Küçük istimbot
Kamarayı ışığa boğan sıcak sabah güneşiyle gözümü açtım. Uykudan kuş gibi bir uyanış ve büyük bir iç rahatlığı. Az mutluluk mudur, Samos Tiranı Polikrates’ten kurtulmuştuk geçen sayı, hatırlamadınız mı? Hadi hadi sizin de içiniz kuş gibi, itiraf edin. Sam
048 Al gözüm seyreyle Samos’u!
Gerinerek tepemdeki pencereden masmavi gökyüzünü seyrettim bir süre. Dışarıda Serhan ve Defne’nin tıkırtıları duyuluyor, onlar da kalkmış. Güzel bir kahvaltı bizi bekler. Günaydınlaşma amaçlı kamara içinden heyt! diye bağırıyorum, Serhan havuzluktan höyt! diye cevap veriyor. Tamam hepimizin keyfi yerinde. Ellili yaşlarına gelmiş, biri babası biri kaptan amcası, iki delinin hareketlerine anlam veremiyordur garibim Defne’cik.
Polikrates’ten kurtulunca sanki bütün marinayı bir neşe sarmış. Vay be, Samos’a demokrasi geldi desenize. Gerçi ölünün ardından böyle neşeyle konuşulmaz da, e o da az çektirmedi herkese. Umarız Samoslular akıllanır da bir daha böyle adamların başa gelmesine karşı daha dikkatli olurlar.
O kadar eskilerden bahsediyoruz filan
da, 90’ların başında, hatırlar mısınız bilmem, seçim sonrası bir koalisyon hükümeti başa gelmişti. İkisi de rahmetli, Demirel ve Erdal İnönü’nün başında olduğu partiler koalisyon kurmuştu. Nasıl bir umut kaplamıştı herkesin içini. Gözü kara ve iş bitirici ‘sağ’ ile demokrat, hukuka bağlı, düzgün işlerin bekçisi ve denetleyicisi bir ‘sol’ birlikteliği ümitlerimizi ne de canlandırmıştı. Mutluluk bize uzak tabii, tüm ümitler kısa sürede yine suya düşmüştü ve sonuç alışık olduğumuz, hüsran. Suikastlar, çöküşler, karabasan günler. Zaman mekan ve kişiler uygun olsa da perde ardında bir el hep durumu bozma üzerine iş başında. Neyse, nereden nereye geldik. Biraz moral düzeltmek için deniz seyretmeye gidelim.
Deniz seyir noktalarım
Deniz seyir noktaları da ne ola ki demeyin. Siz yoksa mavi ötesi uzaklara bakınca rahatlamaz mısınız? Pitagorion şehrinde de öyle birkaç nokta var ki insan saatlerce dalıp gidiyor derinliklere. Hem derinliklere hem uzaklara. İlki, marinanın açık denize bakan beton duvarlarının üzerine çıkıp Mykale Dağı’na, yani bizim Dilek Boğazı’ndaki büyük dağa baktığınız bölge. Puslar arasından bu yüce kaya kütlesine bakmak bana tarifsiz bir dinginlik ve ürperti veriyor. Dağın ardında bir zamanlar deniz varmış, iyi mi? Bir de on iki İyon kentinden biri olan Miletos şehri. Antik çağların en büyük deniz savaşlarından biri olan Miletos Deniz Savaşı da hemen bu dağın ardında olmuş. Ama şimdi orada deniz yok!?!?!?! Ünlü Miletos Deniz Savaşı’nın olduğu yer, yaşadığımız dönemde bir kara parçası haline gelmiş. Savaşta önemli bir rol oynayan Lade Adası ki, bu savaşa Lade Deniz Muharebesi de denir, şu tarihlerde karada, artık denize uzak bir tepecik, o kadar?!?!?!. Bu savaşa ileride tekrar değiniriz, zira bu savaş İyon kentlerinin sonu demek.
Pitagorion’daki diğer favori seyir noktam, şehrin batısında yer alan, zemini maviye boyanmış, ömrünüzü adayacağınız küçük bir sokağın sonunda. Sokağı görmeniz lazım. Mezarlığa ve kiliseye gelmeden önceki son sokak. Öyle minik öyle sevimli ki. İki kişi yan yana yürüyemezsiniz, daracık, ufacık ve de içi dolu turşucuk tadında. Hediyelik eşya satan bir dükkan ve küçük bir pansiyon filan var fakat esas hazine sokağın sonunda, deniz tarafında. Tek göz bir kulübeyle bitiyor sokak, denize bakan bir küçük penceresi olan. Aşağısı azıcık uçurum. Denizden yüksekte bir yerdesiniz, kulübenin yanında! Bir an tereddüt ediyorsunuz, denize mi bakayım, aşağı mı bakayım, yanımdaki şu güzelim kulübeye mi bakayım diye. Tuvaleti de bahçesinde iyi mi? Tek göz dediysem hakikaten tek göz bir kulübe. Ağaoğlu rezidans yapmadan mutlaka gidin, görün. Sokağın sonunda denize karşı oturup, uzaklara dalıp gidin.
Bir diğer seyir noktası ise, bir önceki
noktaya çok yakın. Kilisenin yanından çıktığınız açıklıkta, denizle yine küçük bir uçurumda birleşen eski kale kalıntıları ve ayakta kalan son duvarların dibinde. Deniz ötesinde Agathonisi ve Patmos göz kırparken, yakın planda havaalanı pistinden kalkan uçakların modern gürültü ve görüntüsü manzarayı azıcık bozuyor. Ve tabii ki biraz ileride caanım Hera Tapınağı!
Bu noktada biraz uzun kalmak ruhunuzu uslandırır. Alabildiğine deniz, uçsuz bucaksız bir manzara. Hep kuzeyden esen deli rüzgârın kaldıramadığı saçak altı turkuaz sular. Buradan denize bakan her çocuk, yani hepimiz, birer ‘al gözüm seyreyle Salih’ oluruz. Önce bir uçak kalkar ilerideki pistten, ağzımız açık şaşırır izleriz, lan bu koca demir yığını nasıl uçar, diye. Martı geçer sonra tepemizden, bu sefer ona şaşırırız, Yunan martısı da aynı dilden çığlık atıyor, bizimkisi de gibilerden. Denizdeki sığlıklar gözümüze takılır sonra. Spartalılar buraya demirlemiştir herhalde. Herhalde filan değil kesin buraya demirlemişlerdir canım, mendireğin içine girecek değiller ya. Polikrates’in ordusu mahvederdi yoksa. Aşağıya baktım da biraz başım döndü. Gece yarısı gözü kara birkaç Spartalı buraya yüzmüş ve tırmanmış mıdır acaba? Sanmam. Çok dik. Ya da Samoslu birkaç cengaver gece yarısı yüzerek gidip düşman gemilerini yakmaya çalışmış mıdır ki? Piri Reis kitabında üç sütunun olduğu yerin açığına demirleriz diyordu. Nerde ki o üç sütun? Gene martının biri çığlık attı bak. Saatlerce kalabilirim burada. O küçük kulübede yaşasak... Sığmayız ki. Çok kalabalığız. Okuyan çıksın arkadaşlar, sayfaya sığamadık tek göz odacık kulübeye nasıl sığalım... Gözü açık uyuyakalır mı insan? Uyumasa da şöyle bir içi geçer. Sonra münasebetsiz bir uçak kalkar şu ilerideki pistten, sıçratır seni yerinden. Aşağıdaki Samos mezarlığı ne kadar da temiz. Ak pak bembeyaz. Martı gibi. Martılar ölür mü acaba? Ölmez mi hiç? Yaşayıp da ölmeyen canlı var mı ki? Sahi martı mezarlığı var mı acaba? Varsa da, anca böyle ak mı ak olurdu herhalde. Romandaki Salih’ciğin martısı iyileşseydi keşke. Roman bu yahu, iyileşti deyiversen iyileşirdi be, niye öldürdün ki martıcığı? Elli yaşımıza geldik halâ hem martıya hem Salih’e üzülüyoruz. Çocuk kalmış ruhumuzla büyüyemedik. Koca bir uçak alçalıyor bak. Samos’un tek düzlüğü var, oraya da mecburen havaalanı yapmışlar. Dağ tarafından manevra yapıp hemen iniyor uçak. Amma zordur kimbilir ha! Salih’in martısı ölmese büyürdük belki. Salih şimdi
kaç yaşında olurdu acaba? O aklının kaldığı, uğruna çocuk iken hırsız olduğu oyuncak kamyonu kargolasam, olmaz ki kazık kadar adam olmuştur, naapsın oyuncağı. Samos güzel ada. Al gözüm seyreyle Samos’u. Hem Samos’u hem Salih’i... Dalıp gitmek çok güzel. Gönlünce saçmalayıp uykunda konuşur gibi sayıklayabiliyorsun. Bir okuyan olursa, rezil olduk demektir?!?!?
Eee sonra ne olmuş?
Sahi Polikrates’ten sonra ne olduğunu anlatmadık değil mi? Çaylarınızı doldurun devam edelim. Biraz nefes alıp, tirandan kurtulmanın tadını çıkaralım diye Samos sokaklarında dolaştırdım sizi fakat kötü haberlerim var, işler pek parlak değil arkadaşlar.
Polikrates’in, Sardes valisine gönderdiği bir adamı vardı hani. Kendisine vaad edilen hazine gerçek mi kontrol etsin diye. Adam gitmiş ve sevinçle geri dönmüştü. Çil çil, sandık sandık altınlar müjdesiyle. İşte bu Polikrates’in ayak işlerine bakan adamının adı Maiandrios. Herodot bu adam için demiş ki; “Yerliden birisiydi ve Polikrates’in yazı işlerini filan görürdü.” Pek de akıllı bir adam değilmiş bence, zira Sardes valisi bunu kandırmıştı hatırlarsınız. Vali içi taş dolu sandıkların üzerine birkaç altın koymuş ve Maiandrios bunları görünce “Üfff sandık sandık hazine, heyooo...” tadında geri dönmüştü Polikrates’in yanına. Sonrasında Polikrates Sardes’e giderken mührü de asayı da bu saftorik Maiandrios’a vermez mi! E vali de ayağına gelen Polikrates’i öldürünce, Samos’un yeni tiranı, haydi buyrun, kim olmuş, bizim saftorik Maiandrios tabi! Zeus verdi mi saftorik kısmeti veriyor işte. Samos’ta tayyare piyangosu çekilse bu kadar büyük ikramiye çıkmazdı adama, o derece! Fakat o da ne! Maiandrios tiran olunca ne yapıyor dersiniz? Şehrin ileri gelenlerini topluyor ve diyor ki: “Biliyorsunuz artık tiran benim. Fakat tiranlık hakkına sahip olsam da, başkalarında kınadığım bir şeyi kendim uygulamak istemem. Polikrates’in insanları köle gibi kullanması zaten hoşuma gitmezdi. Şimdi aranızda hak eşitliği ilan ediyorum ve iktidarı halka bırakıyorum.” Bak bak bak. İnanabiliyor musunuz, Samos’a demokrasiyi getiren bizim dalga geçtiğimiz saftorik Maiandrios oldu, iyi mi!!!!!! Seni gidi çılgın şey!
Yalnız Maiandrios’un küçük bir isteği var. Kendisine bir miktar aylık bağlanmasını ve kendi yaptırdığı tapınağa ömür boyu kutsal hizmetkar olarak atanmayı istiyor. Öyle ya Samoslulara özgürlük vermiş adam. İşte kırılma noktası: İleri gelenlerden biri ayağa kalkıyor ve olmaz öyle saçma şey diyor, bir de tehdit ediyor. Lan evet deyiverin işte, adam size özgürlük teklif etmiş, he deyiverin! Bu Samoslular da kendileri kaşınıyor ha. Resmen teklifi ellerinin tersiyle itiyorlar. Sonra Maiandrios hepsini zindana atıp tiranlığa devam ediyor. Bu ne Zeus, bu ne lahana Poseydonu! Geldiğimiz son noktada Samos gene bir tiranın yönetiminde, haydi buyrun! Eski tiran hiç değilse su tünelleri, duble yollar filan yapmıştı, bu saftorik Maiandrios tiran olsa ne olur, olmasa ne olur. Dünün katibi bu günün tiranı, sandaletimin Maiandriosu!
Gel zaman git zaman Persler Samos’un kapılarına dayanıyorlar. Bizim çiçeği burnunda tiran Perslerle savaşmak yerine, onların adaya çıkmasına izin veriyor ve bir anlaşma yapıyor. Adam savaşmadan güzelim adayı Perslere verecek! Adisin Maiandrios! Sorsan kan akmasını istemem der, bak gene sinirlendik, gelen gideni aratırmış derler, nerde Polikrates’in gücü nerde bu Maiandrios’un korkaklığı! Çakma tiran! Sadece biz değil, tiranın kardeşi de abisine sinirleniyor, “Bro napıyosun, hiç mi direnmeyeceksin!” diye bir güzel azarlıyor. Maiandiros da kardeşine “Çok biliyorsan al sana ordu, git diren!” diye atar yapmaz mı! Kardeşi askerlerin başına geçerek Perslerle savaşmaya başlıyor ve bizim çakma tiran hazinesini alıp gizli bir tünelden limana inerek adamlarıyla beraber bir gemiye binip Samos’tan kaçıyor! Bu gizli tünel günümüzde hâlâ yerinde mi bir bilene sormak lazım. O kadar eser bugüne
kadar gelmiş, bir bakarsınız bu tünel de hâlâ ayaktadır belki, kimbilir.
Perslere karşı direniş başlayınca sıkı kıyım olur. Maalesef ki Samoslular çok fazla dayanamaz ve yenilirler. Persler başta halka iyi davranma planları yaparken bu çatışmalardan sonra iyice dellenirler ve Samos’ta büyük küçük demeden bütün erkekleri öldürürler. Samos artık Perslerin eline geçmiştir. Persler baştan beri yanlarında olan Syloson’u başa geçirirler. Syloson da kim diyeceksiniz. Yabancı değil. Polikrates’in seneler önce iktidara geldiğinde birini öldürdüğü birini de sürdüğü iki kardeşi vardı ya hani, geçen bölümlerde anlatmıştık. Hah! İşte Polikrates’in ülkeden sürdüğü kardeşi Syloson yeni tiran olarak başa geçti işte! Samos, Samos değil 32 kısım tekmili birden Dallas dizisi canına yandığımın! Nasıl yapacağız bu Samos’la bilemiyorum. Binlerce yıl sonra derdi bize düştü. Ey Samoslular, bi sakinleyin uşağum, bi durulun da! Biz sizi takip ederken yorulduk, siz napıyorsunuz arkadaş! Bir kıçınızın üstüne oturun, bi nefes alın, harala gürele bu nedir ya! Manyak mısınız oğlum!
Son duruma bir bakalım. Eski tiran Polikrates zaten Zeus’un rahmetine kavuşmuştu. Onun yerine piyangodan çıkan Maiandrios geldi. Persleri görünce kuyruğunu sıkıştırıp hazineyle beraber kaçtı gitti. Persler de Polikrates’in kardeşi Syloson’u yeni tiran olarak başa geçirdi. Üstüne üstlük ülkenin bütün erkekleri de kılıçtan geçirildi. E ben ne anladım bu işten?
Bizim atanamamış saftorik tiran Maiandrios kaçıp nereye gitmiş dersiniz? Spartalıların yanına?!?!?! Baklava dilim karın kaslı Spartalılar da Ege’nin mor çatı evi gibi anasını satayım, başı sıkışan bunlara gidiyor. Hatırlarsınız Polikrates zamanındaki muhalifler de Spartalılardan yardım istemişlerdi. Maiandrios, hazineyi de yanında getirince, orada bir hava yapayım dedi herhalde. Altın gümüş ne varsa ortaya döküp sığındığı insanların gözünü boyamak istemiş. Sparta kralının oğlunu çağırıp cicilerini göstermiş saftorik, hatta adama ne isterse alabileceğini söylemiş! Böyle kaypak işlere gelir mi koskoca Spartalılar beee! Ege’nin helal şarap emmiş evlatları onlar! Bakmışlar ki bu adam para pulla birilerini etkileyebilir, senin aramızda işin olmaz demişler ve kıçına tekmeyi vurup kovmuşlar bizim atanamamış saftorik tiranı!
Maiandrios’un hikayesi burada bitiyor ve tarih sahnesinden çekiliyor. Hakkında nereye gittiğine, ne olduğuna dair bir şey yok. Zavallı adacık Samos’umuza geri dönelim.
Yeni tiran Syloson olmuştu ve adada tek bir erkek kalmamıştı. Syloson aslında kukla bir tiran tabii. Persler Samos’u ele geçirince kendisini oraya koymuşlardı. Samos Adası yukarıda anlattığımız büyük badireleri atlattıktan sonra, kukla bir tiranın yönetiminde ve Perslerin işgali altında yeni bir döneme giriyor.
Diyeceksiniz ki bu Syloson’la Persler ne ara bir araya geldi? Yok artık diyeceğiniz bir hikayesi var. Çayınızdan son yudumları alın, yazımızın sonuna geliyoruz.
Syloson, abisi Polikrates tarafından sürülünce Mısır’a gitmiş. Persler de o aralar Mısır’ı yokluyorlar. Ticaret ya da işgal karışımı bir el ense çekme dönemindeler. Syloson orda aylak aylak dolaşırken Pers ordusundan bir subay Syloson’un üzerindeki kırmızı ceketi, (Herodot çevirisine göre mantoyu) beğenmiş ve kendisine satmasını istemiş. Syloson da “Beğendiysen al senin olsun” deyip vermiş mantoyu. Kısa bir süre sonra Pers kralı ölmüş ve Yediler denen bir grup asker ayaklanmış. İçlerinden biri yeni kral olarak iktidarı ele geçirmiş. Evet doğru tahmin ettiniz, Syloson’un mantosunu verdiği asker artık Pers kralı 1. Daryus! Syloson bu fırsatı kaçırmaz tabii, seneler önce yaptığı iyiliğini gidip Daryus’un kafasına kakar. Daryus da, sıradan bir askerken kendisine iyilik yapan bu adamın her dediğini yapmaya, onu altına gümüşe boğmaya karar verir. Syloson’un para pulda gözü yoktur. “Abimden sonra Samos bir saftoriğin eline kaldı” der (Tanıdınız mı?) “Güzelim memleketim bir katip parçasının elinde zebil oluyor, para pul istemem, orayı alın yeter” der!?!?!?!?! Daryus da bu isteği yerine getirir, iyi mi? Sonra neler olduğunu artık biliyorsunuz. Samoslu’nun Samoslu’ya ettiğini düşman etmiyor.
Samos’un başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiş, canına yandığımın. Önümüzdeki aya kadar soluklanalım, yordu bizi bu Samos macerası.