Türk Bayrağı ile tatil
Denizde tatil tercih edenlerin tekne almayı düşünüp tecrübe kazanmak isteyenlerin en sevdiği yöntemlerden biri de kiralamadır. İster kaptanlı, ister kaptansız, isterseniz birkaç teknelik bir filotilla ile siz de mavi yolculuk hayali kuranlardansanız Sunsa
Teknesi olmayan hatta tekne kullanmayı bilmeyenler bile mavi yolculuğa çıkabilir, marina kirası, yıllık bakımlar, ekipman masrafı gibi dertleri düşünmeden Türkiye’nin birbirinden güzel koylarının tadını çıkarabilir. Türkiye’de hizmet veren kiralama şirketlerinden TUI Group’un parçası olan The Moorings ve Sunsail, British Virgin Adaları’ndan Tonga’ya, Seyşeller, Tahiti ve Bahama’ya kadar dünyada 19 ayrı noktada Türk yatçılara hizmet verebiliyor. Deneyimli firmanın bu sulardaki seyri dönem dönem kesintiye uğradıysa da bugün iki yarı noktada güçlü bir filoyla denizde tatil imkanı sağlıyor.
Nerede kalmıştık?
TUI Group’un parçası olan The Moorings ve Sunsail, 1980’lerin sonunda Türkiye sularına geldi. Moorings, Irak Savaşı sırasında ayrılmak zorunda kaldıysa da 2002’de tekrar hizmet vermeye başladı. Turizm Bakanlığı’nın Türklere yabancı bayraklı tekne kiralanamaması konusundaki düzenlemesinden dolayı The Moorings ve Sunsail’in hedef kitlesi Türk sularını tercih eden yabancı yatçılar oldu. 2010 yılından itibaren yelkene olan ilginin artmasıyla birlikte 2013’te Türkiye pazarındaki potansiyeli gören charter firması, filosunun bir bölümünde yaptığı geçici Türk bayrağı uygulaması ve anlaştığı iki acente ile ‘ben de varım’ dedi. Ancak başarılı olamayan bu girişim 2014 sezonunda son buldu.
2015’te Sunsail’in Türkiye’deki pazarlama faaliyetleri tekrar başladı. Geçici Türk bayraklı Sunsail tekneleri yeniden kıyılarımızda mavi yolculuk yapmak isteyenlerle seyreder oldu. Böylece TUI Group, bir yıl içinde iki markasıyla birlikte sektöre yeniden girdi. The Moorings ve Sunsail, geniş filosu ve Türk müşterilerden aldıkları olumlu geri dönüşlerle kalitesinden ödün vermeden hizmet vermeyi sürdürüyor.
Hangi tekne, nerede?
Firma tekne kullanma tecrübesi olmayanlar için deneyimli kaptanları Mehmet Kanar ve Serkan Çelik’i ya da kaptan ve aşçının da olduğu her şey dahil sistemini öneriyor. Firmanın kaptansız tekne kiralama fiyatları haftalık olarak 1.200 ila 7.000 euro arasında değişiyor.
The Moorings
Fethiye Yacht Classic Hotel merkezli firma, Robertson&caine üretimi 39-48 feet arası yelkenli, 39 feet motorlu katamaranlardan, 41-50 feet arası Beneteau yatlara kadar bol seçenek sunuyor. The Moorings’ten kaptansız kiralama yapılabildiği gibi, kaptanlı, mürettebatlı olarak da denize çıkılabiliyor.
www.moorings.com
Sunsail
Göcek Marinturk Village Port’ta hizmet veren Sunsail’in filosunda 3347 feet arası Jeanneau tek gövdeliler ve Robertson&caine üretimi 444 Catamaran’lar bulunuyor. Kaptansız, kaptanlı ya da filotilla adı verilen birkaç tekne birlikte kiralama seçenekleri mevcut.
www.sunsail.com
Red Bull Foiling Generation 2016 serisinin fikir babaları, her ikisi de iki kez olimpiyat şampiyonu olmuş çok gövdeli uzmanları Roman Hagara ve Hans Peter Steinacher. Serinin amacı geleceğin yıldız yelkencilerini keşfetmek. Mart ayında Yeni Zelanda’da yapılan ilk ayakla start alan seride, sırada İstanbul var.
Red Bull Foiling Generation’da yaşları 16-20 arasında değişen genç yelkenciler, iki kişilik ekiplerin yarıştığı 5,52 metrelik foil’li katamaranlar Flying Phantom’larla mücadele ediyor. İki kişilik ekipler, yarışlar süresince son derece hızlı ve hafif bu teknelerle birbirlerini ‘nakavt etmek’ için mücadele ediyor. Her yarışta dört takım karşı karşıya geliyor ve birinci gelen, bir sonraki yarışa katılmaya hak kazanıyor.
Seri bu yıl 15 ayaktan oluşuyor. Ayaklardan ilki mart ayında Yeni Zelanda’nın Auckland şehrinde gerçekleştirildi. 32 ekibin yarıştığı ilk ayakta birinciliği Micah WilkinsonOlivia Mackay ikilisi elde etti. Oldukça çekişmeli geçen yarışlarda MackayWilkinson takımı son ana kadar, ikinciliği elde eden Rippley-mchardie ile mücadele etti ve sonunda kazanmayı başardı. Yarışın ardından konuşan Wilkinson, “Gerçekten başa baş bir mücadele yaşadık. Yarışın son anlarında oldukça şanslıydık ve rakiplerimizin önünde bitiş noktasını uçarcasına geçmeyi bildik ve devrilmeden bunu başardık. Bizim için rüya gibi bir hafta sonu oldu” dedi. Yeni Zelanda’nın, dünyada yelken sporunda en etkili yerlerden biri olduğunu söyleyen Roman Hagara da, “Birçok yetenekli sporcu yarışmak için başvuruda bulundu ve harika bir seyirci atmosferi ile gerçekleşti” diye konuştu.
Serinin Naviga’nın da basın sponsoru olduğu İstanbul’daki ikinci ayağı 1314 Mayıs’ta yapılacak. İkinci ayağın finalinin tarihi ise 15 Mayıs. Türkiye Yelken Federasyonu’nun desteğiyle Kalamış’ta organize edilecek yarışta yaşları 16 ile 20 arasında değişen 32 genç Türk yelkenci mücadele edecek. Red Bull Foiling Generation 2016, İstanbul’dan sonra Almanya, İsviçre, Hollanda, İspanya ve Belçika’nın da aralarında bulunduğu ülkelerde gerçekleştirilecek.
Büyük ödüle gelince... Her ayağın sonunda birinci olacak takım, ekim ayında Abd’nin Newport şehrinde yapılacak dünya finalinde yarışma hakkı kazanacak.
www.redbull.com
yönetim ve antrenör kadrosu ile hem projenin hem de İzmir Yarımadası’nın tanıtımını yaptıklarını anlattı. Bu yaz Alman centerboard kulüplerinin klinik organizasyonları için misafir edilmesi ve genç yelkencilerin bu kulüpler tarafından Almanya’daki organizasyonlara katılması yönünde karşılıklı programlar hazırlandığını da ekledi.
Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi’nin de desteğini alan bu girişim, şu anda Urla’daki tesiste yedi günlük eğitim faaliyetiyle sürüyor. Temel eğitimini alan genç yelkenciler hafta içinde de okuldan sonra soluğu tesiste alıyor. Çocuklar okuldan sonra antrenörleri ile birlikte denizde veya simülasyon üzerinde çalışıyor; kondisyon salonuna gidiyor ya da antrenman video kayıtlarını izliyor.
Projenin gelişimini sorduğumuzda Yenigün şu cevabı verdi: “İlk başta Urla ve Sığacık’ta bulunan tesislerimizin çevresindeki okullardan çocukları dahil ettik. Yakın zamanda projeyi genele yayarak İzmir’in tamamında çalışmalar yapacağız. Ailelerden, öğretmenlerden çok güzel geri dönüşler alıyoruz. Çocuklarımızın yüzündeki ifade ne denli doğru bir iş yaptığımızı bize anlatıyor. İlk kez bu proje kapsamında bir ticari işletme ile bir yelken kulübü hiçbir ekonomik ilişki olmadan ortaklık yapıyor. Teos Marina ile beş yıllık protokol imzaladık. Bu işbirliği ile Urla’daki merkez tesislerimize ilave olarak, sadece Sığacık’ta bu sene proje kapsamında 90 çocuğumuza yelken eğitimi vereceğiz.”
Hedefler çok büyük
Başkan Yenigün, Göztepe Yelken’in geçirdiği değişimin sonuçlarını görmeye başladıklarının altını çiziyor: ‘’Şubemiz 1937 yılında kuruldu ve 80’li yıllara kadar Türkiye’de ve yurt dışında büyük başarılar elde etti. Ülkemize Avrupa’da ilk altın madalyayı getiren ve sonrasında sayısız başarılar yaşatan yelkenciler yetiştirdi. Daha sonra ülkemizde birçok yelken kulübünün yaşadığı tesis sıkıntısı sebebiyle zor bir süreç geçirdi. Özellikle son yıllarda tesisleşmeye çok önem verdik. Yaklaşık 6.500 metrekare alana kurulu Türkiye’nin modern yelken tesislerinden biri olan Urla’daki tesislerimizi geçen sene açtık. 2015 yaz döneminde tesislerimizde 200’ü aşkın çocuğumuz yelken ile tanıştı. Bu sene hedefimiz 600 optimist. Yönetim kurulumuz ve etkin antrenör kadromuzla yoğun bir şekilde çalışıyoruz.”
Yelkene yapılan yatırımlar bu derecede olunca ister istemez sportif da başarılar onu izliyor. Göztepe Yelken, Türkiye dereceleri yanında Laser 4.7 sınıfında bir dünya dördüncülüğü kazandı. Yatçılık sınıfında da büyük atılım içerisinde olan kulüp, Teos Marina içerisindeki Göztepe Yat Kulübü’nü mayıs ayında açacak. BAYK Kış Trofesi’nde biri şube yöneticilerinden, diğeri kadınlardan oluşan iki ekipleri var. Aynı zamanda kulüpte Amatör Denizci Belgesi hazırlık kursu ve IYT belgesi de veriliyor.
“Tüm bu çalışmalar, tüm yatırımlar, harcanan emekler çocuklarımız için. Denizciliğimiz temel taşları optimist yelkenciler” diyen Yenigün ile son sözü kulübün sporcularına bıraktık.
Kuzey Kumlalı
10 yaşındayım, yelkene iki yıl önce babamın teşvik etmesiyle yelken yaz kurslarında başladım. Biz kulüpte disiplinli ve düzenli çalışmalar ile yelken sporunun güzelliklerini öğreniyoruz.
ve Horn Burnu geçişini son birkaç aydır Ekrem İnözü’nün kaleminden sizlere aktardık. Okudukça biz de onlar kadar heyecanlandık, cesaretlendik, belki de yeni hayallerin temellerini attık. Macerayı bu kez bir de teknenin ‘ikinci kaptanı’ Deniz Karamanoğlu’ndan dinlemek istedik.
Seyre çıkış amaçlarının aslında Horn Burnu’nu geçmek değil Joshua Slocum, Bernard Moitessier gibi efsane denizcilerin anlata anlata bitiremediği Patagonya ve Şili kanallarını görmek olduğunu söyledi Karamanoğlu. Horn Burnu ve La Mer Geçidi’nin de bu güzellikleri geçmek için zorlu bir sınav olduğunu belirtti. Bu hayalin ilk adımının aslında yıllar önce atıldığını söyleyen Karamanoğlu şöyle devam etti:
“1988-1993 yılları arasında Deriska isimli yelkenli teknemiz ile beş yıl süren dünya seyahatimizden sonra Türkiye’ye döndüğümüzde babam Haluk Karamanoğlu bir sonraki seyahatimizin rotasını Patagonya ve Antarktika olarak belirlemişti. Bu seyahat için sac bir tekne tasarladı. İstanbul Tuzla’da imal edilen
ve Balina ismini verdiğimiz teknemizin hazırlıklarına başladı. Bu bahsettiklerim benim çocukluğum esnasında başlayan, önceleri babamın rüyası iken zamanla benim de ortak olduğum bir hayalin başlangıcı oldu. Ağabeyim Derin’le benim lise ve üniversite çağına gelmemiz, Global Sailing Academy ve Gökova Yelken Kulübü’ndeki çalışmalarımız nedeniyle Balina ile yapmayı planladığımız seyahatimiz bugüne kadar ertelenmek durumunda kalmıştı. Çok yakın bir aile dostumuz olan ve teknesi 57 feet’lik Swan marka Anouk ile Atlantik’i geçen Ekrem Ağabey’in (İnözü) hayali de Patagonya’ya gitmek, buzulları görmek ve tabii gitmişken meşhur Horn Burnu’ndan geçmekti. Aynı hayali paylaşan nişanlım Mahmut Saral’la takvimimizde bir boşluk yarattık ve hep birlikte gerçekleştirmek üzere bu seyri planladık.”
Seyir öncesi ekibi önemli bir hazırlık safhası bekliyordu. Yıllardır bu seyrin hayalini kuran Ekrem İnözü zaten bölgeyle ilgili çok uzun zamandır bilgi toplamıştı. Bilgi toplama işine daha sonra Deniz Karamanoğlu ve Mahmut Saral da dahil oldu. Çift yola çıkmadan önce bölgenin özellikleri, kıyı yapısı, rüzgârları ve akıntıları hakkında bilgi topladı. Karamanoğlu hazırlıklarla ilgili şunları anlattı:
“Koylara bağlanmak için uzun yüzer ve kalın koltuk halatları hazırladık. Gittiğimiz yerlerdeki koylarda aniden ismine ‘williwaw’ denen çok şiddetli sağanak rüzgârlar çıkıyor. Koyların içinde dahi akıntılar çok kuvvetli. Denizin tabanı ve yüzeyi kelp denen yosunlar ve kayalıklar ile kaplı. O koşullarda demirin tutması için sağlam bir çıpamız ve bolca zincirimiz zaten vardı. Uzun halatlara ek olarak kayaların üzerinden geçirip bağlanmak için zincirler hazırladık. Buenos Aires’ten Patagonya’ya ulaşmak için önce Atlantik Okyanusu’nda 1.500 mil seyir yapmak gerekiyor. Bu kıyılarda sığınabilecek limanlar çok az olduğundan etaplar son derece uzundu. Üstelik fırtınaya yakalanma olasılığımız da çok yüksekti. Bu yüzden yola çıkmadan önce fırtına yelkenlerimizi ve donanımlarını kontrolden geçirdik, fora ettik ve seyir esnasında kullanma ihtimaline karşı kılıflarında güverteye sabitledik. Ayrıca güverte üzerinde boydan boya uzanan ve denize düşme ya da kaybolma durumuna karşı kişinin harness’la bağlandığı emniyet kayışlarını (jackline) yerlerine sabitledik. Can yeleklerinin bakımlarını yaptık. Soğuk havalara karşı, bimini ve serpinti körüğünün haricinde bütün havuzluğu kaplayan tenteyi taktık. Böylece yağmur ve rüzgârın etkisinden korunabildik. Gideceğimiz denizlerin haritaları,
Toro isimli bir koyda karşılaştığımız Brezilyalılarla sohbet ederken anladım. ‘Sahi yaa biz bugün Horn Burnu’na gittik’ dedim kendi kendime. O kadar aksiyon dolu bir gündü ki sindirmesi biraz zaman aldı. Anouk ekibi olarak ‘Hornier’ (Horn Burnu’nu geçmiş denizcilere verilen bir lakap) olmamız nedeniyle birbirimizi tebrik ettik ve rakı sofrasını hazırlamaya koyulduk. O gece sevgili Sadun (Boro) abimizin Kısmet müzeye konulurken sintinesinde bulduğu ve üzerine ‘Horn Burnu’nu döndükten sonra demirlediğin ilk sakin koyda keyifle içeceksin’ diye yazarak Ekrem Ağabey’e verdiği son rakısını içtik. Ekrem İnözü bir kadeh de onun için denize döktü. Ve tabii yanında çok sevdiği kabak çekirdeklerinden de...”
Zorluklar, arızalar
Seyir, ekip için hiç de kolay geçmedi. Birkaç kez motor arızalandı. Ushuaia’ya ulaşmadan önceki uzun ve zorlu seyirde su pompası bozuldu ve ekip iki hafta, ayak pompasının bağlı olduğu tek musluktan şişeler yardımı ile su kullanabildi. “Ayrıca seyre çıkmak için iki depresyon arasındaki iyi hava penceresini beklemek psikolojik olarak bazen bizi yordu diyebilirim. Puerto Williams’ta rüzgâr 30 knot’ın üzerine çıkınca -ki bu neredeyse her hafta olabiliyor- liman çıkışlara kapatılıyor ve beklemek zorunda kalıyorsunuz.”
Ekibi en çok zorlayan şey ise elbette soğuktu. Koylarda bağlanma görevini Mahmut Saral ve Fırat Şahin’in üstlendiğini söyleyen Karamanoğlu şöyle devam etti:
“Dondurucu soğukta bot ile 100 metre koltuk halatlarını ağaçlara, kayalara bağlamak zannedeceğinizden daha zor. Üzerinizde yedi kat kıyafet ve tulumlar ile hareket etmek hem güç hem de deniz buz gibi, eldiven olmuş olmamış ıslandıktan sonra pek fark etmiyor. Zaten çoğu zaman bağlanma sırasında yağmur veya tipi yağdı. Teknede ısıtıcı olarak Webasto marka sıcak hava üfleyen mazotlu ısıtıcı kullandık. Ancak ısıtıcı en çok ihtiyacımız olan zamanda çalışmadı. Fırtınadan dolayı Puerto Williams’ta mahsur kaldığımızda sonunda canıma tak etti. Hava düzelir düzelmez buzullara gidecektik ve ısıtıcı olmadan gerçekten çok zorlanacaktık. Mahmut ile bütün parçalarına ayırıp, temizledik, yanımızda getirdiğimiz yedek parçalarını değiştirdik. Okşadık, güzel sözler söyledik, ‘lütfen çalış’ artık diye yalvardık bile. Dört günlük uğraş sonunda ısıtıcıyı çalıştırmayı başardık. Ayrıca dışarıdaki havanın o kadar soğuk ve rutubetli olmasının en büyük dezavantajı teknenin içinde ısınan havanın çok hızlı soğuması ve yoğunlaşması nedeni ile içeride nem ve su oluşması. Tavanlar, dolap içleri, yatak altları kendiliğinden sürekli ıslanıyordu. Yatak süngerlerinin altı ise yoğunlaşmadan sırılsıklam oluyordu. Biz de güneş çıktığı an yatakları kaldırıp, kurutmaya ve havalandırmaya çalıştık.”
Deniz Karamanoğlu işin zor kısmının Horn Burnu’nu geçmek değil, oraya kadar gidebilmek olduğunun altını çizdi. Hayal eden herkesin bu seyahati gerçekleştirebileceğine inandığını belirten Karamanoğlu’na göre en önemli safha hazırlık.
“Teknenin illa ki en pahalısı en moderni ya da en otomatiği olması gerekli değil. Teknenin alüminyum ya da sac olmasının avantajları fazla ama çok sayıda fiber tekne de gördük, nitekim bizimki de onlardan biriydi. Kaptanının teknesini tanıması, kendi kendisine yetebilmesi, her şeyi tamir edecek bilgiye, beceriye ve yedek malzemeye sahip olması çok önemli. Çünkü oralarda ne tamirci ne de yedek parçacı var. Teknede üç-dört kişi olmak hem nöbetleri hem de koylara bağlanmayı rahatlatıyor. İspanyolca bilmek hayatı gerçekten kolaylaştırır çünkü İngilizce konuşana rastlamak zor. Ayrıca iyi bir seyir ve meteoroloji bilgisine sahip birisinin teknede olması gerektiğini söylemeden edemeyeceğim. Dünyanın bu en uç noktasında kullandığımız teknolojiden çok, denizlerden kazanılan tecrübelerin verdiği insani içgüdüler bir kaptana doğru kararı verdiriyor.”
Sunucu ve oyuncu Alp Kırşan’ın sportif balıkçılık merakı, geçen yıl Bodrum Balıkçılık Turnuvası’nda ekibiyle birlikte birinci olmasının ardından dikkatimizi çekmişti. Bunun üzerine onunla bir röportaj yapmak bizim için ‘farz’ olmuştu… Gelgelelim arada yaklaşık 10.000 kilometrelik mesafe gibi küçük (!) bir engel vardı.
Zira Survivor programında sunuculuk yapan Kırşan’ın ikametgahı bir süredir Karayipler’deki Dominik Cumhuriyeti’ydi.
Ancak gördük ki söz konusu deniz ve balık olduğunda arada mesafe falan kalmıyormuş. Deniz merakı sadece balıkçılıkla sınırla kalmayan, kite surf ve dalış da yapan, hatta ileride ailesiyle teknesinde yaşamanın hayalini kuran Alp Kırşan hem sorularımızı yanıtladı hem de bizim için Dominik’te balığa çıktı. Üstüne üstlük oltasına üç tane kocaman lambuka takıldı. Bunlar da Naviga’nın kısmeti oldu.
Başlangıç nasıl oldu?
Olta balıkçılığını çok seven geniş ailem sayesinde, dokuz yaşındayken bu sporla tanıştım. Önceleri amatör olarak kıyıdan ve tekneden olta atarak başladım işe. O yaşlarda bir hayli vakit ayırabiliyordum. Sonra suyun içindeyken
Favori avlanma noktalarınız neresi? Yurt dışına gidiyor musunuz?
İkamet Bodrum’da olunca favori avlanma yerim de orası oldu haliyle. Zaten Bodrum’daki balık çeşitliliği çok çekici. Ayrıca Eski Foça’da da bazı noktalarımız var. Yurt dışına iş sebebiyle gittiğimde de yaptığım üç şey balık avlamak, dalış ve kite surf. Açıkçası bu iş temposunda sadece avlanmak için yurt dışına gitmek biraz hayal benim için.
Bir süredir iş sebebiyle Dominik Cumhuriyeti’ndesiniz Orada avlanmaya çıkabiliyor musunuz?
Survivor programındaki görevim sebebiyle birkaç yıldır dört-beş ay kesintisiz olarak Dominik’te kalıyorum. Geçen sene buradaki en büyük uğraşım kite surf’tü. Bu sene onun yerini balıkçılık aldı. İki aydır buradayım ve haftada üç-dört kez balığa çıkıyorum. Yeri gelmişken röportaj için bizimle denize çıkarak fotoğraflarımızı çeken Ayhan Yıldız’a çok teşekkür ederim.
Daha çok ne tür balıklar var Dominik’te?
Buranın hakim balığı kıyıda papağan ve balon, açık denizde ise kılıç, lambuka, tuna, baraküda ve iri zargana. Bir adada yaşamalarına rağmen Dominik halkının neredeyse % 90’ı yüzme bilmiyor. Bu nedenle balıkçılık Panama ya da Kolombiya kadar yaygın değil.
Çeşitlilik açısından Ege Denizi’nden daha iyi olduğunu söyleyebilir misiniz?
Ege balığı ile dünyanın hiçbir yerindeki balığı karşılaştıramam. Burası okyanus olduğundan balıklar yağsız ve kaslı. Ege balığı ise –tabii ki sezonda- kendinden yağlı ve tuzlu. Bence bizimkiler çok daha iyi, hatta muhteşem.
Türkiye’de ne sıklıkla avlanmaya çıkıyorsunuz? Daha çok nerelere gidiyorsunuz?
Türkiye’de balık avına ayırdığım zamanın % 95’ini Bodrum açıklarında geçiriyorum. Gökova, Kuşadası, Didim taraflarına da gittiğimiz oluyor. Bu arada kendisi de balıkçı olan eşim Zeynep hem benim hem de ekibin en büyük destekçisi. Yeni doğan oğlum Efe’nin de denizci olması için elimden geleni yapacağım.
Bugüne kadar yakaladığınız en büyük balık?
20 kiloluk bir mahi mahi. Aynı gün 15 ve 13 kiloluğunu da çektim. Hedefim ise sailfish, yani yelken balığı (yelkenli kılıç balığı da deniyor) yakalamak.
Neden yelken balığı?
Çünkü o, yakalayabileceğiniz en görkemli balık. Yanlış anlaşılma olmasın, asla yakalayıp tekneye almayı düşünmüyorum. Efsaneyi yakaladıktan sonra ona dokunup tekrar engin denizlere salacağım.
Balıkçıların hikayesi çoktur. Sizden de dinleyelim mi bir tane?
Bugüne kadar başıma gelen ve hatırladığım en ilginç olay şöyle: Bir gün Bitez açıklarındaki Karaada yakınlarında küçük balık için 45-50 metre derinliğe sarkıtma yaparken koca denizde attığım kurşun daha önceden atılmış su bardağına basket oldu. Bu arada bardağa yuva yapan ahtapot da bir güzel sarılmış kurşunuma. Aşağıdan ağır bir şey çekmeye başladı ancak bu, oltaya tepki vermeyen bir şey. Yukarı gelince gördüm ki bardak ve bardağın içinde minik bir ahtapot sarılmış kurşunuma. Tabii hemen denizin derinliklerine geri yolladım. O an anladım ki ben bu balık konusunda biraz şanslıyım.
Sportif balıkçılık Türkiye’de son yıllarda gittikçe popüler hale gelen bir hobi/spor. Sizce insanlar neden balık avlamalı?
Herkes balık avlayabilir, hatta yoğun iş ve şehir hayatından bunalan insanların ilk tercihi olmalı. Sabırlı olunursa gerçekten bütün dertlerden ve stresten uzaklaşmanın en büyük ilacı balık avı. Yeni başlayanlara da önerim şu: Denemeye devam!