Küçük istimbot
Bu sayıda öyle mitoloji, tarih, efsaneler, coğrafya, alaska frigolar yok. İçinde yaşadığımız mevcut durumlara dair tatsız tuzsuz haller.
Samos yolunda güncel dertler
Klima Koyu'ndan yüzümüzde bir milyon mutlulukla ayrıldık, istikamet Pitagorion (Samos) Marina. 5 mil civarı bir yolumuz var. Marinaya vardığımızda artık Dilek Boğazı'ndan da çıkmış olacağız. Yüzümüzdeki mutluluğun sebebini aslında tam bilmiyorum. Yani, evet, uygun fiyata güzel yemek yiyorsun, deniz tertemiz, berrak, insanların yüzü gülüyor, sakinlik, genel bir huzur var, tamam ama tüm bunlar bizleri neden birden bire mutlu ediyor anlamıyorum. Belki de özgürlük hissi. Kış boyu ağılında karanlık ve boynundan bağlı ortamda tutulmuş koyunlar gibi, bahar gelince çayıra çimene salıverilmek mi acaba sebebi? Aslında kendi içinde de hüzünlü, zira yine o ağıla gireceğiz.
Bu konuyu birazdan genişletelim derim, şimdi Psili Amos Koyu'nu bordalıyoruz. Bu şirin koy ve koy ağzını kapatan uzun adacık selamlamayı hak ediyor. Psili Amos gibi, bu coğrafyadaki yer isimlerini farklı farklı şekillerde yazabiliyorlar, o yüzden isimleri yanlış yazdığımı düşünüyorsanız, çok da takılmayın. Bu yazım farklılıkları konusundaki detaylı kafa patlatmayı geçen sayıda yapmıştık, meraklısı okuyabilir.
Psili Amos'tan sonra sancağınızda geniş bir plaj açılıyor. Bu açıklığın rüzgârı çok ilginç. Hani derler ya Dilek Boğazı dışarıdaki havadan birkaç bofor daha fazla eser diye. İşte bu bölge de Dilek Boğazı'ndan birkaç bofor fazla esiyor. Ne zaman aşağı doğru geçsek sancaktan diri bir hava göndererek bizi selamlar ve Pitagorion'a kadar bu rüzgârla bizi uçurur gider. Ana yelken açmaya üşendiğimiz kısalıkta bir rotada, sadece cenovayla, tatmin edici hızda eliyle götürür sizi marinaya bağlar. Bu körfezin adı ne mi? Mikali! Geçen sayıyı okuyanlara tanıdık gelebilir. Dilek Boğazı'nın bizim taraſtaki en yüksek dağının antik çağdaki adı ne idi? Hani iki bin sene önceki coğrafya kitabında Strabon'un bahsettiği dağ?
Mykale! Mykale dağı karşısındaki bu koyun ve plajın adına Mikali Plajı denmiş, hâlâ bu ad kullanılıyor. Amasyalı, Anadolulu hemşerimiz Strabon'un dile getirdiği ismi biz kullanmasak da, bölgede bu isim bir şekilde yaşıyor ve yaşatılıyor.
Mikali Plajı boyunca bizden uzaklaşan kıyı şeridi, marinaya yaklaştıkça yanımıza sokulur. Birkaç modern bina ve otelden sonra sanki taşlara, kayalara oyulmuş hissi veren Pitagorion Marina girişine vasıl oluyoruz. Telsizde 9. kanalı kullanıyor marina. Bizim marinaların 72-73'lerine alışınca 9. kanalı biraz garipsiyoruz.
Pitagorion Marina
Üç dört sene öncesine kadar içinde tekneler olan ama hiç dükkanı olmayan bir marinayken, iki senedir içinde tekneleri olan bunun yanında 3 (yazıyla üç!) dükkanı daha olan bir marina oldu. Komik ama öyle. Son dönemde bir kafe, bir market, bir de yat malzemesi satan dükkan açıldı. Hepsi bu. Yat malzemecisinin vitrininde malzemeleri görebiliyorsun da daha hiç kapısını açık yakalayamadım. Sürekli siesta... Ya da marketin sahibi burayı da işletiyor olabilir. Market de eh işte, çeşit de miktar da az cinsten, yavan. Kafe iyi çalışıyor denebilir. Marinada kalan Avrupa ülkeleri vatandaşlarının rağbet ettiği bir mekan haline gelmiş. Sabahları ve akşamları oldukça popüler. Haſtada bir kuzu çevirme bile yapılıyor. Çalışanlardan biri de Yunan kaptanla evlenip buraya yerleşmiş bir Türk kardeşimiz. Marinanın sözde internet servisi olsa da hiç çektiğini görmedim. Kafenin popülerlik sebeplerinden biri de kablosuz ağının olması. Yetmişli yaşların üzerinde, oldukça fazla Avrupalı tekne sahibi yaşıyor burada. Bana bir zamanların ‘Martı Marina'sını hatırlatıyor. Hepsi birbiriyle kaynaşmış, uygun fiyatlı huzurlu bir marinada yaşlılıklarını geçiriyorlar. ‘Uygun fiyat'a mı takıldınız?
Şimdi biraz konuyu didikleyelim. Diyeceksiniz ki, “A be Çeto, o marina için uygun fiyat diyorsun da euro aldı başını gitti, bu marinanın bizim için nesi uygun fiyat?” Ben de haklı olarak “Höh!” diyeceğim! Tamam euro aldı başını gitti de, senin ülkendeki marinaya sanki TL cinsinden mi ödeme yapıyorsun? Euro artınca, bırak yurt dışını, kendi ülkemizdeki marinanın da fiyatları uzaya çıkarıyor! Senin maaşın ne kadar artıyor? Sessizlik. Adamın marina euro, maaş euro. Bitmedi. Geçtim kur hikayesini. Marina cidden bize göre ucuz. Mesela bu yaz mecburiyetten kaldığım Turgutreis'teki marinada bir geceye 55 euro verdim. Didim, Bodrum, Kuşadası çok mu farklı fiyat olarak. Eh. Çevre marinalar biraz daha ucuz olabilir ama hiçbiri Pitagorion kadar uygun değil. Aynı teknenin Pitagorion Marina'daki gecelik ücreti 28 euro. Üstelik elektrik, su da fiyata dahil. Kalite olarak, ‘elit' atmosfer olarak filan, elbet karşılaştırılmaz da, biz yelkenli tekne sahiplerinin istediği zaten duş-tuvalet-tonoz-elektrik-sudan başka nedir ki? Sen de gidip lüks marinada kalma diyeceksiniz de hani uygun fiyatlı bağlama yerleri? Gösterin oraya gidelim. Bodrum'un içini geçtim, uzak köşesindeki bir iskele sadece gecelik bağlama için 100 TL diyor. Elektrik-su hariç. Tuvalet için yandaki otele kaçak giriyorsunuz. Duş hak getire. Ama bağlama gecelik 100 TL. Breh breh. İskeleden şehre taksiyle bile gidemiyorsunuz, taksi durağı yok. Hadi o özel bir iskele diyelim, limanlar kimler için arkadaşlar? Her kasabanın her şehrin bir belediye iskelesi, kordonu yok mu? Oralar niye kapalı bizlere. Açık da işte adı açık sadece. Gidin bakalım yer bulabilecek misiniz, yer buldunuz diyelim ne rakamlar istenecek bilemezsiniz. Çanakkale'de farklı, Datça'da farklı, Bozcaada'da farklı. Yaz boyu sosyal medyada paylaşılan iskele bağlama tarifelerini gördünüz mü? Fakat cruiser'ların sıraya girdiği, Ege'nin en popüler adalarından Patmos'a girip, limana bağlanıp aynı tekne için günlük 5,5 (yazıyla beş buçuk) euro ödüyorum. Hani nerde denge, nerde insaf, nerde insanlık, nerde amatör denizciliğimizi kollayan devletimiz. Adaların bizdeki belediye limanlarına
karşılık gelen bağlama yerlerinde durum bu. Pitagorion'da marinaya girmem, şehir içindeki limana bağlanırım derseniz, o da 5-6 euro'larda.
Hele bu yaz bir Selimiye maceram var ki evlere şenlik. Tekneyle bir gece kalmam gerekti. Köy iskelesine yaklaştım. En az beş adet boş yer var. Her biri koca motoryat alacak genişlikte. Yani benim kayık boyutlarında sıksan on tane yanaştırırsın. Hangisi uygun olur diye açıkta bakınırken görevli iskeleye geldi ve yer yok gibilerden hareketlere başladı. E yer var diyorum, yok, onların parası ödenmiş, sahibi gelebilirmiş. “Bu akşam mı gelecek?” diyorum, “Belli olmaz, bilemeyiz ne zaman geleceğini” diyor, iyi mi? Nasılsınız amatör denizciler? Nasıl hayat? Artık birkaç afilli motoryat sahibi iskelenin bir bölümünün günlük kirasını bastırıyor, gelmese de boş tutuyor orayı gördünüz mü? Vaaay be. Yani her şeyi devletten beklemeyin, bakın normal motoryatçı da sizi .... öpebiliyor diyelim?!?! O köyde beş sene yaşadım, çocuk büyüttüm, çöp parası adı altında, ecr-i misilinden SSK'YA, vergisine kadar devlete, muhtarlığa ne ödemeler yaptım, kendimle beraber kaç kişiye ekmek sağladım. Arkadaşlarım var, dostlarım var fakat eski köyüme bir yabancı gibi alargada uzaktan bakabildim, iyi mi? Yanlış anlamayın, iyilik beklemiyoruz, gecelik ücret neyse ödemek üzere geliyoruz iskeleye, yer yok. Ama var?? Yok, o yerin sahibi var! Gelecek mi? Bilmiyoruz, gelebilir deee, gelmeyebilir de. Ama yer? Yok, yok, yer yok... Bu kısır döngü sürer gider böylece.
Geldiğimi duyup arayan yerli bir kardeşimle paylaştım ve iki dakika sonra aradı. Abi bir gecelik iskelede kalabilirmişsin, haber geldi dedi. Böyle mi olmalı? Yani araya insan koyarak mı sığınmalıyız biz memleketimize? Geçtim amatör denizciliğimizi, bir dairede, bir kurumda işimiz olsa illa bir tanıdık, bir işi bilen aracı arayışımız nedendir? Çünkü sistemimiz bireyleri hep aşağıda görüyor, insanına hep güvensiz, insanını hep ezerek yürüyor. Seçilmişi de, atanmışı da hepsi bir. Eline bir salahiyet alan yüzüne somurtuk bir ifadeyi oturtuyor ve sanki atomu parçalar gibi önemli hallere giriyor. Koca koca adamlar şehirlerde bunu yaparken, bir köyün iskelesini işleten sistem ne yapsın, büyüklerinden böyle görmüş.
Neyse asabımız bozulmadan konumuza devam edelim. Pitagorion Marina'ya gelirken 32 amperlik marin tip elektrik fişiyle ya da adaptörüyle gelmenizi tavsiye ederim. Marina imkanları kısıtlı ve şehirde de hazır bulma imkanınız yok. En son arkadaşımın teknesi için kablo ve fişleri şehirden alıp kendimiz bir adaptör yaptık.
Yürüyüş seviyorsanız marina ve şehir arasında yaklaşık 10 dakikada kat edilebilen güzel bir patika var. Manzarası harika olduğundan sıkılmadan yürünebiliyor. Tek sıkıntılı kısmı şehrin arıtma tesisinin de bu yol üzerinde olması. Bazen koku ve gürültü can sıkıcı olabiliyor. Ha koskoca Turgutreis'in arıtma tesisi yokken, bir adanın küçük bir yerleşiminde böyle bir tesisin olması da bizim için ayrı bir acıdır ya, neyse. Bu yolda özellikle gün batımında şehir ve liman içinde alargadaki tekneler müthiş manzaralar oluşturur, fotoğrafa meraklıysanız aklınızda olsun.
Marina resepsiyonu gayet mütevazı, küçücük bir ofis. Hemen yanında kocaman, havaalanı kulelerine benzeyen, değişik mimaride bir bina daha var ama hiç giren çıkan görmedim. Bomboş duruyor öylece. Manzarası enfes, o kesin. Bu marinayla bir ara Türkiye'den bir şirket ilgilenmiş, hatta oldukça da yol alınmış. Fakat stratejik sebeplerden midir nedir, Yunan tarafından izin çıkmamış, iş kalmış.
Marinanın bir liſti de var. Öyle bizim marinalardaki gibi indir kaldır yoğun bir trafik yok, her yer bomboş, sessiz, sakin fakat nedense liſte yatırım yapmayı ihmal etmemişler. Burayla ilgili enteresan bir durum da, herhalde dünyada marina başına düşen Amel Maramu sayısında Pitagorion Marina'nın birinci olması. Biri karada olmak üzere üç-dört tane Amel vardı. Hepsini de yan yana bağlamışlar önlerinden geçtikçe uzun uzun seyrettim. Çok güzeller keratalar.
Bu marinayla ilgili son sözler de bir önceki yazdan bir anı olsun. Agathonisi'den Samos'a yola çıktık. Oldukça can sıkıcı ve sert bir hava vardı. Teknede dört kişiyiz. Anne-baba içeride uyurken biz ailenin oğluyla havuzlukta kafadan kafadan dayak yiyerek yükseliyorduk. Samos'a bir saatlik bir yol kalmıştı ki benim kayığın klasik kaprisi olan hava yapma kendini gösterdi. O çalkantıda ve rüzgârda kalakaldık denizin ortasında. Mesafe nasılsa az, bir de hava yüksek diye sadece motorla yola çıkmıştım, ah işte, ana yelkeni azıcık aç değil mi, yok, serde tembellik var. Deniz bunu yemiyor ama al bakalım motorun yok, nasıl rüzgâra dönüp de ana yelkeni açacaksın, bir de camadan vuracaksın.
Cenovayı camadanlı açtım. Orsaya filan girmeyi ummuyorum zaten de hiç değilse uzun ayaklı tramolalarla tekne oyalanırken ben aşağıda motorun havasını alırım, düşüncem bu. İndim aşağıya ne yaptıysam havasını alamadım. Separı tamamen söktüm, artık yakıt hortumları mı doldu, separ mı ‘su koyverdi’, bir türlü olmuyor, mazot gelmiyor. Daracık yerde, sallanaraktan içim bir tuhaf, pes ettim, çıktım yukarı. Hava koydukça koydu. Küçük cenovayla girebildiğim kadar dar açıya girerek, artık ne kadar olabilecekse, yükselmeye çalışıyordum. Bir saatlik yol, üç saate çıktı. Neyse ki Miranda’cım yelkeni sever, hiç yarı yolda bırakmaz. Bir ara ‘Dip Burnu’nun oraya gireyim’ dedim. Dalgadan kurtulunca demir atarım, havanın kalmasını beklerim, o sakinlikte de motoru hallederim. Temkinli biçimde dar koya girdim ama motor işini ya çözemezsem endişesi de var. Elle demir alma riskli. Alan çok dar, dip eriştelik, ya tutmazsa? Yardım alacak yerleşim de yok yakınlarda. Vazgeçtim, çıktık koydan, yine istikamet Pitagorion Marina. Neyse ki kuzeye yaklaştıkça en azından dalga yüksekliği düşüyor. Rüzgâr da Dilek Boğazı’na yaklaştıkça doğuya dönmeye başladı, daha rahat yaklaşıyoruz marinaya. Marina ağzına kadar geldim. Marina botu karşıladı ve mazot iskelesine aborda oldum. Derin bir nefes sonrası gerginlik azalıyor gibi. Aslında bu kadar gerilmenin bir sebebi de yolda direğin çok zorlandığını düşünmem. O zamanlar nedense hep direğe bir şey olacak endişesi olurdu içimde. Gerçi hem o günkü sınav hem de takip eden aylarda girdiğimiz onlarca yarış, kötü havalar, deniz şartları sonucunda direk rüşdünü ispatladı. Beton iskelenin diğer yanında da gıcır gıcır bir 42 feet X-yacht vardı. Ah be dedim içimden, yaşlıca teknelerde hep böyle stres mi yaşayıp duracağız biz yahu. Arkadaşım içimden geçeni duymuş gibi “Sen yine iyisin adamlara baksana” dedi, o tekneyi göstererek. O ana kadar fark etmediğim şey aniden dank etti. Güzelim 42’nin direği kırık!?!?!?! Armayı nasıl zorladılarsa resmen koca direği ikiye bölmüşler. Ben de Miranda’cımdan şüpheleniyorum bir şey olacak diye. Kızımdan özür diledim. Sağ salim getirdi bizi Samos’a, daha ne yapsın.
Yunanistan’a resmi giriş, acente hallerine genel bakış
Yukarıda, teknelerin bağlanma ve barınma halleriyle ilgili yarenlik etmiştik. Biraz önceki başlığı atarken de acente filan deyince, içimde birden kıpır kıpır bir dellenme hasıl oldu. Hem bizde hem karşı tarafta şu acente müessesesi biraz sıkıntılı. Normalde ülkeye giriş çıkışta otomobilinle nasıl sınırdan giriyorsan ve hangi işlemleri yapıyorsan, denizde de o kolaylıkta olması lazım gelmez mi? Yok, o kadar kolay olmuyor işte. Transitloglar, listeler, ödemeler havalarda uçuşuyor. Sistem o kadar zor hale getiriliyor ki bazen lanet olsun deyip işlemleri acenteye veriyorsun. Bu acentenin kabahati değil. Devlete sorsan “Mecbur değilsin ki kendin de yapabilirsin” deyip şefkatle cevaplıyor. Listeyi daktilo ya da bilgisayarda yazacaksın ya da Deniz Ticaret Odası’ndan boş transit log alacaksın diye de ekliyor tabii. Ne kadar kolay deyivermek. Harç pulu, sakıncalı ve kaçan bir adam olmadığına dair belge, liman başkanlığı hangi bina, önce gümrük müydü en son neresiydi derken amaan diyorsun, otururum teknemde, deli miyim ben, çıkmıyorum yurt dışına filan! Şaka bir yana, zamanınız varsa iki ülkedeki işlemleri kendiniz yapabilirsiniz, de, işte, bazen öyle anlar oluyor ki zorlanıyorsunuz. Tatiliniz kısa, en küçük bir an bile değerli ise acente bazen can kurtarıcı olabiliyor.
Acente hizmetlerinin bir standart fiyatı olmaması en büyük sorun. Çeşme’de başka, Bodrum’da, Sığacık’ta başka, Turgutreis’te başka fiyatlar gördüm. Aynı yaz boyu. Hatta yazın sonunda arkadaşımın teknesiyle bir ilçeden çıkış yapacaktık. İsim vermeyeceğim. Koskoca devletimiz orayı gümrük kapısı yapmış fakat sürekli memur koymuyor. Feribot olduğu günler memurlar bir başka yerden geliyorlar. Feribot yoksa kimse yok yani. E biz tekneyle çıkacağız? Feribot olduğu gün gelin. Haydaa. Sahi bir de boş transitlogumuz yok, nerden alacağız? Alamayacaksınız efendim, bizde var ama biz acenteyiz, isterseniz yardımcı oluruz. Fiyat? 500 TL Sırf çıkış! Gelince? Bir 500 TL daha efendim. E senin sadece çıkış parandan daha azına biz hem çıkış hem giriş yapıyoruz öbür ilçede? Siz bilirsiniz efenim bizim fiyatlar böyle, yalnız feribot gitti, pasaport polisi de ayrılır şimdi, hemen yaptınız yaptınız, ona göre siz bilirsiniz efenim, he he. Eyyy amatör denizci? Nasılsın? Ne safsın sen, denizde mutluluk arıyorsun fakat Kavafis’in dediği gibi “...başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir. “Bu sene birkaç defa Çeşme’den çıkış yaptım, Pianura Marin acentesi sağ olsun hem çok ilgili ve yardımcı hem de uygun fiyatlı hizmet veriyor. Samos’ta ise birkaç acente var, ben genelde Veinoglou acentesini tercih ettim. Sahibi Yorgo ve kızı Pinelopi çok yardımcı olurlar. Tekrar söyleyeyim. Elbette kendinizin de yapabileceği işlemler bunlar ve ücretleri de öyle az buz olmayabilir ama bazen öyle anlar var ki acenteyle daha kolay yürür işler. Mesela bu yaz her iki bayram tatilinde de, yani limanların en yoğun olduğu zamanlarda Samos’a gittim. Feribotla gelen yüzlerce yolcunun olduğu sıraya girmek, parmak izi için beklemek işkence olacaktı. Pinelopi en uygun ve sakin saati ayarlayıp çağırdı. Bütün adada bir tek kiralık araç yokken ne yaptı ne etti bize bir araç buldu. Hatta seyahatlerimden birinde arkadaşımın pasaportundaki Makedonya girişi sorun oldu. Polisle atışmaya ramak kalmışken, arıza çıkmadan Pinelope’nin sakinliğiyle durumu soğuttuk. Her zaman böyle şeyler yaşanmaz ama iyi bir acente birçok sıkıntıyı çözebilir, aklınızda olsun.
Bu ayki yazı sanki dertleşme gibi oldu, ne dersiniz? Zeus ve avanesinin maceralarına fırsat ve yer kalmadı. Hatta fazla ciddi bir yazı bile oldu denebilir. Ne yapalım, bazen eğlence, bazen sıkıntı deniz işleri böyle. Dışarıdan çok keyifli gibi görünür, içeride arızalar, haksızlıklar, egolar, boşa saçılan paralar, stres, oflar puflar, mevzuat, kötü havalar, bürokrasi. Hayat gibi yani...
Önümüzdeki ay görüşmek üzere...