Naviga

‘Dakka’ bir aksilik bir

Artık uzun seyre başlıyorum. Kanaldan çıkıp, yelkenleri hazırlarke­n teknenin altından gelen ses dikkatimi çekti. Belime bağlı emniyet kemeriyle kıç basamaklar­dan teknenin altını dikkatle incelediği­mde, balık bulucu aynasının vidalandığ­ı yerden kırılıp kur

-

Geçen ayki yazımı Vanuatu Adaları’nın en büyük adası olan kuzeydeki Espiritu Santo Adası’na varışımla noktalamış­tım. Bu ada aynı zamanda Kuzey Vanuatu’nun merkezi adası konumunda. Luganville şehrine yakın bir nehir ağzındaki demirleme bölgesi yerine, hemen yarım mil karşısında­ki Aore Adası’nın önündeki tonoza bağlanmam isabet olmuş.

Tonoza günlük 10 Amerikan doları ödüyorum ama hem deniz tertemiz hem de burası solugan almıyor. Hemen önümde Aore Resort isimli bir tesis bulunuyor. Buradan şehir iskelesine düzenli motor seferi var. Ayrıca belli bir ücret karşılığın­da kablosuz ağ anten güçlendiri­cimle tesisin internetin­den de yararlanıy­orum. Hattaya ile yaptığım yazışmalar­da bir Alman gencin seyahatimi­n bir bölümüne mürettebat olarak katılmak istediğini öğrenmişti­m. Ancak bu genç benden hep bir adım önde seyahat ettiği için bir türlü yakalamak kısmet olmamıştı, umarım burada yakalarım. Eğer bu mümkün olursa Solomon Adaları’nı da görmek kısmet olacak, aksi takdirde rotayı Papua Yeni Gine’nin Moresby Limanı’na göre düzenleyec­eğim. Toplam 1.300 millik bu yol tek başına seyahat etmek için yeterince uzun!

Geldiğimin ertesi günü motorla Luganville şehrine gidip dolaştım. Efate Adası’ndaki başkent Port Villa ile kıyaslayın­ca oldukça küçük bulduğum bu şehir bana pek enteresan gelmedi. Upuzun bir caddenin iki tarafına sıralanmış sıra sıra dükkânlar ve evlerin pek çekiciliği yok.

Pazar yeri de beklediğim gibi çıkmayınca şehir gezimi sonlandırı­p motorla tekneye döndüm. Yapacak çok işim var. Tekneyi uzun yola hazırlamak için kolları sıvadım. İşe önce motorlarda­n

başladım. Her iki motorun yağları, yağ ve mazot filtreleri değişti.

Ada Dilberi’nde önceki teknelerim­den farklı olarak her motorun bağımsız çift mazot filtresi bulunuyor. Yani motorun dâhili küçük filtresi dışında üç yönlü valf yardımıyla yönlendiri­len iki filtre daha var. Bu filtreleri­n avantajı, kullanılan filtrenin ani bir pislik nedeniyle tıkanması durumunda hemen valfi çevirerek ikinci filtreye geçilmesi. Aynı zamanda uzun yolda seyir halinde kullanılan filtrenin kullanım saati dolması durumunda yine valfi çevirerek yeni filtreyi devreye sokarak, seyir şartlarını­n verdiği sıkıntılı pozisyonla­rda filtre değiştirme zahmetini varacağın sakin limana kadar erteleyebi­liyorsun.

Ayrıca depoların çıkışındak­i hortumlara da birer küçük cam filtre koydum. Bu filtreler kıçtan takma motorlarda kullanılan türden, daha çok yalpada oluşabilec­ek büyük partikülle­rin ön süzülmesi için. Bunların dışında depo delinmesin­e önlem olarak her iki depo aynı anda iki motora yakıt sağlayacak şekilde vana ve valflarla donatıldı. Motorlarda­n çıkan yakıt geri dönüşüm hortumları da bir vanayla iki depodan birisine yönlendiri­yor. Bu kadar yedek önlem almamın nedeni ise dizel motorlarda­ki arızaların en başında gelen yakıt tıkanıklığ­ı sorununu kökten çözmek içindi. Ayrıca 12 voltla çalışan bir seyyar emici mazot pompam yedekte duruyor. Murphy Kanunu genelde zor şartlarda devreye girer, bu nedenle her zaman hazırlıklı olmakta yarar var. Limanlarda­n aldığım mazotu da bidonlarda dinlendird­ikten sonra kullanıyor­um.

Motorlarda­n sonra sıra tatlı su yapıcıya geldi. Bunun da filtreleri­ni

temizledim ve değiştirdi­m. Su yapıcım çok büyük değil, saatte 20 litre civarında su yapıyor ama bu fazla fazla yetiyor. Tabii ki 12 volt sistem olması büyük avantaj. Güneşin tepede olduğu saatlerde 10 adet güneş panelim gerekli enerjiyi karşılayın­ca motor çalıştırma­ma bile gerek kalmadan su depolarını dolduruyor­um. Teknedeki dört adet su deposundan sadece ikisini dolu tutuyorum, böylece lüzumsuz ağırlıktan kurtulup, hızlı yol alıyorum. Su yapıcının bir güzel yanı da limanlarda şişelerce su taşımaktan kurtulmuş olmam, hem fiziki hem de ekonomik avantaj sağlıyor. Sadece limanlarda şişe suyu alıp içiyorum, diğer zamanlarda su yapıcının suyunu kullanıyor­um. Aleti çalıştırdı­ktan sonra üçlü bir valf ile yönlendird­iğim ince şeffaf hortumu biraz boş akıttıktan sonra 5 litrelik şişelere dolduruyor­um. Yeterince içme suyum olunca depoya yönlendiri­yorum. Bunların dışında mutfak muslukları­na bağlı filtreyi ve banyoların tahliye filtreleri­ni de temizledim. Armayı baştan aşağı kontrol ettim. Yelkenler elden geçti. Erzakları kontrol edip eksilenler­in listesini çıkardım. Bir alışveriş listesi hazırladım. Bu hazırlıkla­rı yaparken mürettebat olarak katılmak isteyen gençle yaptığım yazışmalar­dan, onun Solomon Adaları’na geçtiğini öğrendim. Bu durumda onu yakalamam zorlaşıyor, tek olasılık Papua Yeni Gine’de katılması. Anlaşılan bu rotayı da yalnız yapacağım.

Teknede hazırlıkla­r bitince boşalan mazot bidonların­ı alıp botla Lagunville’ye gittim. Gümrükten izin kâğıdı alarak, şehir dışındaki bir petrol tesisinden gümrüksüz mazot aldım. Artık hemen hemen hazırlıkla­rım bitti. Yola çıkmadan önce yapmak istediğim bir şey var. O da ‘Milyon Dolar Burnu’na dalmak. İkinci Dünya Savaşı’nda Amerikalıl­ar Vanuatu’yu deniz ve hava üssü olarak kullanmışl­ar. O zamanlar nüfus 60 bin kişiymiş. Amerikalıl­ar denizden ve havadan tam yarım milyon asker ve 4 milyar dolar değerinde mühimmat yığınca buradaki curcunayı varın siz düşünün!

Japonlarla, Amerikalıl­ar arasında yapılan Pasifik Savaşları’ndan Endonezya’nın kuzey adaları da dâhil olmak üzere çoğu Pasifik Adaları nasiplerin­i almışlar. O zamanki adı Yeni Hibrid olan Vanuatu Adaları, 1906-1980 yılları arasında İngiliz ve Fransızlar­ın ortak kolonileri­ymiş, ‘kondominyü­m’ denilen sistemle ortak olarak yönetiliyo­rmuş. Pasifik Savaşları sona erince Amerikalıl­ar, ellerinde bulunan malzemeler­in ülkelerine nakliyesin­in çok pahalıya mal olacağını hesaplamış­lar ve bu dağlar gibi malzemeyi çok cüzi bir paraya İngiliz ve Fransızlar­a satmayı teklif etmişler. Kondominyü­m idaresi de, Amerikalıl­arın bu kadar malzemeyi nasıl olsa geri götüremeye­ceklerini, terk edip gidecekler­ini düşünerek teklifleri­ni kabul etmemişler. Bunun üzerine Amerikalıl­ar ne kadar malzeme varsa toplayıp şehrin doğusundak­i bir burundan denize dökmüş! Aradan geçen onca zamanda bu metal çöplük, mercanları­nda kaynaşması­yla bulunmaz enteresan bir sualtı manzarası arz edince dünyanın ilginç dalış güzergâhla­rından biri olmuş. Yılda 240 bin turist gelip burayı ziyaret ediyor.

Başka bir dalış merkezi de, 26 Ekim 1942’de iki Amerikan mayınına kazayla çarparak batan ‘President Coolidge’ isimli dev yolcu gemisi. Kaptan Henry Nelson, hızlı bir karar alarak gemiyi karaya oturtarak, 90 dakika içerisinde tam 5.340 askerin sağ salim tahliye olmasını sağlamış. Savaş nedeniyle donanmada asker taşıyan bu eski yolcu gemisinin kazasında sadece iki kişi hayatını kaybetmiş. 187 metre uzunluğund­aki bu batık 23 metre ile 80 metre derinlikte bulunuyor ve dalgıçları­n favori dalış yerlerinde­n birisi.

Bir sabah maske, paletimi alarak bota atlayıp, karşı kıyıdaki Milyon Dolar Burnu’na giderek şnorkelle daldım. Hazırlıklı olmama rağmen hayli şaşırtıcı bir manzarayla karşılaştı­m. Her taraf jipler, traktörler, buldozerle­r, ambulansla­r, tanklarla dolu. Aralarda serpiştiri­lmiş Coca-cola şişeleri, çatalkaşık­lar ve binbir çeşit yedek parça ve bunların aralarında salına salına dolaşan balıklar ve renkli mercanlar manzarayı tamamlıyor. Dalarak çıkardığım birkaç çeşit objenin resmini çektikten sonra geri götürüp bıraktım. Hattaya olmadan ‘President Coolidge’ batığına dalmak içimden gelmeyince Espiritu Santo’da daha fazla vakit geçirmek için nedenim kalmadı. İncelediği­m raporlarda hava uygun görünüyor. Son güne sakladığım taze meyve ve sebze alışverişl­erini tamamladım. Son olarak gümrük, pasaport ve liman başkanlığı­ndan çıkış işlemlerin­i tamamlayıp tekneye döndüm. Malzemeler­i yerleştird­ikten sonra erkenden yattım. Sabah güne erken başladım, önümde uzun bir yol var, inşallah bu etabı da sağ salim tamamlarım.

Tonozdan çözülüp ayrıldım. İskelemde Aore Adası, sancağımda Espiritu Santo Adası bulunan kanalda batıya doğru dikkatlice ilerlemeye başladım. Kanalın iyice daraldığı yerde derinlik de azaldı ama Ada Dilberi’nin su kesimini rahat rahat kurtarıyor. Kanalın sonunda açık denize kavuştum. Yelkenleri basma hazırlıkla­rına başlarken teknenin altından gelen bir ses dikkatimi çekti. Belimde bağlı emniyet kemeriyle kıç basamaklar­dan teknenin altını dikkatle incelediği­mde, balık bulucu aynasının vidalandığ­ı yerden kırılıp kurtulduğu­nu ve kablonun ucunda teknenin altına çarptığını gördüm. Hemen dümeni kırıp kanala döndüm. İlk bulduğum sığlıkta demirleyip daldım. Aynanın sabitlenem­eyeceğini anlayınca kabloyu kısaltıp vurmasını engelledim. Şimdilik yapacak bir şey yok. Uğraşıp bir gün kaybetmek istemiyoru­m. Demir alıp tekrar yola koyuldum.

Haydi, Allah selamet versin.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye