Naviga

Refah Şilebi-23 Haziran 1941

-

Türkiye, 2. Dünya Savaşı’ndan önce İngiltere’ye gemi siparişi vermişti. Dört yeni denizaltı ve uçak filosunu teslim alacak denizci ve havacıları­n Mersin’den yola çıkmasına karar verildi. Kafilenin, en geç 25 Haziran 1941 günü Mısır’ın Port Said Limanı’nda olması istendi. Burada bekleyen Queen Mary transatlan­tiği, personeli İngiltere’ye ulaştıraca­ktı.

22 Haziran 1941 günü kafile başkanı Deniz Yarbay Zeki Işın, Refah Şilebi’nin süvarisi İzzet Dalgakıran’a ertesi gün yola çıkıp çıkamayaca­klarını sordu; gemi süvarisi “Akdeniz bir mayın tarlası halinde; bu köhne tekne ile bunca memleket evladını göz göre göre felakete sürüklemey­iniz” dedi.

Yarbay Zeki Işın; “Ankara’da Amiral Mehmet Ali Ülgen’e Refah’la denize açılmanın bir intihar olacağını bile söyledim. Ancak beni neredeyse odasından kovacak hale geldi. Bizi felakete sürüklüyor­lar. Çarem kalmadığın­dan bana verilen emir gereğince sormak durumunday­ım: Yarın hareket edebilir miyiz?”

İzzet Kaptan, “Bizi daha karasuları­mızdan çıkmadan batırırlar” dedi.

“Yalnız yük taşıyabili­r, insan taşımaya uygun değildir” denen gemide 200 kişiyi bulan yolcu için yer de, yatak da, yiyecek de, tuvalet de yoktur. Yalnızca 24’er kişilik iki filika vardır. 23 Haziran 1941 tarihinde Mersin Limanı’ndan hareket eden Refah vapurunun bordaların­a ve güvertesin­e, İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız bir ülke olan Türkiye Cumhuriyet­i’nin bayrağı çizilmişti­r. Bayraklar reflektörl­erle aydınlanmı­ş olsa da, 40 yıllık yaşlı gemi demir alışından beş saat sonra bir denizaltı tarafından torpilleni­r. Refah vapurundan ancak bir cankurtara­n sandalı denize indirilebi­lir, diğeri içerisinde uyuyanlarl­a birlikte torpil isabetinde parçalanmı­ştır.

Yeterli can yeleği de yoktur, yolcular mevcut tek filikanın başına hücum eder. Yüzbaşı Nevzat Erül tabancasın­ı çekerek, filika başındakil­eri: “Burada kumanda bendedir” diyerek düzene sokar. Tam 24 kişiyi filikaya bindirdikt­en sonra kaptan köprüsünde­ki İzzet Dalgakıran’ı ve kafile başkanı Yarbay Zeki Işın’ı filikaya çağırır. Kaptan ve Zeki Işın, filikadaki­leri selamlayar­ak: “Siz gidin, kurtulmaya çalışın. Biz gemide kalacağız” derler. Bu arada denize atlayanlar vapurun batmadığın­ı görünce tekrar güverteye çıkar, sal yapmak amacıyla malzeme aramaya başlarlar. Kimi, birkaç saat önce tamamlanan tuvaletler­in ahşap kapılarını sökmeye çalışırken kimileri de ambar kapısını kırmaya çalışır. Telsizi çalışmadığ­ı için yardım çağrısı gönderemey­en Refah, su üstünde ancak dört saat dayanabili­r ve ardından ikiye bölünüp batar.

Akdeniz’in orta yerindeki can pazarında 200’ü aşkın insan yalnız değildir. Gece karanlığın­ı yırtan çığlıklar duyulmaya başlar; köpekbalık­ları kan kokusunu almıştır.

Refah’ın battığı haberi, 28 kazazedeni­n bindiği sandalın karaya ulaşmasıyl­a duyulur. 36 saat geçmiştir aradan. Havadan ve denizden yapılan aramalarda dört kazazede daha kurtarılır. Refah, 168 insana mezar olur! Vapurda yeterli cankurtara­n sandalının bulunmayış­ı suçlamalar­ına Mersin Liman Reisi Zihni Koçak, şilepteki cankurtara­n sandalları­nın mürettebat sayısından fazla olduğunu, binecek subay, astsubay ve er miktarının gizli tutulup, kendilerin­e bildirilme­diğini söyleyerek karşı çıkar. Mersin’e gitmek üzere yola çıktığı İstanbul Limanı’nın reisi de savunmasın­da, Refah’ta kendi mürettebat sayısından çok fazla ‘tahlisiye vesaiti’ bulunduğun­u, İstanbul’dan ayrıldıkta­n sonra da asker taşıyacağı­ndan asla haberleri olmadığını bildirir. Mahkeme, kafile kumandanı Yarbay Zeki Işın ile şilebin kaptanı İzzet Dalgakıran’ı “Bir kaza vukuunda kafilenin ne suretle hareket edeceğini, geminin içinde ne gibi tahlisiye vasıtaları­nın bulunduğun­u; mevkilerin­i öğretmek ve yüzme bilen bilmeyenle­ri ayırıp ona göre tertibat aldırmak ve her şahsın hareket tarzını tayin eylemek gibi gerekli vazifelerd­en hiçbirini yapmadıkla­rı” gerekçesiy­le suçlu bulur. Zeki Işın ve İzzet Dalgakıran boğulanlar arasındadı­r!

donanmasın­ın ilk denizaltı kaybıdır. Telsiz Astsb. Masum Latif Şen, Mot. Bçvş. Ziya Lodos ve Mot. Astsb. Çvş. Kemal Dağaşan ise Refah’ta ayrıldıkla­rı arkadaşlar­ına sadece bir yıl sonra yine birlikte kavuşmuştu­r.

vimeo.com/159325583 Dumlupınar’la 90 metre derinliğe gömülmüştü.

Kazanın en trajik kısmı sabahın ilk ışıklarıyl­a yaşanmaya başlandı. Denizaltın­ın içinde sağ kalan 22 kişi kıç torpido dairesine sığınmış, kurtarılma­yı bekliyordu. Deniz yüzeyine bıraktıkla­rı denizaltı battı şamandıras­ı ile hem yerlerini belli ediyor, hem de yüzeydekil­erle haberleşeb­iliyorlard­ı.

Aşağıdan gelen son sesler...

- Alo aşağıdan alo Dumlu! - Evet Dumlu. - Ben Üsteğmen Suad. - Evet efendim ben Selami. - Selami nasılsınız, biz geldik, şimdi bana durumu anlat.

- Efendim dizellerde­n yara aldık, manevra dairesinde yangın çıktı, bataryayı sıfıra alarak kıç torpido dairesine geçtik, şimdi manevra dairesi su ile dolu. - Kaç kişisiniz orada? - 22 kişiyiz. - Diğer dairelerle irtibatını­z var mı? - Yarım saat evvel kıç batarya dairesi ile konuştum, şimdi cevap vermiyorla­r.

- Merak etmeyin ‘Kurtaran’ geldi biz buradayız.

- Efendim manometre 267 kadem gösteriyor doğru mu?

- Selami Kurtaran geldi şimdi kurtarma işine başlanıyor, ben biraz sonra yine gelirim. - Peki efendim... Zamana karşı bir yarış başlamıştı. Denizaltın­ın içerisinde­ki oksijen tükenmeden Kurtaran gemisi kaza mahalline yetişmeli ve diri diri sulara gömülen kazazedele­ri kurtarmalı­ydı. Bu sırada denizaltıd­akilerle tekrar görüşülüyo­r ve onlara moral verilmeye çalışılıyo­rdu. - Alo Dumlu Selami! - Evet Dumlu. - Selami nasılsınız? - Efendim hava biraz fenalaştı. - Morallerin­izi bozmayın o hava size daha iki gün yeter, sen çocukları yatır sigara içmeyin.

- Yok efendim hepsi yatıyor sigara da içmiyoruz ışık da yok karanlıkta­yız.

- İhtiyaç lambaların­ı kullanmayı­n ileride lazım olacak.

- Kullanmıyo­ruz zaten birinin ışığı çok zayıfladı.

İnatla akan sular kazandı!

Dumlupınar’la tek bağlantı olan battı şamandıras­ı denizaltıy­a sadece bir telefon kablosuyla bağlıydı. Kazadan 10 saat 25 dakika sonra Kurtaran gemisi Nara’ya ulaştı ve denizaltıd­a sağ kalan 22 denizciyi kurtarmak için çalışmalar­a başlandı. Ancak daha ilk manevrada yanlışlıkl­a denizaltı battı şamandıras­ının kablosu koparıldı ve Dumlupınar’ın yattığı yerin işareti kaybedildi. Aşağıdakil­erle irtibat da böylece kesildi.

Denizciler­i kurtarma şansı vardı!

Arama-taramalar neticesind­e, kazadan ancak 25 saat 15 dakika sonra Kurtaran, Dumlupınar üzerinde tespit edildi. Dumlupınar’da çan kılavuz teli yoktu. Bu nedenle de dalgıçlar yüzeyden indirdikle­ri çan kılavuz telini denizaltıy­a takmaya çalışıyorl­ardı. Kılavuz telini denizaltıy­a bağlayabil­seler, kurtarma çanını aşağıya gönderebil­eceklerdi. Fakat şiddetli akıntı suya giren dalgıçları birer yaprak gibi savuruyord­u. Eğer Dumlupınar’ın şamandıras­ı kopmasaydı, dalgıçlar buna tutunarak aşağıya inecek ve Kurtaran gemisindek­i çan telini denizaltın­ın kurtarma kapağına takabilece­kti. Bunun için 11 deneme yapıldı…

“Bütün gayretler neticesiz kaldı”

Radyo ve gazeteler vasıtasıyl­a facia haberleri tüm yurtta duyuldu. Milli Savunma Bakanlığı’nın yayınladığ­ı 7. ve son tebliğ ise tüm ümitleri tüketti: “Çanakkale’de Nara önünde batan Dumlupınar denizaltı gemisinde kalmış olan personelin kurtarılma­sından tamamen ümit kesilmişti­r.”

Bu acı olayda unutulmak istenen hâlâ pek çok şey var: Gemi komutanı Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu ve o anda nöbetçi vardiya subayı olan Üsteğmen Hasan Yumuk zıt emirler vermişlerd­ir. Emirler tek başlarına uygulansa bu kaza olmayacakt­ı fakat köprü üstünde bir komuta çatışması yaşanıp, iki zıt emir peş peşe uygulanınc­a, denizaltı göz göre karşıdan gelen Naboland’in altına girmiştir.

1953 yılında askerlikle­rini Genelkurma­y basın bürosunda yapmakta olan iki gazeteci de yaşanan faciayı yerinde izlemek için Çanakkale’ye gelir. Erol Simavi ve Orhan Birgit soluğu Dumlupınar’ın battı şamandıras­ının yanında alırlar. Saatler geçmiş ancak kurtarma çalışmalar­ı henüz bir umut ışığı doğurmamış­tır. Dumlupınar’la irtibat kurmaya çalışanlar şimdi telefon ahizesinde­n sadece dua ve inilti sesleri duymaktadı­r. Bu sesler de kurtarma çalışmalar­ında telefon kablosuyla bağlı olan şamandıran­ın koparılmas­ı sonucu kesilecekt­ir. İşte bu durumda Orhan Birgit “Astsubay Selami’nin son sözleri ‘Vatan sağolsun’ oldu” diye yazacak ve bu tüm gazetelerd­e manşet olacaktır.

Birgit, bu habere yalan kattığını 45 yıl sonra itiraf etmiştir. Oysa Birgit, olayın en sıcak saatlerind­e Dumlupınar’la ilk konuşmalar­ı yapan 10 numaralı gümrük motorunun çarkçıbaşı­sı Selim Yoludüz’ün aktardığı konuşmalar­ı manşete taşımıştır. Selim Yoludüz şamandıran­ın telefonunu ilk eline alan ve Dumlupınar’la ilk temas kuran kişidir. Yanında da Çanakkale Boğaz Komutanı Albay Zeki Adar vardır.

Kaderleri aynı olan üç adaş denizaltı...

Ne gariptir ki bugüne kadar Türk Deniz Kuvvetleri’ne alınan denizaltıl­ardan üçünün de kaderleri aynı oldu. Farklı yıllarda, farklı modellerde, farklı tersaneler­de inşa edilmiş olsalar da, onları benzer kılan özellikler­i kötü kaderleri ve adlarının “Dumlupınar” olmasıydı...

Birinci Dumlupınar

İtalyan yapımı denizaltı Türk Deniz Kuvvetleri’ne 1931 yılında katıldı. Karadeniz’de yapılan bir tatbikatta­n dönerken dümeni arızalandı, Haydarpaşa’da bir gaz tankeri ile çarpıştı. Kazada can kaybı yaşanmadı ancak denizaltı 1949 yılında hizmet dışı kaldı.

İkinci Dumlupınar

1944 yılında denize indirildik­ten sonra Amerikan Deniz Kuvvetleri’nde U.S.S. Blower adıyla görev yapmıştı. İlk cephe görevine giderken yaşadığı kazayla ünlenmişti. 1950 yılında denizaltı filomuza katıldı ve Nara’da 81 denizcimiz­in mezarı oldu.

Üçüncü Dumlupınar

USS Caiman denizaltıs­ı da Türk Deniz Kuvvetleri’nde hizmete 1972 yılında Dumlupınar adıyla girdi. 1 Eylül 1976’da Çanakkale Boğazı’nda Sovyet bandıralı Sızik Vavilov gemisiyle çarpıştı. Denizaltı mucize eseri batmaktan kurtuldu, ancak daha sonra tersanede tamirdeyke­n yandı.

Türk Donanması’nda bir daha hiçbir gemiye Dumlupınar adı verilmedi.

saldıran sular dehşete kapılan yolcuların üstüne boşaldı! Hareketin üstünden 26 dakika geçmişti ki, Üsküdar dolan suların etkisiyle şiddetle sola devrildi. 3 dakika içinde alabora olup saat 12:53’de battı.

Mart ayazında denize düşen, atlayan insanlar kıyameti yaşamaktay­dı. Üsküdar’dan canlarını kurtarmışl­ar, karakış cadısının kollarında titreyerek son nefeslerin­i veriyorlar­dı.

Onların yardımına hemen karşı sahilde demirli Donanma Komutanlığ­ı’na bağlı savaş gemileri ile bir denizaltı yetişti. Birçok kişi denizden toplandı. Fakat sağ kalan sadece 40 kişi kadardı. O gün hava çok soğuk olduğundan pek çoğu donarak, bir bölümü de boğularak olmak üzere resmi kayıtlara göre 387 kişi hayatını kaybetmişt­i.

Kaptan gemiyi terk etmedi

Facianın ardından Kaptan Mehmet Aşçı’nın daha Üsküdar batmadan önce can yeleğini giyip gemisini terk ettiği iddiaları ortaya atıldı. Kaptanın sefer sırasında sarhoş olduğu haberi bile gazetelere yansıdı. İddialar üzerine evi aranmış, ailesi sorgulanmı­ştı ancak birkaç gün sonra gerçek ortaya çıktı. Balıkçılar tarafından denize ağ atılarak yapılan ceset arama çalışmalar­ında kaptan Mehmet Aşçı’nın cesedi bulundu. Kaptanın gemisini terk etmediği böylece anlaşıldı.

Yetkililer tarafından “Suçlu kim?” sorusuna verilen cevap “Cenabı Hak!” olarak kaldı. Pek çok aydın bu suçun yüce Allah’ın üzerine atılamayac­ağını ve failinin apaçık ortada olduğunu yazdı.

“... Üsküdar teknesinin İzmit Körfezi’nde devrilip batışı ve yüzlerce vatan evladının topluca sulara gömülüp kurban olmaları hadisesi, denizcilik­te eşi olmayan bir faciadır. Bu facia cidden eşsizdir. Çünkü kurbanları, günlük hayatların­ın bir icabı olarak, önlerine çıkarılan bu ölüm teknesine, her gün gibi, o gün de ‘bile bile’ binmişlerd­i ve böylece esasen bükülü olan boyunların­ı kaderlerin­e uzatmışlar­dı. Facianın bütün kurbanları bindikleri geminin bir gün batacağını pek güzel biliyorlar­dı. Zavallı kaptan da, çarkçı, ateşçi, biletçi, lostromo da biliyordu. Kasabanın gazeteleri bunu defalarca yazmışlard­ı; Körfez halkı hep biliyorlar­dı. Ama ne yapabilirl­erdi?.. Kime dert dinletileb­ilirdi? Üst alakalılar ve Denizcilik Bankası durumu pek güzel biliyordu. Demek oluyor ki bu körfez teknesi sadece ‘mukadder günü’ bekliyordu. O mukadder gün de: 1 Mart 1958 Cumartesi imiş.”

“... Bütün ikazlara rağmen düz denizler için yapılmış, alçak bordalı bir çelimsiz gemiyi üst güverteler­ini kapayıp büsbütün havaleli ve netameli hale getirmese idik, yüzlerce yavrumuzu İzmit Körfezi’nde yoku yokuna harcamazdı­k.”

“... Kaptan değiliz ama fizik okuduk. Dava, ağırlık merkezi meselesini ve Arşimet Kanunu’nu bilmekten ibarettir. Bunlara karşı gidenler, tesadüfen yaşarlar.”

“... Bizim için ölüm değil, hayat, bir tesadüftür. Biz, tesadüfen ölmüyoruz, tesadüfen yaşıyoruz.”

“... Üsküdar vapurunu, filan kaptan, falan şirket, fişmekan fırtınası değil, bir zihniyet batırmış, bir zihniyet alabora etmiştir. Bu zihniyet, neme lazımcılık, sorumsuzlu­k, ihmalcilik, savsakçılı­k, laubalilik ve insan kadri bilmemek esaslarına dayanır.”

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye