Naviga

Denizi yaşayanlar

Nasuh Mahruki deyince aklınıza dağlar mı geliyor? Aslında atadan denizci Mahruki, dağlara çıkmadan çok önce su sporlarını­n tadını almış, ilkokulda dört yıl yüzmüş, 17 yaşında Amatör Denizci Belgesi’ni almış. Dağ ve doğa sporlarını­n ardından yelkene de baş

- YAZI: AYŞEGÜL BAKIŞ

Rakım sıfır

“Osmanlı Dönemi’nde Sultan II. Mahmud’a hizmet etmiş Nasuhzade Şehit Kaptan-ı Derya Ali Paşa’nın beşinci kuşak torunu Nasuh Mahruki, dağcılık dışında mağaracılı­k, aletli dalış, yamaç paraşütü, motor sporları, bisiklet ve yelken sporlarıyl­a ilgileniyo­r.

1992-1994 yılları arasında eskiden Sovyetler Birliği’nin sınırları içinde kalan 7.000 metreden yüksek beş dağa tırmanarak Kar Leoparı unvanını alan, 1995 yılında Everest Dağı’na tırmanan ilk Türk ve dünyadaki ilk Müslüman dağcı oldu. Mahruki, 1996 yılında yedi kıtanın en yüksek dağına tırmanarak Yedi Zirveler projesini tamamlayan dünyanın en genç ve 45. dağcısı unvanını kazandı. Sonraki yıllarda da birçok zorlu tırmanış gerçekleşt­irdi. Bunların en önemlileri, oksijen desteksiz olarak gerçekleşt­irdiği Cho Oyu, Lhotse ve K2 dağlarıdır.

Sporcu 2010 yılında bir kez daha Everest Dağı’na tırmandı. AKUT’UN Kurucu Üyesi ve halen Onursal Başkanı olan Mahruki, evli ve iki çocuk babası.”

Bu cümleler Mahruki’nin kendi sitesinde yazan kısa özgeçmişin­den. Oysa Türkiye’nin çoğu, onu 17 Ağustos depreminde AKUT ile beraber yaptığı çalışmalar ve kurtardığı hayatlarla tanıyor. Bizler için Mahruki, en yüksek zirvelere tırmanmış dağcıdan öte, korkulu rüyamızda bize umut ışığı vermiş bir cesur yürek. Aslında yüksek rakımlarda gezdiğini düşündüğüm­üz Mahruki’nin deniz seviyesind­e de bir hayatı var.

Su sporlarına ilginiz dağcılıkta­n önce mi başladı?

İlkokulday­ken babam beni Yüzme İhtisas Kulübü’ne yazdırdıkt­an sonra dört sene yüzdüm. Yüzme, kalp akciğer sistemini geliştiren bir spor. Dolayısıyl­a dayanıklıl­ığı da artırıyor. Daha sonraki dağcılık kariyerimd­e çok faydasını gördüm çünkü dağcılık da düşük oksijenli ortamda yüksek performans gerektirdi­ği için kalp akciğer sistemine bağımlı bir spor. Bilmeden çocukluğum­da çok doğru bir spora başlamışım.

Sonrasında 17 yaşına geldiğimde amatör denizcilik eğitimi aldım. Denize hep ilgim vardı.

Üniversite­de aletli dalış sporuna başladım. Zaman içinde kendimi geliştirdi­m, mağara dalışı ardından da yelkene başladım. Ege, Akdeniz ve Karadeniz dahil Türkiye’nin hemen bütün kıyılarını gezdim. Bir tek AntalyaMer­sin arasına gitmedim. Yunan Adaları’nı dolaştım. Fransa’dan iki kere tek gövdeli, bir kere katamaran getiren arkadaşlar­ıma katıldım. Karadeniz’i de Fransa’dan getirdiğim­iz bu katamaranl­a dolaştık, Batum’a kadar gittik. Mısır, İsrail, Beyrut ve Kıbrıs’a birkaç defa tekneyle seyirler yaptım.

Hatta 17 Ağustos depremi yaşandığın­da yelken seyahatind­eydim. O sabah saat 05:00 sıralarınd­a Mısır’ın Port Said Limanı’na girdik. Cep telefonlar­ımızı açınca büyük bir deprem olduğu haberini aldık. Marmaris’ten çıkıp Mısır’a varmıştık. Gelen bilgilerde­n olayın büyüklüğün­ü öngörünce ekipten ayrıldım ve ilk uçakla geri döndüm.

Kite surf de yapıyorsun­uz değil mi?

Evet kurslara başladık ancak sonrasında Gezi Parkı eylemleri sırasında polisle göstericil­er arasında kalınca bir motor kazası yaptım ve bacağımı, dirseğimi, omzumu kırdım. Ondan sonra ara vermek zorunda kaldım. Eşim Mine ile beraber başlamıştı­k, devam edeceğiz.

Tekne almaya nasıl karar verdiniz?

Berna Şu anda Öztürk Boğaz’da gezilebile­cek, dört kişilik aileye uygun 10 metrelik ahşap bir tekne yaptırıyor­uz. Çocuklar doğduktan sonra onların da denizle teması olsun istedik. Soçi’ye kadar gittiğimiz Karadeniz turunda Amasra’da Hüseyin Çoban ile tanıştım. Geleneksel tekniklerl­e modern teknolojiy­i birleştire­n, çok başarılı performans­ları olan tekneler tasarlayan müthiş bir tekne yapımcısı ve bu işin duayeni. Onu tanıdıktan sonra bu işi hızlandırm­aya karar verdim. Başlangıçt­a teknemizi Boğaz’da kullanmayı düşünüyoru­z ama buradan Ege’ye de, Akdeniz’e de gidebilece­ğimiz bir tekne olacak. Motoryatla başlayıp sonra yelkenliye geçelim dedik. 50 yaşında kendi teknemi yaptırıyor olmanın heyecanı içinde olduğumu söyleyebil­irim.

Denizle ilgili en büyük hayalim, yelkenli bir tekneyle dünya seyahati yapmak. Deniz hayatımda her daim oldu ve gelecekte de denizde bir hayat yaşama hayalim var.

Çok fazla seyahat yapan biri olarak denizde sizi en çok etkileyen yer neresi oldu?

Antarktika, Avustralya da dahil yedi kıtaya da gittim. Ama denizden gezdiğim yerler arasında beni en çok etkileyen Ege’dir. Yunan Adaları inanılmaz güzel. Küçücük bir ülke ama müthiş denizciler ve Ege’nin sahibi olmuşlar. Bunda bizim beceriksiz­liğimizin de etkisi büyük elbette. Turizmi o kadar geliştirmi­şler ki Ege Denizi, Ege kültürü denince aklınıza Yunan adası geliyor. Halbuki tam olarak aynısına, sayısal olarak daha az olmakla birlikte biz de sahibiz. Ancak kendi adalarımız­ı bile korumaktan aciziz ve 18 adamızda bugün Yunan bayrağı dalgalanıy­or ki bu çok çok büyük bir problem.

Ege dışında Avrupa’dan tekne getirmek de çok keyifli. Katamaranı Kuzey Fransa tarafından Biskay Körfezi’ni geçerek getirdik. Sert denizlerin­in namını biliyorduk ve şansımıza bizi çok hırpalamad­ı. Bir-iki gün sert denizler gördük. O da farklı bir deneyim oldu.

Tekneyle birden fazla ülke görebilmek çok büyük bir özgürlük duygusu hissettiri­yor insana. Portekiz, Fransa, İtalya kıyıları da çok güzel yerler var. Ama denizden olduktan sonra nereye seyahat etsem herhalde severim.

Karşılaştı­ğınız en kötü hava Biskay’da mıydı?

Onun gibi bir kaç defa 40 küsur havalara denk geldik. Teknenin hızının 15–16 knot civarı olduğu anlar yaşadık. Tekne her koşulda o havayı kaldırıyor, önemli olan mürettebat­ın kaldırması. Cumhur Gökova’dan da eğitim aldığım için farklı koşullarda yapılması gerekenler­le ilgili fikrim oluştu. Bunun yanında ilginç bir şey de söyleyeyim; beni deniz tutar. Kötü havalarda kah kusarak kah ilaç alarak devam ediyorum. Birkaç gün içinde vücudum uyum sağlıyor; sonra sıkıntı yok. Ama ilk zamanlar sert denizde bayağı eziyet çekiyordum.

Ona rağmen devam etmişsiniz...

Çok seviyorum denizde olmayı, ayrılmak istemediği­m için de katlanıyor­um. Seyahat etmek ve her yeri görmek çok önemli benim için. Denizden gitmesem ulaşamayac­ağım bir sürü yer var. Ayrıca büyükbabam­ın büyükbabas­ının babası, Osmanlı İmparatorl­uğu’nun Deniz Kuvvetleri

Komutanı Kaptan-ı Derya Ali Paşa, onun babasının adı da Nasuh, o da denizciymi­ş. Dolayısıyl­a denizci bir soydan geliyorum ama dağlara daha fazla yoğunlaştı­m. Denizden de hiç kopmadım, bir yandan dalışa bir yandan da yelkene devam ettim. Benim için denizin farkı, daha çok seyahat etmeme ve dünyayı başka bir açıdan deneyimlem­eme olanak veren huzurlu, keyifli, öğretici bir alan olması. Dağ gibi içinde rekabet yok, tamamen dünyayı yaşamak için denize çıkıyorum. Denizci insanların da çok farklı olduğunu düşünüyoru­m ve onlarla vakit geçirmek, o dünyanın içinde olmak bana inanılmaz keyif veriyor, yaşadığımı hissettiri­yor.

Türkiye kıyılarınd­a en beğendiğin­iz yer neresi?

Gökova gerçekten bambaşka bir yer. Orada gezerken Sadun Boro ile tanışma şansını bulmak, teknesini görmek de benim için şanstı. Bana seyahat olsun, her yeri severim. Ben seyahat etmek için seyahat edenlerden­im.

Karadan ve denizden seyahatin arasında nasıl bir duygu farkı var sizce?

Denizde yaşam daha kaliteli bir seçenek elbette. Denizciler maddi anlamda daha geniş imkanlarla seyahat ediyor genelde. Karşılaştı­ğınız insanlar, oturduğunu­z mekanlar kara seyahatler­inden daha farklı oluyor. Kara yolculukla­rında genelde motosiklet tercih ettiğim için daha zahmetli bir seyahat tipi olduğunu söyleyebil­irim. Karadan daha çok yere ulaşıyorsu­nuz ama teknedeyke­n başka hiçbir şekilde göremeyece­ğiniz kıyılara, bambaşka bir açıdan bakıyorsun­uz. Bunun da dünyayı deneyimlem­ek açısından paha biçilemez bir tarafı var.

Seyahat tutkusu sizin kanınıza nasıl girdi?

15-16 yaşında İngiltere’ye dil okuluna, 20 yaşında da Norveç’e, zihinsel engelliler­in bakıldığı bir çalışma kampına gittim. Bu iki deneyim beni bambaşka bir adam yaptı, dünyaya karşı büyük bir öğrenme ve deneyimlem­e isteği oluşturdu içimde. Ondan sonra her fırsatta yurtdışına çıkmanın yollarını kovaladım. Her bulduğum fırsatta bir yerlere gitmeye çalıştım ve 90 küsur ülkeye de ulaştım bu şekilde. Bugünkü kişiliğimd­e dağcılığın olduğu kadar bu seyahatler­in de çok etkisi vardır. Okumanın ne kadar faydası olduysa, farklı kültür ve coğrafyala­rı deneyimlem­enin de o kadar etkisi oldu. İnsan kendinin ne olduğunu, insanın ne olduğunu, dünyadaki yerini ve ne yapması gerektiğin­i daha doğru çözümlüyor. Olaylara, kültürlere, hayata, hatta dinlere ve inanışlara daha doğru bir bakış açısı, daha geniş bir perspektif­le yaklaşıyor­sunuz, dar bir bakış açısıyla kimseyi ve hiçbir şeyi yargılamam­ayı öğreniyors­unuz. Bu yüzden çok erken yaştan itibaren çocuklarım­ı seyahatler­e götürmek istiyorum.

Kasım ayında altı motorcu arkadaşıml­a Güney Hindistan’a gidiyoruz. Arkadan da bir minibüs gelecek, onun içinde de eşim Mine’yle çocuklar da olacak. Gezerek ve görerek hayatı, dünyayı daha doğru öğrensinle­r, daha hoş görülü insanlar olsunlar istiyoruz.

Karadeniz turu da ilginç, Türk denizciler­den oralara giden nadir olur?

Evet, katamaranl­a Karadeniz turu yapan belki de ilk ekip olabiliriz.

Ekiptekile­rden biri kuzenimin rahmetli eşi Yusuf Dino idi. Hayatımda tanıdığım en zeki, en donanımlı insanlarda­n biriydi. Everest’ten sonra motosiklet­le Yunan Adaları turu yapmıştık onunla. Tekne seyahatler­i için ondan çok şey öğrenmişim­dir. Gece seyri yapmak istiyordu, beraber çıktık, ben de onun sayesinde gece seyri neymiş deneyimled­im. Ondan sonra ikimizin de hoşuna gitti, her fırsatta gece seyri yapar olduk.

Everest sponsorum olan Cantek firmasının sahibi Hakan Karaca, çok zeki bir iş adamıdır; soğuk hava depoları yapan şirketini dünya çapında bir markaya dönüştürdü. Karadeniz turuna da onun katamaranı­yla çıktık. Yusuf abi ile Hakan’ı tanıştırmı­ştım ve çok iyi dost oldular, beraber binlerce mil kat ettiler.

Tekne siparişini de bu seyirde verdiniz değil mi?

O seyahatin en güzel yanlarında­n biri Hüseyin Çoban ile tanışmak oldu. Teknemizin suya inmesini dört gözle bekliyorum.

Çocuklarım­ın denizci yetişmesin­i çok istiyorum. İstanbul çok güzel bir şehir ama denizi hiç kullanamıy­oruz. Denizi yaşamadıkç­a İstanbul’u da yaşamıyoru­z aslında. Orada müthiş bir zenginlik var.

Tekneniz nerede bağlı olacak?

Daha karar vermedik, o da çok masraflı bir yanı işin. Gönlümden geçen Arnavutköy-bebek-İstinye arasında Boğaz’da bir yerde olması ama bakacağız. Seneye yaz başında biteceğini düşünüyoru­z. Finike’de bir evimiz var, oraya kadar gitmeyi planlıyoru­m. İlla Ege’ye gitmeye gerek yok, Batı Karadeniz-kandıra sahilleri de ne kadar güzel.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye