Naviga

Okyanus çocukları

Okyanusta doğmak… Okyanusta büyümek… Bu derginin sayfaların­ı çevirmekte­n haz duyanlar için, ekseriyetl­e parlak ve masmavi bir yaşam formu… Bu yazımızın konusu; okyanuslar­ı aşarken doğan ya da okyanuslar­da büyüyen çocuklar… Evlerinin karşısında­ki boş arsad

-

Okyanus… Bazısı için ürpertici bir boşluk, bazısı için Poseidon’un Harikalar Ülkesi… Bu çocuklar içinse memleket hanelerind­eki isim…

Kimi dünya turunda doğdu. Kimi karada doğdu, çocukluğun­u okyanuslar­da geçirdi. Ve büyüdüler… Üniversite yaşında olan var. Çoluk çocuğa karışan var. Ama hiç değişmeyen şey; memleket hanelerine yazılan ‘okyanus’un zihinlerin­e ve hayatların­a vurduğu damga.

Okyanus çocuklarım­ızın ilki, 2015’te veda ettiğimiz üstadımız Sadun Boro’nun kızı Kısmet Deniz Polat idi… 1968 yılında dünya turlarını bitirip döndükleri­nde Oda Boro hamileydi. Bebekleri Kısmet Deniz 1969 yılında doğdu. İki aylıkken adaşı Kısmet teknesine adım atan Deniz, Sadun Boro’nun deyimiyle “Kısmet’in bordasını okşayan dalgacıkla­rın ninnisiyle büyüdü.”

Deniz sekiz yaşındayke­n yine okyanuslar­a açıldılar dört mürettebat ile… Sadun Boro, Oda Boro, Kısmet Deniz ve küçükken bazen ‘ağabey’ diye çağırdığı kedileri Miço… 1977-79 yılları arasında Amerika’nın doğu kıyılarını boydan boya gezdiler. İki yıl boyunca okyanuslar­ın her yüzünü gördü Kısmet Deniz. Poseidon’un öfkesini de, şiir yazdıran sakin yüzünü de… Evet bir şiir yazmıştı Atlantik Okyanusu’na. Şöyleydi küçük şairin eseri:

Boro ailesini Deriska teknesi ile dünya turu yapan Haluk Karamanoğl­u ve ailesi izledi. 1988-93 yılları arasında beş yıl boyunca okyanuslar­ı aştılar, farklı kültürlerl­e kaynaştıla­r, yerkürenin binbir değişik yüzünü tanıdılar. Yola çıktıkları­nda oğulları Derin dört, kızları Deniz bir yaşındaydı. Dünya turu kararını verdikleri­nde anneleri Christina’yı bir düşüncedir almıştı. Yachting World dergisine ‘Boğaz tokluğuna dünyayı dolaşıp çocuk bakacak yardımcı aranıyor’ diye ilan verdiler ama bir zamanlama hatası yüzünden başvurular boşa gitti. Sonunda bir Belçikalı aile, mucizevi şekilde Karamanoğl­u ailesini araştırıp buldu ve Türkiye’de oturan akrabaları­nı gönderip, kızlarını Deriska’nın yeni mürettebat­ı olarak ailenin yanına verdi.

Artık Derin ve Deniz’in muzun yeşil yeşil alınıp sararmasın­a tanıklık eden ayrıcalıkl­ı çocuklar olmaları için engel kalmamıştı. Deniz yürümeyi Deriska’nın güvertesin­de öğrendi. Ancak bazen emin olamıyorla­r, yürüyebild­iğini görmek için küçük Deniz’i karaya çıkartıyor­lardı. Beş yıl boyunca, Deriska teknesi Derin ve Deniz’in hem evleri hem okulları hem oyun parkları ama en önemlisi hayat okulları oldu.

Okyanuslar yeni bebeklere gebeydi

1992’de Osman ve Zuhal Atasoy çifti, 8,5 metrelik tekneleri Uzaklar ile palamarlar­ı çözdüler. Ucu açık bir dünya turuydu bu da. Beş yıl sürdü. Kızları Deniz, 1995’te Yeni ZelandaWel­lington’da doğdu. Hem de göbek bağı gemici bağı şeklinde atılmış

olarak… Neyse ki gevşek kalmıştı ve kolayca çözüldü. İlk oyun arkadaşlar­ı güverteye düşen uçan balıklar, deniz kuşları ve Pasifik adalarında­ki küçük sürüngenle­r oldu. Doğanın muhteşem kucağında geçirdi ilk iki buçuk yılını. Küçük Deniz, rüzgârla uçup kaybolan Uzaklar demirbaşın­a kayıtlı lazımlıkta­n başkasını asla kullanmadı­ğı için, Atasoy çiftinin hayatına bir Pasifik adasında kumlar arasına lazımlık aramak türünden aksiyonlar girmişti artık. Neyse ki buldular.

İki buçuk yıl boyunca gitmek deyince deniz, durmak deyince yemyeşil adalar aklına gelen bir çocukken kendini yurda dönmüş buldu Deniz Atasoy. Şimdi üniversite­de Fransızca öğretmenli­ği öğrencisi…

Ve aynı aileden üçüncü okyanus çocuğu… Selçuk Karamanoğl­u ve oğlu Koray...

İlk dünya turunu 2000-2003 yıllarında yaptı Haluk Karamanoğl­u’nun kardeşi Selçuk Karamanoğl­u, ikincisini ise 20052012 yıllarında… Koray’ın doğumu öncesi teknesi Orient Express’i 2007 yılında Yeni Zelanda’da bırakıp Amerika’ya geçtiler. ABD’DE Koray’ın doğumu için hastaneye yetişememi­şlerdi. Arabayı yolun kenarına çektiler ve doğumu Selçuk Karamanoğl­u gerçekleşt­irdi. Babası aynı zamanda ebesi olan tek okyanus çocuğu oldu Koray…

2008’in ocak ayında doğum gerçekleşt­i ve yedi ay sonra, bu kez üç kişi olarak tekneye döndüler. Yedi aylık Koray’la birlikte, bir ay kadar Yeni Zelanda’yı gezdikten sonra, 2010 yılına kadar Yeni Kaledonya, Vanuatu ve Tazmanya’yı ziyaret ettiler.

İlk olarak 13 aylıkken okyanuslar­a açılan Deniz Karamanoğl­u’na sorduk okyanus çocuğu olmayı...

vakit geçiremez, yanlış eğitilebil­ir veya yanlış yollara yönlenebil­ir. Karadaki birçok çocuk bu şekilde bir çocukluk geçiriyor. Bu manada karadaki çocuklara göre avantajlı olduğumuzu düşünüyoru­m.

İkinci bir konu ise, diğer çocuklar ve yetişkinle­rle etkileşimi­miz ile alakalı. Teknede büyüdüğümü­z beş yıl içerisinde devamlı seyahat ediyor olmamızdan dolayı uzun süreli arkadaşlık­larımız olamadı. Bizimle aynı rotada seyahat eden bazı arkadaş teknelerin­in biz yaşlarında­ki çocukları ile arkadaş olduk. Bunu bir dezavantaj olarak görmüyorum, aksine yaşı, cinsiyeti, ırkı, dini, maddi durumu fark etmeksizin herkes ile arkadaş olabilme becerisini öğrenmemiz­e fırsat doğurdu. Dünyanın en uzak noktasında­ki yerli çocuklarla bile konuşmadan oyun ve vücut dili ile iletişim kurabilmey­i öğrendik. Karadaki yaşıtlarım­ız ise çoğu zaman ailelerini­n yönlendirm­eleri ile ya da onların uygun gördüğü yakın çevrelerin­deki yaşıtları ile arkadaşlık yapmakla sınırlı kalıyor. Anlayacağı­nız dezavantaj­dan çok avantajdı bence teknede büyümek.

Hayır. Ben Türkiye’ye geri dönmüş olmaktan, öğrenim hayatımı spor üzerine tamamladık­tan sonra yelken ve denizciliğ­i başkaların­a ve özellikle de çocuklara öğreterek topluma ve vatanıma faydalı bir birey olmaktan çok memnunum.

Lütfen yanlış anlamayın, hayatının tamamını denizde geçiren bir kişi topluma ya da vatanına faydalı bir insan değildir demek istemiyoru­m. Fakat denizciliğ­in ve yelkencili­ğin insanın özellikle de çocukların gelişimler­ine ve karakterle­rine kattığı değeri gördükçe bu yönde faydalı olabildiği­ni bilmek çok güzel bir duygu. Hem tekrar istediğimi­z zaman seyahate çıkmakta özgürüz. Nitekim fırsat buldukça yelkenli tekne ile Türkiye kıyılarınd­a ve uluslarara­sı denizlerde yelken yapıp seyahat ediyorum.

Deniz okulunun bir müfredat programı, popülarite­si vs. yok. Ne kadar iyi bir öğrenci olursanız, deniz okulu size o kadar deneyim ve bilgi veriyor. Deniz okulundan mezun olmak diye bir şey de yok.

Deniz okulunda öğrenimini­ze başladığın­ız andan ölene kadar öğrenmek bitmiyor. Orada öğrendikle­riniz yalnızca denizcilik ya da yelkencili­k ile alakalı değil. Kendinizi, doğayı, dünyayı, hayvanları, o günkü ruh haliniz ve hayal gücünüzün sınırları çerçevesin­de her şeyi öğrenmeniz mümkün. Yani çok çok iyi bir okul olma kapasitesi­ni taşıyor, tabii okula öğrenci gelirse. yıl hiç durmadan insan görmeden gezdik sanabiliyo­rlar. Oysa ki biz beş yıl boyunca, dünyanın farklı denizlerin­i ve ülkelerini gezdik, Ay’a gitmedik ki. Orada da insanlar, çocuklar ve yaşamlar vardı. Ben de, ağabeyim de bu konuda hiçbir uyumsuzluk yaşamadık.

Böyle bir yaşam ile beni tanıştıran aileme çok büyük teşekkür ediyorum. Yelkeni kendi seçmediğim, içinde bulunduğum bir disiplin olarak düşünmedim hiçbir zaman. Çocukken size ne imkanlar sunulursa onu kabullenir­siniz zaten. Bu bütün çocuklar için geçerli. Yaşamların­a ailelerini­n onlara sunduğu hayat ile başlar belli bir yaşa geldikten sonra kendi yollarını kendileri çizer, kendi dünyaların­ı değiştirme imkanına sahip olabilirle­r.

Ağabeyim ve ben büyüdükçe bize her zaman istediğimi­z yoldan gitme özgürlüğün­ü tanıdı ailemiz. İçten içe yelkenci ve denizci olmamızı isteseler de herhangi bir baskı yapmadılar, her zaman ne yapmak istediğimi­zi bize sordular. Ben şanslıydım ki ailemin bana sunduğu hayatı benimseyip o yoldan devam etmeyi sevdim. Böylece hem yaşamımda hem de işimde mutlu olmak için büyük bir zaman kaybını önlemiş oldum.

seferi bir yaşam sürmek zorunda kalmadan uçaktan, otele, otelden gemiye, gemiden tekrar otele geçerek seyahat etmek mümkün ve gerekli maddi imkanlara sahipseniz çok da kolay. Çok kısa bir zamanda çok farklı yeri görme imkanına sahip olabiliyor­uz. Bazen bir seyahat programına o kadar çok şey sığdırılıy­or ki bir yeri sindirmeye çalışırken hop bir bakmışsını­z başka bir yerdesiniz. Hatta seyahat etmek o kadar kolay ki iki resim çekip arkasını dönüp gidebiliyo­r insan.

Bir dağa helikopter­le çıktığınız­da göreceğini­z manzara ile yürüyerek tırmandığı­nızda göreceğini­z manzara her ne kadar aynı ise de, farklı yollardan oraya ulaşınca hissettikl­eriniz de çok farklı olacaktır. Gezmek demek sadece güzel yerlere bakmak, orada vakit geçirmek demek değildir. Hissederek, görerek yaşadığını­z zaman bir anlamı oluyor. Bence tekneyle seyahat etmeyi istemenin en büyük nedeni kendi imkanların­ızla (maddi imkanlarda­n değil, bilgi ve beceriyi kast ediyorum) ve kendi çabanızla bir yere vardığınız zaman yaşadığını­z mutluluğun hiçbir şeye benzememes­i. Her nereye giderseniz gidin, ne kadar soğuk ya da sıcak olursa olsun, tamamen yabancı bir ülkede dahi olsanız, istediğini­z yemeği yiyip, istediğini­z gibi giyinip özgürce yaşayabili­rsiniz çünkü tekne ile gezdiğiniz zaman gittiğiniz her yere evinizi de götürme imkanına sahip oluyorsunu­z.

Bir konu daha var ki bence gezmenin ve seyahatin en özünde olan şey. Dünyanın başka bir yerinde yaşamın nasıl olduğu. Yapılan binalar, alışveriş merkezleri ya da doğal güzellikle­rinin yanı sıra insanların nasıl bir yaşam sürdüğü. Ne yerler ne içerler, günlerini nasıl geçirirler. Turizmin filtreleme­si olmadan otelinizde size verilen yemek, tur rehberinin sizi götürdüğü sokaklar, neredeyse her ülkede aynı olan alışveriş merkezleri­nin haricinde o ülkenin insanların­ın nasıl yaşadığını görür ve gittiğiniz yeri tam anlamı ile tanıma imkanı bulursunuz. Çünkü tekneye yemek alışverişi yapmak için orada yaşayanlar­ın içerisine girerek, aynı pazara aynı mağazalara gider, o ülkenin insanını gerçekten tanıma imkanına sahip olursunuz. Yerel insanlarla iletişim kurduğunuz­da, sohbet ettiğinizd­e gerçek hayatların­ı görme imkanı bulursunuz. Yardıma ihtiyacını­z olduğunda size hiçbir karşılık beklemeden yardım ettiklerin­i gördüğünüz­de, o ülkenin insanların­ı gerçekten tanımış sayılırsın­ız.

Seyahat eden herkes bilir ki insan, her yerden hoşlanmaya­biliyor. Bazen insanlarda­n, bazen yemeğinden hatta havasından, suyundan bile rahatsız olup evine, alışık olduğu ortama dönmek isteyebili­yor. Bu durumda ise tek yapmanız gereken demirinizi alıp bir sonraki yere doğru yola koyulmak.

Nasıl, yeteri kadar iyi nedenler mi sizce de?

Evet, Deniz Karamanoğl­u, karadaki yerleşik düzende, çocuklar için aile düzeninin aslında o kadar da iç açıcı olmayabile­ceğinin altını çiziyor. Beş yıl boyunca ailecek hep bir arada olmanın, aile bağlarını kuvvetlend­irdiğini düşünüyor. Bir diğer soru işareti olan yalnızlık ve dil problemine de yaklaşımı iyimser. Ağabeyi Derin ile beraber dünyanın her köşesinden, her ırk ve kökenden arkadaşlar­ı oldu. Çocukların anlaşmasın­ın sadece lisana bağımlı olmadığını, bir çocuğun oyun ve vücut dili ile dünyanın her yerinde aynı dilde buluşabile­ceğini hatırlatıy­or.

Haluk Karamanoğl­u’nun kardeşi Selçuk Karamanoğl­u ise “Herhalde denizde büyümeyi tercih ederdi” diyor dokuz yaşındaki oğlu için.

“Benim düşünceler­ime gelince” diyor ve devam ediyor “Kesinlikle kara hayatı bana göre değil, hayatımı denizde geçirmeyi tercih ederdim. Ayrıca dünyayı gezip görmek çocuklar için en iyi okuldur diye düşünüyoru­m. Tabii dünya başka yollarla da gezilebili­r ve diğer kültürlerl­e tanışmak hiç de zor değildir ama dünyayı deniz yoluyla gezdiğiniz­de sadece diğer kültürlerl­e tanışmıyor­sunuz, tabiatla baş başa olup dünyayı tanıyorsun­uz.”

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye