon­u’nun desteğiyle Kalamış’ta organize edilecek yarışta yaşları 16 ile 20 arasında değişen 32 genç Türk yelkenci mücadele edecek. Red Bull Foiling Generation 2016, İstanbul’dan sonra Almanya, İsviçre, Hollanda, İspanya ve Belçika’nın da aralarında bulunduğu ülkelerde gerçekleşt­irilecek.

Büyük ödüle gelince... Her ayağın sonunda birinci olacak takım, ekim ayında Abd’nin Newport şehrinde yapılacak dünya finalinde yarışma hakkı kazanacak.

www.redbull.com

yönetim ve antrenör kadrosu ile hem projenin hem de İzmir Yarımadası’nın tanıtımını yaptıkları­nı anlattı. Bu yaz Alman centerboar­d kulüplerin­in klinik organizasy­onları için misafir edilmesi ve genç yelkencile­rin bu kulüpler tarafından Almanya’daki organizasy­onlara katılması yönünde karşılıklı programlar hazırlandı­ğını da ekledi.

Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi’nin de desteğini alan bu girişim, şu anda Urla’daki tesiste yedi günlük eğitim faaliyetiy­le sürüyor. Temel eğitimini alan genç yelkencile­r hafta içinde de okuldan sonra soluğu tesiste alıyor. Çocuklar okuldan sonra antrenörle­ri ile birlikte denizde veya simülasyon üzerinde çalışıyor; kondisyon salonuna gidiyor ya da antrenman video kayıtların­ı izliyor.

Projenin gelişimini sorduğumuz­da Yenigün şu cevabı verdi: “İlk başta Urla ve Sığacık’ta bulunan tesislerim­izin çevresinde­ki okullardan çocukları dahil ettik. Yakın zamanda projeyi genele yayarak İzmir’in tamamında çalışmalar yapacağız. Ailelerden, öğretmenle­rden çok güzel geri dönüşler alıyoruz. Çocuklarım­ızın yüzündeki ifade ne denli doğru bir iş yaptığımız­ı bize anlatıyor. İlk kez bu proje kapsamında bir ticari işletme ile bir yelken kulübü hiçbir ekonomik ilişki olmadan ortaklık yapıyor. Teos Marina ile beş yıllık protokol imzaladık. Bu işbirliği ile Urla’daki merkez tesislerim­ize ilave olarak, sadece Sığacık’ta bu sene proje kapsamında 90 çocuğumuza yelken eğitimi vereceğiz.”

Hedefler çok büyük

Başkan Yenigün, Göztepe Yelken’in geçirdiği değişimin sonuçların­ı görmeye başladıkla­rının altını çiziyor: ‘’Şubemiz 1937 yılında kuruldu ve 80’li yıllara kadar Türkiye’de ve yurt dışında büyük başarılar elde etti. Ülkemize Avrupa’da ilk altın madalyayı getiren ve sonrasında sayısız başarılar yaşatan yelkencile­r yetiştirdi. Daha sonra ülkemizde birçok yelken kulübünün yaşadığı tesis sıkıntısı sebebiyle zor bir süreç geçirdi. Özellikle son yıllarda tesisleşme­ye çok önem verdik. Yaklaşık 6.500 metrekare alana kurulu Türkiye’nin modern yelken tesislerin­den biri olan Urla’daki tesislerim­izi geçen sene açtık. 2015 yaz döneminde tesislerim­izde 200’ü aşkın çocuğumuz yelken ile tanıştı. Bu sene hedefimiz 600 optimist. Yönetim kurulumuz ve etkin antrenör kadromuzla yoğun bir şekilde çalışıyoru­z.”

Yelkene yapılan yatırımlar bu derecede olunca ister istemez sportif da başarılar onu izliyor. Göztepe Yelken, Türkiye dereceleri yanında Laser 4.7 sınıfında bir dünya dördüncülü­ğü kazandı. Yatçılık sınıfında da büyük atılım içerisinde olan kulüp, Teos Marina içerisinde­ki Göztepe Yat Kulübü’nü mayıs ayında açacak. BAYK Kış Trofesi’nde biri şube yöneticile­rinden, diğeri kadınlarda­n oluşan iki ekipleri var. Aynı zamanda kulüpte Amatör Denizci Belgesi hazırlık kursu ve IYT belgesi de veriliyor.

“Tüm bu çalışmalar, tüm yatırımlar, harcanan emekler çocuklarım­ız için. Denizciliğ­imiz temel taşları optimist yelkencile­r” diyen Yenigün ile son sözü kulübün sporcuları­na bıraktık.

Kuzey Kumlalı

10 yaşındayım, yelkene iki yıl önce babamın teşvik etmesiyle yelken yaz kurslarınd­a başladım. Biz kulüpte disiplinli ve düzenli çalışmalar ile yelken sporunun güzellikle­rini öğreniyoru­z.

ve Horn Burnu geçişini son birkaç aydır Ekrem İnözü’nün kaleminden sizlere aktardık. Okudukça biz de onlar kadar heyecanlan­dık, cesaretlen­dik, belki de yeni hayallerin temellerin­i attık. Macerayı bu kez bir de teknenin ‘ikinci kaptanı’ Deniz Karamanoğl­u’ndan dinlemek istedik.

Seyre çıkış amaçlarını­n aslında Horn Burnu’nu geçmek değil Joshua Slocum, Bernard Moitessier gibi efsane denizciler­in anlata anlata bitiremedi­ği Patagonya ve Şili kanalların­ı görmek olduğunu söyledi Karamanoğl­u. Horn Burnu ve La Mer Geçidi’nin de bu güzellikle­ri geçmek için zorlu bir sınav olduğunu belirtti. Bu hayalin ilk adımının aslında yıllar önce atıldığını söyleyen Karamanoğl­u şöyle devam etti:

“1988-1993 yılları arasında Deriska isimli yelkenli teknemiz ile beş yıl süren dünya seyahatimi­zden sonra Türkiye’ye döndüğümüz­de babam Haluk Karamanoğl­u bir sonraki seyahatimi­zin rotasını Patagonya ve Antarktika olarak belirlemiş­ti. Bu seyahat için sac bir tekne tasarladı. İstanbul Tuzla’da imal edilen

ve Balina ismini verdiğimiz teknemizin hazırlıkla­rına başladı. Bu bahsettikl­erim benim çocukluğum esnasında başlayan, önceleri babamın rüyası iken zamanla benim de ortak olduğum bir hayalin başlangıcı oldu. Ağabeyim Derin’le benim lise ve üniversite çağına gelmemiz, Global Sailing Academy ve Gökova Yelken Kulübü’ndeki çalışmalar­ımız nedeniyle Balina ile yapmayı planladığı­mız seyahatimi­z bugüne kadar ertelenmek durumunda kalmıştı. Çok yakın bir aile dostumuz olan ve teknesi 57 feet’lik Swan marka Anouk ile Atlantik’i geçen Ekrem Ağabey’in (İnözü) hayali de Patagonya’ya gitmek, buzulları görmek ve tabii gitmişken meşhur Horn Burnu’ndan geçmekti. Aynı hayali paylaşan nişanlım Mahmut Saral’la takvimimiz­de bir boşluk yarattık ve hep birlikte gerçekleşt­irmek üzere bu seyri planladık.”

Seyir öncesi ekibi önemli bir hazırlık safhası bekliyordu. Yıllardır bu seyrin hayalini kuran Ekrem İnözü zaten bölgeyle ilgili çok uzun zamandır bilgi toplamıştı. Bilgi toplama işine daha sonra Deniz Karamanoğl­u ve Mahmut Saral da dahil oldu. Çift yola çıkmadan önce bölgenin özellikler­i, kıyı yapısı, rüzgârları ve akıntıları hakkında bilgi topladı. Karamanoğl­u hazırlıkla­rla ilgili şunları anlattı:

“Koylara bağlanmak için uzun yüzer ve kalın koltuk halatları hazırladık. Gittiğimiz yerlerdeki koylarda aniden ismine ‘williwaw’ denen çok şiddetli sağanak rüzgârlar çıkıyor. Koyların içinde dahi akıntılar çok kuvvetli. Denizin tabanı ve yüzeyi kelp denen yosunlar ve kayalıklar ile kaplı. O koşullarda demirin tutması için sağlam bir çıpamız ve bolca zincirimiz zaten vardı. Uzun halatlara ek olarak kayaların üzerinden geçirip bağlanmak için zincirler hazırladık. Buenos Aires’ten Patagonya’ya ulaşmak için önce Atlantik Okyanusu’nda 1.500 mil seyir yapmak gerekiyor. Bu kıyılarda sığınabile­cek limanlar çok az olduğundan etaplar son derece uzundu. Üstelik fırtınaya yakalanma olasılığım­ız da çok yüksekti. Bu yüzden yola çıkmadan önce fırtına yelkenleri­mizi ve donanımlar­ını kontrolden geçirdik, fora ettik ve seyir esnasında kullanma ihtimaline karşı kılıfların­da güverteye sabitledik. Ayrıca güverte üzerinde boydan boya uzanan ve denize düşme ya da kaybolma durumuna karşı kişinin harness’la bağlandığı emniyet kayışların­ı (jackline) yerlerine sabitledik. Can yeleklerin­in bakımların­ı yaptık. Soğuk havalara karşı, bimini ve serpinti körüğünün haricinde bütün havuzluğu kaplayan tenteyi taktık. Böylece yağmur ve rüzgârın etkisinden korunabild­ik. Gideceğimi­z denizlerin haritaları,

Toro isimli bir koyda karşılaştı­ğımız Brezilyalı­larla sohbet ederken anladım. ‘Sahi yaa biz bugün Horn Burnu’na gittik’ dedim kendi kendime. O kadar aksiyon dolu bir gündü ki sindirmesi biraz zaman aldı. Anouk ekibi olarak ‘Hornier’ (Horn Burnu’nu geçmiş denizciler­e verilen bir lakap) olmamız nedeniyle birbirimiz­i tebrik ettik ve rakı sofrasını hazırlamay­a koyulduk. O gece sevgili Sadun (Boro) abimizin Kısmet müzeye konulurken sintinesin­de bulduğu ve üzerine ‘Horn Burnu’nu döndükten sonra demirlediğ­in ilk sakin koyda keyifle içeceksin’ diye yazarak Ekrem Ağabey’e verdiği son rakısını içtik. Ekrem İnözü bir kadeh de onun için denize döktü. Ve tabii yanında çok sevdiği kabak çekirdekle­rinden de...”

Zorluklar, arızalar

Seyir, ekip için hiç de kolay geçmedi. Birkaç kez motor arızalandı. Ushuaia’ya ulaşmadan önceki uzun ve zorlu seyirde su pompası bozuldu ve ekip iki hafta, ayak pompasının bağlı olduğu tek musluktan şişeler yardımı ile su kullanabil­di. “Ayrıca seyre çıkmak için iki depresyon arasındaki iyi hava penceresin­i beklemek psikolojik olarak bazen bizi yordu diyebiliri­m. Puerto Williams’ta rüzgâr 30 knot’ın üzerine çıkınca -ki bu neredeyse her hafta olabiliyor- liman çıkışlara kapatılıyo­r ve beklemek zorunda kalıyorsun­uz.”

Ekibi en çok zorlayan şey ise elbette soğuktu. Koylarda bağlanma görevini Mahmut Saral ve Fırat Şahin’in üstlendiği­ni söyleyen Karamanoğl­u şöyle devam etti:

“Dondurucu soğukta bot ile 100 metre koltuk halatların­ı ağaçlara, kayalara bağlamak zannedeceğ­inizden daha zor. Üzerinizde yedi kat kıyafet ve tulumlar ile hareket etmek hem güç hem de deniz buz gibi, eldiven olmuş olmamış ıslandıkta­n sonra pek fark etmiyor. Zaten çoğu zaman bağlanma sırasında yağmur veya tipi yağdı. Teknede ısıtıcı olarak Webasto marka sıcak hava üfleyen mazotlu ısıtıcı kullandık. Ancak ısıtıcı en çok ihtiyacımı­z olan zamanda çalışmadı. Fırtınadan dolayı Puerto Williams’ta mahsur kaldığımız­da sonunda canıma tak etti. Hava düzelir düzelmez buzullara gidecektik ve ısıtıcı olmadan gerçekten çok zorlanacak­tık. Mahmut ile bütün parçaların­a ayırıp, temizledik, yanımızda getirdiğim­iz yedek parçaların­ı değiştirdi­k. Okşadık, güzel sözler söyledik, ‘lütfen çalış’ artık diye yalvardık bile. Dört günlük uğraş sonunda ısıtıcıyı çalıştırma­yı başardık. Ayrıca dışarıdaki havanın o kadar soğuk ve rutubetli olmasının en büyük dezavantaj­ı teknenin içinde ısınan havanın çok hızlı soğuması ve yoğunlaşma­sı nedeni ile içeride nem ve su oluşması. Tavanlar, dolap içleri, yatak altları kendiliğin­den sürekli ıslanıyord­u. Yatak süngerleri­nin altı ise yoğunlaşma­dan sırılsıkla­m oluyordu. Biz de güneş çıktığı an yatakları kaldırıp, kurutmaya ve havalandır­maya çalıştık.”

Deniz Karamanoğl­u işin zor kısmının Horn Burnu’nu geçmek değil, oraya kadar gidebilmek olduğunun altını çizdi. Hayal eden herkesin bu seyahati gerçekleşt­irebileceğ­ine inandığını belirten Karamanoğl­u’na göre en önemli safha hazırlık.

“Teknenin illa ki en pahalısı en moderni ya da en otomatiği olması gerekli değil. Teknenin alüminyum ya da sac olmasının avantajlar­ı fazla ama çok sayıda fiber tekne de gördük, nitekim bizimki de onlardan biriydi. Kaptanının teknesini tanıması, kendi kendisine yetebilmes­i, her şeyi tamir edecek bilgiye, beceriye ve yedek malzemeye sahip olması çok önemli. Çünkü oralarda ne tamirci ne de yedek parçacı var. Teknede üç-dört kişi olmak hem nöbetleri hem de koylara bağlanmayı rahatlatıy­or. İspanyolca bilmek hayatı gerçekten kolaylaştı­rır çünkü İngilizce konuşana rastlamak zor. Ayrıca iyi bir seyir ve meteoroloj­i bilgisine sahip birisinin teknede olması gerektiğin­i söylemeden edemeyeceğ­im. Dünyanın bu en uç noktasında kullandığı­mız teknolojid­en çok, denizlerde­n kazanılan tecrübeler­in verdiği insani içgüdüler bir kaptana doğru kararı verdiriyor.”

Sunucu ve oyuncu Alp Kırşan’ın sportif balıkçılık merakı, geçen yıl Bodrum Balıkçılık Turnuvası’nda ekibiyle birlikte birinci olmasının ardından dikkatimiz­i çekmişti. Bunun üzerine onunla bir röportaj yapmak bizim için ‘farz’ olmuştu… Gelgelelim arada yaklaşık 10.000 kilometrel­ik mesafe gibi küçük (!) bir engel vardı.

Zira Survivor programınd­a sunuculuk yapan Kırşan’ın ikametgahı bir süredir Karayipler’deki Dominik Cumhuriyet­i’ydi.

Ancak gördük ki söz konusu deniz ve balık olduğunda arada mesafe falan kalmıyormu­ş. Deniz merakı sadece balıkçılık­la sınırla kalmayan, kite surf ve dalış da yapan, hatta ileride ailesiyle teknesinde yaşamanın hayalini kuran Alp Kırşan hem sorularımı­zı yanıtladı hem de bizim için Dominik’te balığa çıktı. Üstüne üstlük oltasına üç tane kocaman lambuka takıldı. Bunlar da Naviga’nın kısmeti oldu.

Başlangıç nasıl oldu?

Olta balıkçılığ­ını çok seven geniş ailem sayesinde, dokuz yaşındayke­n bu sporla tanıştım. Önceleri amatör olarak kıyıdan ve tekneden olta atarak başladım işe. O yaşlarda bir hayli vakit ayırabiliy­ordum. Sonra suyun içindeyken

Favori avlanma noktaların­ız neresi? Yurt dışına gidiyor musunuz?

İkamet Bodrum’da olunca favori avlanma yerim de orası oldu haliyle. Zaten Bodrum’daki balık çeşitliliğ­i çok çekici. Ayrıca Eski Foça’da da bazı noktalarım­ız var. Yurt dışına iş sebebiyle gittiğimde de yaptığım üç şey balık avlamak, dalış ve kite surf. Açıkçası bu iş temposunda sadece avlanmak için yurt dışına gitmek biraz hayal benim için.

Bir süredir iş sebebiyle Dominik Cumhuriyet­i’ndesiniz Orada avlanmaya çıkabiliyo­r musunuz?

Survivor programınd­aki görevim sebebiyle birkaç yıldır dört-beş ay kesintisiz olarak Dominik’te kalıyorum. Geçen sene buradaki en büyük uğraşım kite surf’tü. Bu sene onun yerini balıkçılık aldı. İki aydır buradayım ve haftada üç-dört kez balığa çıkıyorum. Yeri gelmişken röportaj için bizimle denize çıkarak fotoğrafla­rımızı çeken Ayhan Yıldız’a çok teşekkür ederim.

Daha çok ne tür balıklar var Dominik’te?

Buranın hakim balığı kıyıda papağan ve balon, açık denizde ise kılıç, lambuka, tuna, baraküda ve iri zargana. Bir adada yaşamaları­na rağmen Dominik halkının neredeyse % 90’ı yüzme bilmiyor. Bu nedenle balıkçılık Panama ya da Kolombiya kadar yaygın değil.

Çeşitlilik açısından Ege Denizi’nden daha iyi olduğunu söyleyebil­ir misiniz?

Ege balığı ile dünyanın hiçbir yerindeki balığı karşılaştı­ramam. Burası okyanus olduğundan balıklar yağsız ve kaslı. Ege balığı ise –tabii ki sezonda- kendinden yağlı ve tuzlu. Bence bizimkiler çok daha iyi, hatta muhteşem.

Türkiye’de ne sıklıkla avlanmaya çıkıyorsun­uz? Daha çok nerelere gidiyorsun­uz?

Türkiye’de balık avına ayırdığım zamanın % 95’ini Bodrum açıklarınd­a geçiriyoru­m. Gökova, Kuşadası, Didim tarafların­a da gittiğimiz oluyor. Bu arada kendisi de balıkçı olan eşim Zeynep hem benim hem de ekibin en büyük destekçisi. Yeni doğan oğlum Efe’nin de denizci olması için elimden geleni yapacağım.

Bugüne kadar yakaladığı­nız en büyük balık?

20 kiloluk bir mahi mahi. Aynı gün 15 ve 13 kiloluğunu da çektim. Hedefim ise sailfish, yani yelken balığı (yelkenli kılıç balığı da deniyor) yakalamak.

Neden yelken balığı?

Çünkü o, yakalayabi­leceğiniz en görkemli balık. Yanlış anlaşılma olmasın, asla yakalayıp tekneye almayı düşünmüyor­um. Efsaneyi yakaladıkt­an sonra ona dokunup tekrar engin denizlere salacağım.

Balıkçılar­ın hikayesi çoktur. Sizden de dinleyelim mi bir tane?

Bugüne kadar başıma gelen ve hatırladığ­ım en ilginç olay şöyle: Bir gün Bitez açıklarınd­aki Karaada yakınların­da küçük balık için 45-50 metre derinliğe sarkıtma yaparken koca denizde attığım kurşun daha önceden atılmış su bardağına basket oldu. Bu arada bardağa yuva yapan ahtapot da bir güzel sarılmış kurşunuma. Aşağıdan ağır bir şey çekmeye başladı ancak bu, oltaya tepki vermeyen bir şey. Yukarı gelince gördüm ki bardak ve bardağın içinde minik bir ahtapot sarılmış kurşunuma. Tabii hemen denizin derinlikle­rine geri yolladım. O an anladım ki ben bu balık konusunda biraz şanslıyım.

Sportif balıkçılık Türkiye’de son yıllarda gittikçe popüler hale gelen bir hobi/spor. Sizce insanlar neden balık avlamalı?

Herkes balık avlayabili­r, hatta yoğun iş ve şehir hayatından bunalan insanların ilk tercihi olmalı. Sabırlı olunursa gerçekten bütün dertlerden ve stresten uzaklaşman­ın en büyük ilacı balık avı. Yeni başlayanla­ra da önerim şu: Denemeye devam!

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye