Yerinde saymak
2017 zorladı, düşündürdü, öğretti, olgunlaştırdı ve gitti... Ne bireysel açıdan ne de toplumsal olarak kolay bir yıl olmadığına inanıyorum ama gitti işte, yolu açık olsun... Yerine gelen de hepimize sağlık, mutluluk ve bereket getirsin...
Güzel temennilerle başlayan satırları yazmak için bilgisayarımın başına oturmadan önce bugüne kadar yayınlanan editör yazılarımın klasörünü -her yıl yaptığım gibi- önüme açtım ve başladım en çok yazdığım konu başlıklarını çıkarmaya... 171 sayı geriye gitmek zamanda yolculuk yapmaya, zihin tazelemeye, şükretmeye ve unutulmuş duyguları su yüzüne çıkarmaya yaradı.
Harikaydı!.. Eğer sizler de eski sayıları biriktiriyorsanız, bir ara bu ‘zaman yolculuğuna' Naviga aracılığıyla çıkmanızı tavsiye ediyorum.
Bugün dönüp dönüp baktığımda dergide işlediğimiz konuların bazılarının beni hüzünlendirdiğini, bazılarının mutluluk verdiğini ama hepsinin neden bu işi bu kadar ‘büyük bir aşkla' yaptığımı hatırlatan küçük anılarla bezeli olduğunu gördüm. Bir de ‘kaybettiklerim' diye düşündüklerimin bana neler kazandırdığını hatırladım. Kısaca bu, sayfalar arasında öğretici bir yolculuk oldu.
14 yıldır ‘Editörden' köşesinde ana hatlarıyla hep aynı konuların etrafında dönüp durduğumu da fark ettim. Sadece ben değil, rahmetli Sadun Boro başta olmak üzere Necati Zincirkıran, Turgay Noyan, Meriç Köyatası gibi duayen denizciler de hep aynı şey için seslerini duyurmaya çalışmış Naviga'nın sayfalarından: Çevre, denizcilik adabı/adapsızlığı, amatörlerin önündeki bürokratik engeller, Mavi Kart sorunu ve tabii ki -çok şükür geçen şubat ayında çözüme bağlanan- Türk Bayrağı meselesi üzerine hepimiz yazmışız da yazmışız...
Bugün geldiğimiz noktada Türk Bayrağı dışında hiçbir konuda ilerleme kaydedemediğimiz aşikâr. Örneğin; geçen yılın ilk editör yazısı, Ocak 2017 sayısının en mühim konusu Meriç Köyatası'nın kaleminden ilham almış: Kıyılarımızın imara açılması. Alıp kendi editör yazımı ya da Meriç Köyatası'nın yazısını buraya koysam geçerliliğini koruduğu için yine okunur, yine okunur... Ne kadar acı değil mi? Bizler ne kadar çok yazarsak yazalım, ne kadar sesimizi duyurmak için çabalarsak çabalayalım, özellikle doğanın katledilmesini belli ki engelleyemiyoruz.
Eski yılın yıpranmış son günlerinde internette merhum cumhurbaşkanlarımızdan Turgut Özal'ın danışmanlarından Can Pulak'ın bir yazısına denk geldim. Okluk'taki inşaat üzerine kaleme aldığı yazısında kesilen ağaçlara, kurutulan dereye, istimlak edilen arazilere, Karacasöğüt Köyü'nün içinden taşınan ve tüm köyü griye boyayan tonlarca betona isyan ediyordu. Ve daha da kötüsü Okluk'un doldurulacağı iddia edilen deniz kıyısının haritasını paylaşmıştı. Yazısını şöyle bitiriyordu: Köyüme yine sık sık gideceğim. Gördüklerimi sizlere anlatmaya devam edeceğim. Yapılan feci doğa tahribatını önlemeye gücüm yetmiyor ama kamuoyunu bilgilendirme gücüm eskisinden de fazla. Bazıları “Ne olmuş yani çamlar kesilmiş, doğa tahrip edilmişse, ülke neler kaybediyor kardeşim farkında değil misin?” diyebilirler. Varsın desinler, ülkemin değerlerinden ve doğal güzelliklerinden neyi kurtarabilirsem bunu kâr saymayı sürdüreceğim… Denizin tuzundan uzak kalmayın. TN