Deniz okulu
Şahsım adına bu kısa maceradan çıkardığım dersler var. Maddeler çoğalabilir ve pek çok fikir yürütülebilir. Önemli olan hata yapmamak değil, hatalardan ders çıkarmak ve onları açık yüreklilikle anlatabilmektir.
Deniz başlı başına bir okuldur. Size hayatınızı idame etmenin inceliklerini, kendine yetmeyi, doğaya saygıyı öğretirken yaşamın en haz dolu anlarını da bolluk içinde sunar.
Anaç, öğretmen, sevecen ve yeri gelince hırçın olan bu kadın ile deneyimlerinizden çıkardığınız dersler sizi bir öteki burna, bir sonraki koya, bir sonraki denize derken dünyanın her yerine taşır. İlk dersimiz teslim olmak, sonrası ise denizin üstünde değil onun bir parçası olduğumuz gerçeğini kabullenmektir diye düşünüyorum.
Herkes denizdeki deneyimlerini paylaşırken dikkatli sınırlar içinde anlatır. Deneyim ve tecrübe anlattıkça güzeldir ancak kimse yaptığı büyük hataları anlatmayı sevmez. Aslında en büyük dersler büyük hatalarda gizlidir. Ben gayet açık yüreklilikle hatalarımı anlatmayı seviyorum. Anlatacağım bu kısa macerada yaptığım hataları ele alacak ve kendi çıkardığım dersleri paylaşacağım. Kimbilir belki okuyan biri, benim çıkaramadığım bir başka ders çıkarır ve ben de bunu öğrenebilirsem mutlu olurum.
2009 yılında Ankara Yelken Kulübü üyeleri ile kurduğumuz yarış takımımızla BAYK Kış Trofesi’ne giriyor ve çok iyi işler yapıyorduk. Denize gönül vermiş amatör bir grup olarak birlikte yarışıyor ve kapasitemizin üstünde sonuçlar alıyorduk. Çok çalışıyor, çok okuyor ve çok istiyordu bu ekip. Bir daha hiç o kadar denize aşık insanlar ile yarışma fırsatı bulamadım. Ben o zaman 26 yaşında hırslı ve bir o kadar da deli bir yelkenciydim. Gerçi şu anda bile söylediklerimden çok geri sayılmam. Her ay teknem ile Marmaris’ten Bodrum’a gidiyor ve orada Ankara’dan gelen dostlarımla buluşup yarışıyordum. Kısmet bu ya, ne zaman Marmaris’ten çıksam poyraz eser orsa çekerdim Bodrum’a. Hatta çoğu zaman hava döner dönüşte de lodos ile yine orsa çekmek zorunda kalır söve söve, dona dona gider gelirdik.
Çoğu zaman yolda fırtına eğitimi almak isteyen ya da sadece mil kazanmak isteyen arkadaşlarım gelir, bu parkuru benimle yapar Bodrum’dan ayrılırdı. Şubat ayının bir ayağına ise yalnız gitmeye karar vermiştim. Yolu ikiye bölecek, Palamut Bükü’nde balık pişirip biraz keyif yaptıktan sonra cuma akşamı Bodrum’da dostlarımı karşılayacaktım. Marmaris Netsel Marina’daki teknemi hazırladıktan sonra tam yola çıkacakken babam iskeleden “Hayırdır oğlum nereye?” diye seslendi. Ben de Bodrum’a yarışa gittiğimi söyledim. “Onu biliyoruz oğlum da yanında kim var?” diye sordu. “Kimse yok biraz kafa dinleyeceğim” dediğimde; ertesi gün çok sert olmasa da kuzeyli hava geldiğini ve yanıma en azından telsiz kullanmayı bilen birini almam gerektiğini söyledi. Tabii yaş genç, kan kaynıyor “Tamam haklısın babacığım alırım birilerini” diyerek yola koyuldum. Tabii ki yanıma kimseyi
almadım, zaten o gün derdim yalnız yelken yapmaktı. Aslında babamı dinlememek çok keyif aldığım bir durumdu. Kişilik olarak, yasak, olmaz gibi kelimeler çocukluğumdan beri hayatımda hiçbir anlam ifade etmezdi ve aklıma yattığı sürece her haytalığı hem karada hem denizde yapardım. Bana bunu ilke haline getiren de doğrudan doğruya denizin kendisiydi. Ege’nin sert denizlerini geçmenin kişisel gelişimimde bana biraz haytalık kattığını itiraf etmeliyim.
Öğlen 12 sularında kuzeybatı yönünden gelen 10-12 knot aralığındaki havada teknem Moana Reva (Dufour 38 classic) bir kuğu gibi süzülüyor ve 6,5 knot ortalama ile keyifli bir seyir yapıyordum. Gecenin karanlığında Palamut Bükü’ne yanaşmış, karşılaştığım tanıdık tekneler ile sohbet edip çok keyifli bir akşam geçirdikten sonra sabah erkenden uyanıp yola koyulmuştum. Hava bu kez 25-30 knot civarındaydı ancak yarışa yetişmek için devam etmek zorundaydım. Profesyonel deniz yaşamının en zor kısımlarından biri de havaya bakmaksızın sözünüzü tutmanız gerekliliğidir ve bazen bu durum tüm hücrelerimizi yoracak kadar bizi etkiler. Nitekim o soğuk şubat günü öyle olmuştu.
Camadan attığım ana yelkenim, yarısı sarılı furling cenovam ile zevkten dört köşe yelken yapıp müzik dinliyordum. O kadar güzel bir akşam geçirmiştim ve o kadar güzel yelken yapıyordum ki, her tramoladan sonra “Oh be, iyi ki yalnız çıkmışım” diye gülümsüyordum.
Birkaç saat sonra Knidos Burnu’nu döndüğümde hava tam kuzeye drise etmişti ve bu gelişme yolumu daha da zorlaştıracaktı. Yine de keyfim yerindeydi, çok sağlam giyinmiş ve emniyet şeridine kemerimi bağlamıştım. Küçücük havuzlukta otopilota tramola emri verdikten sonra rüzgârüstü ıskotasını salıp rüzgâraltına koşup tramolayı bitiriyordum. Kendimi tek kişilik bir yarışın içinde hayal edip tramola bittikten sonra dümene geçiyor ve orsa hızımı azamiye çıkarmak için uğraşıyordum. Hava sert olduğu için müzik de sertti! Gary Moore kulaklıklarımdan deli gibi gitarını ağlatırken denizin keyfini öyle bir çıkarıyordum ki, şu anda yazarken bile oraya geri dönmek istediğimi fark ettim. Yalnız bir fark ile yanımda muhakkak birisi daha olmalıydı.
Kos Burnu’na yaklaştığımda tramola atmam gerekti ve her zaman yaptığım gibi tramolamı atıp rüzgâraltı çalışan ıskotamı tüm gücümle bir yarışçı edasında vinçlerken inanılmaz bir şey oldu. Yedek olması için yeni aldığım oldukça ucuz bir marka vinç kolu tam ortadan ikiye kırıldı ve tüm gücümle vincin üstüne düşüp göğsümü çarptıktan sonra iki vardavela telinin arasından cumburlop suya indim. Cenovanın boşunun yarısından fazlasını almıştım ve tekne gayet iyi orsa çekiyor arada bir bozulan otopilotum olmayacak şekilde ip gibi dümen tutuyordu. Nasıl olsa tekneye bağlıyım diye ceketimin üstüne geçirdiğim emniyet kemerim göğsümü iyice sıkıştırıyor ve canımı yakıyordu. Sırtım tekneye dönük şekilde bir yandan yüzümü tekneye dönmeye çalışırken bir yandan da deniz suyu yutmamak için gayret içindeydim. Giden bir tekneye bağlı olduğunuz halde geri çıkmak ne kadar zormuş ve canı yanarken insanın aklından geçenler ne kadar korkutucuymuş o anda anladım.
Yaklaşık iki dakikalık debelenmeden sonra tekneye çıkmayı başardım. Hemen tekneyi faça flok eğlendirerek aşağıya indim, çıkardığım kıyafetlerimin altında göğsümde orta halli bir kızarıklık vardı ama yine de canım çok yanıyordu. Sonradan öğrenecektim ki kaburgamın birinde küçük bir çatlak oluşmuştu.
Kuru kıyafetlerimi giyip güverteye çıkıp tekneyi rotaya soktuğumda cebimde olan telefonumun artık çalışmadığını gördüm. Hoş başka ne olabilirdi ki?.. Kaburgama mı yanayım; müziksiz kaldığıma mı?.. Müzik yerine babamın sesinin kulaklarımda yankılanmasına mı?..
İşte o sinir bozukluğu içinde yelkenlerimi indirip makineye bastım. İki saat sonra Milta Marina’ya varmıştım. Olayın şokunu ve korkusunu atlattıktan sonra kendi içime dönüp sorularımı sorduğumda verdiğim cevaplar o gün bugündür hâlâ yaşamımda inanılmaz önemli kurallar haline gelmiştir.
1. Asla teknene ucuz malzeme almayacaksın. Ucuz malzemenin bedeli bazen çok pahalı olabilir. Paran yetmiyorsa daha çok çalışıp iyisini alacaksın. Otomobil lastiğinin kötüsü olmayacağı gibi güvenlik ekipmanının, armadaki hareketli parçaların da kötüsü olmaz.
2. Yalnızken kendini her seferinde bağlasan da, bu işi üşenip veya konforunu düşünüp ceketin üstünden değil, düzgün şekilde can yeleğinin mapasından yapacaksın. Amerika’yı tekrar keşfetmenin anlamı yok.
3. En önemlisi, mecbur kalmadıkça denize yalnız çıkmayacaksın. Eğer çıkmak zorunda kaldıysan eğer en az risk alarak seyretmek durumundasın. Bu arada kimseye sakın yalnız çıkmayın diyemem. Bu bir kişisel tercih ve keyi ir ancak ben şahsım adına hayatta güzel anları paylaşamadıktan sonra yalnız olmayı çok keyif verici bulmuyorum. Buradan da yalnız dünya turu yapan üstatlarıma saygı ile selamlarımı yolluyorum.
O günden beri ne zaman yalnız kalsam emniyet kemerimi muhakkak bağlar ve bunu can yeleğinin mapasından yaparım. Hatta yalnız olmadığım zamanlarda eğer teknede oldukça deneyimli birisi yoksa yine de özellikle gece seyrinde kendinizi bağlamakta muhakkak fayda vardır. İstatiksel olarak baktığınızda, denizden adam kurtarmanın ya da kurtulmanın en garanti yolu denize düşmemekten geçer.
Şahsım adına bu kısa maceradan çıkardığım dersler bunlar. Bu maddeler çoğalabilir ve bu konuda pek çok fikir yürütülebilir. Önemli olan hata yapmamak değil, hatalardan ders çıkarmak ve açık yüreklilikle anlatabilmektir.
Birçok insanın denizciliği anlatırken durumu karmaşık ve zor göstermesi beni oldukça incitir, deniz öğrenmesi kolay, yaşı olmayan, engin bir dünyadır ve bu dünyaya herkes davetlidir. İhtiyacınız olan tek şey ise ‘aşk’tır.
Kalbinizden ilkeleriniz, güvertenizden tuz eksik olmasın.
Pruvanız neta olsun.