Miço’nun kaptanları
Cem ve Can Kozlu, ülkemizde meslek yaşamlarında zirveye ulaşmış iki kardeş. Meslekleri farklı olsa da; ikisinin ortak bir yanı var: Denizcilik. Çocuklukları Kalamış ve Bebek kıyısında geçen iki kardeşin, babaları Bülent Kozlu’nun hayatlarına kattığı Miço
Buz gibi bir hava, “Allah denizdekilerin yardımcısı olsun” dediğimiz türden. Sulu kar ve fırtına sabahtan itibaren almış başını gitmiş. Yani Kalamış’tan kalkıp da Hasköy’e gitmek eğer sıradan bir gündeyseniz karada bile esaslı bir işkence. Ancak yolun sonunda beni güzel bir sohbetin beklediğini bildiğimden midir nedir susmak bilmeyen taksi şoförüne, trafiğe ve kemiklerimi sızlatan soğuğa karşın yol su gibi akıveriyor. Haliç hattı vapurunun sunduğu İstanbul manzarası da bu keyfi taçlandırıyor.
Ben bugün şanslı günümdeyim. Çünkü mesleklerinin duayeni üç kişiyle bir araya gelerek İstanbul’un en güzel günlerine yolculuk yapacağım. Röportajın başrol oyuncuları iş dünyasının en etkili isimlerinden, Coca Cola ve Thy’nin eski CEO’SU Cem Kozlu ile dünyaca ünlü caz sanatçısı kardeşi Can Kozlu. Fotoğrafları çekmek üzere bize eşlik eden Turgay Noyan konuk oyuncu ama sanki aileden biri…
Bizi ağırlayan mekan ise Kozlu ailesinin, bugün 100 yaşını aşan baba yadigârı tekneleri Miço’ya yuva olan Rahmi M. Koç Müzesi.
1911 yılında İngiltere’de inşa edilen Miço ya da orijinal adıyla Swell, İstanbul’un artık bir rüya gibi hatırlanan en güzel günlerinde Kozlu ailesinin tatlı anılarına eşlik etmiş. Baba Bülent Kozlu’nun çok erken yaşta vefat etmesiyle Miço, Cem ve Can Kozlu tarafından çok uzun süre yaşatılmış. Ancak üzerine yılların bindiği ahşapları dikiş tutmaz olunca Miço, RMK Tersanesi tarafından kurtarılmış. Asırlık tekne bugün müzede ilk günkü adıyla geleceğin denizcilerine ilham veriyor.
Çocukluk yıllarınızda teknelerle bolca haşır neşirmişsiniz. Bize o yıllardan bahseder misiniz?
Can Kozlu:
Koç Müzesi’ne bağışladığımız teknemiz Miço’dan önce 5 beygirlik motoru olan isimsiz bir sandalımız vardı. Fenerbahçe’de dururdu. Benim denizciliğim altı yaşındayken o sandalla başladı. Ondan öncesini hatırlamıyorum.
Cem Kozlu: Biz Kalamışlıyız. Kurbağalıdere’den kurt toplar, iskelede balık avlar, plajda denize girerdik. Bir de hem Fenerbahçe’den hem de Dalyan’dan sandal kiralardık. Daha sonra kendi sandalımızı aldık, ardından da Miço geldi. Miço, tik ağacıyla 1911 yılında yapılmış 8 metrelik keç arma bir yelkenliydi. Onu neredeyse 90 sene yaşatmayı başardık. Bir ara İstanbul’un, Kanat’tan sonra yüzen en yaşlı teknesiydi Miço.
Miço’nun hikayesi nedir? Cem Kozlu:
Aslında orijinal adı Swell’di. İngiliz yapımı bir tekne. Rivayete göre İtalyan Konsolosu Türkiye’ye getirmiş. Ama biz, İtalyan asıllı bir İsviçreli olan Rafel Cavallino isimli finansçıdan satın aldık. Cavallino 1960 ihtilalinde Türkiye’yi terk edip, tekneyi burada bırakmış. Armatör Nuri Cerrahoğlu biliyordu tekneyi, o babamıza söyledi. O sırada babamın arkadaşı
tanınmış denizci Edip Ossa bey devreye girdi. Tekne, Emirgan’da bir arsada metruk halde duruyordu. Babam tekneyi göstermek için Edip Abi’yi götürdü oraya. Onun da gözü tutunca, 1962 yılında tekneyi aldık. Sonra Ayvansaray’da toparlandı…
Adı neden Miço? Cem Kozlu:
Miço, küçükken Can’ın lakabıydı. O yüzden babam bu ismi verdi.
Can Kozlu: Babam kaptan, abim süvari, ben de miçoydum. Biz babamızı erken kaybettik. Benim aldığım hayat dersinin yüzde 90’ı bu teknede oldu. Özellikle babamla birlikte teknede geçirdiğimiz son üç yaz... Tekne bu açıdan çok iyi bir platform.
Mesela... Can Kozlu:
Mesela bir şey isterdi babam benden, yapmazdım. Birkaç kez yapmadıktan sonra mutlaka bir sorun çıkardı. Bu sorunlar bazen dramatik sonuçlara yol açabilirdi. Örneğin; Admiralti çıpamız vardı. Çıpanın ucundaki ipin radanza ile donanmış olması ve ucunun babaya bağlanması gerekiyordu. Ben de 10 yaşında bir çocuğum, her zaman buna dikkat etmiyordum. Sonra bir gün ağabeyimin arkadaşı demiri atınca hepsi gidiverdi. Bu da bana ders oldu…
Bunun öncesi de var; Miço’dan önceki sandalımızda bana verilen görev, motor çalıştığında egzoztan su gelip gelmediğini kontrol etmekti. Öyle ya, su soğutması olmazsa motoru yakarsın.
Biraz daha büyüdüğüm yıllarda bir ağabeyin teknesi vardı. Bir gün ben iskelede onu seyrediyorum. Teknesini çalıştırdı ama baktım su atmıyor. Onu “Abi aşağıdan su gelmiyor, durdur motoru” diye uyardım. Hemen istop etti. Sonra arızayı buldular. Sonra etra akiler ona “Oğlum farkında mısın, o velet o gün senin motorunu kurtardı” demişler. O da onun üzerine teknesine benim adımı vermişti. Yani babam bana o kadar iyi eğitim vermiş, ben de o kadar içselleştirmişim ki, denizciliğe 20 sene ara vermeme rağmen tekrar başladığımda gördüm ki; hâlâ hiçbirini unutmamışım.
Babanızın denizciliği neredenmiş? Cem Kozlu:
Babamızın babası Bahriye Nezareti Hukuk Müşaviri imiş. En yakın arkadaşı Cumhuriyet’in ilk Donanma Komutanı Hamdi Denizmen. Kendisi Mecidiye’nin süvarisi. Hamdi Bey’in en yakın ve dolayısıyla dedemiz Halis Bey’in çok yakın bir arkadaşı da Rauf Orbay. Hamdi Bey ve Rauf Bey sık sık bize gelirmiş. Babamın denizcilik merakı da babasının bu iki arkadaşı ve onların sohbeti sayesinde başlamış diye tahmin ediyorum.
Can Kozlu: Babamız da babasını 1819 yaşında kaybedince Hamdi ve Rauf Bey’ler onunla ilgilenmişler.
Denize açıldığınızda anneniz de eşlik eder miydi size?
Can Kozlu:
Evet gelirdi. Özellikle de balık tutmayı çok severdi. Şöyle bir şey hatırlıyorum: Kalamış Koyu’nda bizim teknenin iki yanından iki çapari sallanmış, annem de ortada balıkları oltadan çıkartıyor….
Miço’yla nerelere giderdiniz? Cem Kozlu:
Marmara Denizi’ndeydik hep. Zaten ben küçükken Marmara bana dünya gibi gelirdi. Adaya bile iki günde giderdik. İlk gün Küçükyalı’da koyun içine girer demirlerdik. Gece orada uyurduk, bütün gece tren sesi duyduğumu hatırlıyorum. Sabah da kalkıp Çam Limanı’na geçerdik. Ciddi bir yolculuktu yani.
Can Kozlu: Marmara Adası’na gitmek, Cebelitarık’a gitmek gibi bir şeydi.
Babanız güvenir miydi teknenize? Can Kozlu:
Adadayken, Eşek Poyrazı’na yakalandığımız olurdu. Hiç kimse kafayı çıkaramazken babam “Alın demiri gidiyoruz” derdi. İçeride her şey neta edilirdi, vura vura giderdik. Çok denizci bir tekneydi Miço. Büyük tekneler çıkamazken biz bodoslama vura vura giderdik.
Cem Kozlu: Bir gün babama “Bu tekne Atlantik’i geçer mi?” diye sordum. O da “Oğlum her tekne geçer, sen esas ‘bu kaptan Atlantik’i geçer mi?’ diye soracaksın” diye yanıtlamıştı.
Teknede kamara var mıydı? Cem Kozlu:
Yarım kamara, iki ranza vardı. Başaltında tuvalet bulunuyordu. Can Kozlu: Konfor aranmazdı, herkes bir şekilde yatardı teknede.
Babanızın vefatından sonra kim kaptan oldu?
Can Kozlu:
Babamdan sonra kaptan ağabeyim tabii ki. Ben 17-18 yaşına gelince tekneyi alıp çıkacağım da nasıl çıkacağım? Ağabeyimden izin almam gerekiyordu. Zaten çok fazla cesaretim de yoktu.
Denize ne zaman ara verdiniz? Cem Kozlu:
Üniversite, okul derken denizle aramıza mesafe girdi. Can Fransa’ya ben de Amerika’ya gittim. Burada da pek kimsemiz kalmamıştı. Miço uzun yıllar Fenerbahçe’de durdu.
Sonra ben 1973 yılında Amerika’dan döndüm. Can’la birlikte tekneyi toparladık ve Bebek’e götürdük. Orada arkadaşım fenere yakın bir tonoz attı. Yazın o tonozda, kışın da aynı yerde kızaklar vardı orada dururdu. Miço’yla 10 sene de Bebek’in keyfini çıkardık. İşten çıkardım, arabayla Akıntıburnu’nu geçince hava üç derece serinleyiverirdi. Ondan sonra tekneye gider, bağlı olduğu yerde denize girer, yer içer sonra da evimize dönerdik. Kışın da kızaktayken ızgaramızı yapar, yer, içerdik. Yani Miço’nun kışın da çok keyfini çıkardık. Hap kadar kokpit bizim mahallenin balkonu gibiydi.
Pekiyi ayrılık vakti nasıl geldi? Can Kozlu:
Ayrılık sanırım ağabeyim için daha zor oldu. Çünkü son yıllarında daha çok o bakmıştı teknemize. Miço’yu bir sene daha yaşatabileceklerini ama yapılacak masrafın buna değmeyeceğini söylediler.
Cem Kozlu: Miço artık 90 yaşına gelmişti. Yaşatmak için elimizden geleni yaptık. Dışını fiber yapmayı dahi düşündük. Ama hiçbiri olmadı çünkü ahşap artık dikiş tutmuyordu. Tekneyi Rahmi Koç görmüş, beğenmiş. Sahibinin biz olduğunu öğrenince aradı ve müzeye bağışlayıp bağışlamayacağımızı sordu. Biz de çok mutlu olduk tabii. Sonuçta baba yadigârı, kırıp şöminede mi yakacaksın? Kullanılamıyor da. Allah kurtardı yani. Onarıldı, çok da güzel oldu.
Şimdi yine her ikinizin de teknesi var değil mi?
Can Kozlu:
1,5 ay kadar önce yeni bir tekne aldım kendime. Bugüne kadar genellikle kiralık teknelerle denize açıldım. Hem uzun yol yaptım hem de birçok kez eğitim aldım. Çok iyi bir İngiliz kaptandan ağır hava seyrini öğrendim. En son kiraladığım teknenin performansından hiç memnun kalmayınca ‘yeter’ dedim ve kendi teknemi almaya karar verdim. Bir Amerikalı’nın 80’li yıllarda 30-40 adet ürettiği Liberty marka teknenin 28 feet’lik modeli. 37 yaşında cutter armalı. 28 feet ama ağırlığı tam 5,5 ton. Tam bildiğiniz kıç baş hacıyatmaz. Amerikalıların ‘pocket cruiser’ dedikleri türden bir tekne. Forumlarda yazılanlara göre önceki sahibi bu tekneyle defalarca Atlantik geçmiş. Biskay Körfezi’nde 12 bofor hava yemiş, bir tek rüzgâr dümeni kırılmış. Eski sahibi tekneyi daha sonra İstanbul’a getiriyor ve bir Türk’e satıyor. O da sekiz-dokuz sene kullanıyor. Ben tekneyi ondan aldım.
Nerede duruyor şimdi? Can Kozlu:
Tekneyi aldıktan hemen sonra son derece sert havada İstanbul’dan Marmaris’e götürdük. O seyirde son derece güvenli ve denizci bir tekne olduğunu gördüm. Şu an Netsel Marina’da duruyor. Bu kış orada biraz toparlanacak sonra da yaşadığım yer olan Gümüşlük’te bir tonoz ayarlayıp oraya alacağım. Cem Kozlu: Can’ın yarışçılığı da var. Can Kozlu: Rahmetli Mustafa Miharbi’nin X-mayıs ekibinde bulunan arkadaşım İzzet Özberki piyanocuya ihtiyaçları olduğunu söylemişti. Öyle birkaç yarışta piyanoculuk yaptım. Hatta yarış tecrübem olmadığı için, ilk yarış öncesi Ataköy Marina’ya gittim ve teknenin piyano bölümünün fotoğraflarını çektim. Bir baktım her iki tara an beşer tane halat gidiyor. Fotoğrafları çektikten sonra inceledim, halatları ezberlemeye çalıştım. Sonra İzzet beni Mustafa Abi’yle tanıştırırken “Bu Can, piyano kullanacak ama aslında davulcu” dedi. Ve biz iki sene üst üste trofeyi kazandık o ekiple. İki senenin sonunda Mustafa Abi yeni bir tekne aldı ama biz o tekneyi abrayamadık. Bir süre sonra ekip dağıldı, benim de yarış hayatım bitti.
Cem Kozlu: Can’lar Dalmaçya Regattası’nda da birinci oldular.
Can Kozlu: Cem’in 50 feet’lik teknesi ve Darko isminde inanılmaz bir kaptanı var. Kendisi Hırvat. Yerel rüzgârlar ve coğrafi koşullarla ilgili bilgisi mükemmel. İki günlük yarışın sonunda kupayı aldık. Galiba son yarışım da o oldu. Çünkü artık bir yerden bir yere daha hızlı gitmek istemiyorum.
Siz teknenizi nasıl aldınız Cem Bey? Cem Kozlu:
Teknemin modeli Beneteau Sense 50. Ondan önce ikinci el bir tekne almıştım ancak Dock and Go sistemi çok sorun çıkardı. Tezmarin de tekneyi onlardan almadığım halde bana çok yardımcı oldular ve yerine bu tekneyi verdiler. İki yazımı Dalmaçya’da geçirdim, hemen hemen beşer ay. Zaten sürekli Hırvatistan’da duruyor.
Teknemden çok memnunum. Ayrıca yelken yarışlarında gördük ki son derece de yarışçı bir tekne.