Belgesel
Dünyada 8 milyara yakın insan yaşarken ve Mars’a seyahatin planları yapılırken okyanusların keşfedilmemiş köşelerinde bambaşka yaşamlar, görmediğimiz renkler gizleniyor. BBC Earth’ün Doğal Tarih Birimi tarafından hazırlanan Blue Planet belgesel dizisinin
056 Mutlaka izleyin
Balinanın suya gömülüşündeki ihtişam, şimdiye kadar hiç çekim yapılmamış derinlikteki suların karanlığı ve canlıların parlak ışıkları, deniz memelilerinin şaşkınlık veren dostluğu... Alet kullanan, kuşları avlayan balıklar, mercan resifinde av peşinde birbirine destek olan türler... Blue Planet II ile ilk defa ekrana taşınan ve şaşkınlıktan ağzınızı açık bırakacak hikayeler saymakla bitmiyor.
Bundan 20 yıl önce BBC Doğal Tarih Birimi’nin vahşi yaşam film ekibi, okyanuslarla ilgili şimdiye kadar yapılmamış kapsamda bir diziye imza atmak için yola çıkmıştı. 2001’de yayınlanan bol ödüllü Blue Planet, ekibin sualtı filmciliğindeki başarısını kanıtladı. Şimdi aynı ekip, belgesel dizisinin ikinci bölümüyle karşımızda. Daha anlatılmamış birçok hikayesi olan denizler, bizi büyülü dünyalarına
çağıran inanılmaz canlılarla dolu. “Çekim yapacağın yere bir planla gelirsin ancak sonuçta ne yapacağına doğa karar verir” diyor kameraman Ted Giffords. O halde biz de bu muhteşem işe imza atanlara, Blue Planet II ekibine kulak verelim...
James Honeyborne (Yönetici yapımcı)
20 yıldır sualtı filmleri çekiyorum ancak Blue Planet II ile birlikte bir kez daha okyanuslar hakkında ne kadar az şey bildiğimizi fark ettim. İnsanlığın okyanusların tabanının sadece %1’ini gördüğü sanılıyor. Böyle düşününce ne kadar çok öğrenmemiz, her dalışta keşfetmemiz gereken şey olduğunu daha iyi anlıyoruz.
Artık daha derine dalabiliyor, daha uzun süre orada kalabiliyor, böylece okyanuslarla daha iyi iletişim kurabiliyor ve onlara her zaman olduğundan daha fazla bağlanabiliyoruz.
Deniz canlılarının şaşırtıcı zekası ve karmaşık yaşamı kimi zaman bizim yaşamımıza ayna tutuyor. 38 ülkedeki 125 keşif gezisini tamamladık. Kamera ekiplerimiz her kıtada ve her okyanusta çekim yaptı. Sahada çekimdeyken sadece bilimsel hikayeleri kaydetmedik, bu bilimsel hikayelerin ortaya çıkmasını sağladık. Çekim yaptığımız deniz canlılarının davranışlarıyla ilgili 15 bilimsel makale yazıldı.
Denizde çekim yapmak
Deniz durmayan, dinlenmeyen ve sürekli değişen bir ortam, onun müthiş cazibesinin ve gizeminin altından yatan da bu. Ancak aynı zamanda büyük mücadele gerektiriyor.
Okyanuslarda çalışan herkes onun hercai kuvvetine saygı duymak zorunda.
Sualtında çekim yapmaksa kendini akıntı, gelgit, rüzgâr, dalga, düşük görüş gibi onun büyük kuvvetlerinin insafına bırakmak anlamına geliyor. Bu tahmin edilemezlik dünya üzerinde hakkında en az şey bildiğimiz ortamla birleşince, sualtı filmciliğini çok zorlaştırıyor. Biz de bilim insanları, kaşifler, deniz yaşamı uzmanlarıyla güçlerimizi birleştirerek istediğimiz çekimleri yapmayı başarıyoruz.
Teknolojinin nimetleri
İlk Blue Planet’tan (2001) bu yana teknolojide yaşanan değişimler çok etkileyici. Artık dalış ekiplerimiz geleneksel scuba’nın izin verdiğinden çok daha uzun süre sualtında kalabiliyor. Rebreather (kapalı devre yeniden soluma sistemi, dalıcının verdiği nefesi baloncuk şeklinde dışarıya değil, tekrar sisteme dahil eder) ekiplerin baloncuk ve ses çıkarmadan sualtında canlıları ve onların davranışlarını sessizce durup izlemesini sağlıyor.
İlk dizide 16 mm film ile helikopter çekimleri yapılmıştı. Şu anda ultra HD drone’larla izin verilen her yere ulaşabiliyoruz. Drone’lar bize, dev vatozların resiflerin üzerinde ‘hortum’ şeklindeki beslenme stratejileri gibi olaylara farklı bir açıdan tanıklık etme şansı verdi. Ultra HD ve düşük ışıkta çekim yapabilen kameralarla donatılmış denizaltılar, humboldt mürekkep balığı sürüsünün avlanmasını 800 metre derinlikte görüntüleyerek daha önce ulaşılmamış derinliklerin kapısını açtı.
Denizdeki bir karakteri anlamak için onu dünyasını anlamalısınız. Uzman mühendislerle yaptığımız işbirliği bize dev kubbe (megadome) adı verilen bölünmüş ekran özelliği sunan bir lens kazandırdı. Bu lens sayesinde hem suyun altını hem üstünü örneğin; bir morsu ve üzerinde oturduğu buzdağının sualtında kalan kısmını aynı anda görüntüleyebildik.
Mercan resiflerinin kalbine ulaşmanın da yolunu bulduk; özel yapım uzatılabilen bir lens ile yarıklara, köşelere ulaşarak, en karizmatik mercan sakinlerini görüntüledik. Bu yakın çekim ve geniş açının verdiği perspektif resifteki balığın deneyimini yaşatarak onunla empati kurmamızı ve hayatının zorluklarını daha yakından anlamamızı sağlıyor.
‘En’ler
‘The Deep’ (Derin) bölümünde Meksika Körfezi’nin tabanındaki tuzlu su havuzları (çevresinden daha yoğun, tuz oranı daha fazla olan) ve Antarktika’nın derinliklerindeki metan gazı volkanlarını görmek harika bir deneyimdi. Ama benim için günün en güzel bölümü dünyanın dört bir yanından gelen çekimleri incelerken heyecan verici bir görüntüyle karşılaşmak oluyor. Bir balığın havada süzüldüğünü görmek bile şaşırtıcıyken, balığın havadayken bir kuşu yuttuğunu görmek, vaov! Bu balık öyle olağanüstü bir hız ve ivme ile sudan çıkıyor ve havadayken kuşu yakalıyor ki! Ultra yavaş çekim ile kaydettiğimiz bu ikonik görüntü, balıkların neleri başarabileceği ile ilgili düşüncelerimizi değiştirdi. Bizim
için bir balıkçı efsanesi olan bu olayı görüntülemek okyanusun sunduğu güç, dram ve mükemmelliğin bir kanıtı oldu.
Mark Brownlow (Bölümler yapımcısı)
Önceleri sadece 45 dakikalık dalışlar yapabiliyorduk, şimdi üç saatimiz var ve bu bizim için devrim niteliğinde bir değişim. Düşük ışık teknolojisi o kadar hızla değişiyor ki bir yıl önce bu çekimleri yapamazdık. Ton balıkları ile kılıç balıklarının yanında yüzsün, yunuslarla yarışsın diye kamera düzenekleri yapıyoruz. Onları teknelerin arkasından çekiyor, balina gibi dev canlıların üzerine yerleştiriyoruz.
Bölümler
‘One Ocean’ (Tek Okyanus) adını taşıyan tanıtıcı bölüm, izleyiciye belgesel dizisi hakkında bilgi veriyor. Program boyunca devam eden keşiflerle anlıyorsunuz ki okyanusta her şeyin birbiri ile ilişkisi var. Okyanusların birbirine bağlandığını ve sonuçta bizlerin de okyanuslara bağlı olduğumuzu görüyoruz. Ardından habitatlara göre ayrılmış beş bölüm izliyoruz.
‘The Deep’ (Derin) bizim bilim kurgu dediğimiz bölümümüz. İlk Blue Planet serisinin tamamında denizaltıda geçirdiğimizden daha fazla zamanı bu bölümün ilk denizaltı çekiminde geçirdik. Antarktika’da 1.000 metreye insanlı bir denizaltıyla dalan ilk ekip olduk.
Derinlerdekinin tam zıttı görüntüler sunan Mercan Resifleri bölümü eğlenceli, coşkulu ve renkli. Denizaltı şehri diyebileceğimiz bu resiflerin içindeki yaşamın şaşırtıcı yoğunluğunu gözler önüne seriyor.
Ardından dünyanın en büyük habitatlarından biri olan açık denize gidiyor ve orada yaşayan hayvanların var olma mücadelesini görüyoruz. Muazzam büyüklükteki bu denizel çölde derin dalış yapan bir ispermeçet balinası ailesini takip ediyor, hatta annenin sırtında derinliklere doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.
Okyanus deyince hepimizin aklına mavi geliyor ancak bu belgesel bizi ‘Yeşil Denizler’ ile de tanıştırıyor. Dev kelp’lerden deniz çayırlarına kadar farklı türlerden oluşan sualtı ormanlarına dalmak ve bu dünyanın canlılarını keşfetmek Grimm Kardeşlerin masallarındaki büyülü, garip yaratıklarla tanışmak gibi. Burada deniz ejderhaları saklanıyor, mürekkep balığı avlanıyor, hünerli ahtapot orman dolusu köpekbalığını atlatmayı başarıyor.
Son habitat olarak ‘Kıyılar’ı geziyor, bizim eğlenmek ve dinlenmek için gittiğimiz, okyanusların penceresi olan bu yerlerde hayvanların deniz ile kara arasındaki ayrımda yaşadığı türlü türlü zorluklarla tanışıyoruz. Ton balıklarını karaya süren deniz aslanları, yavrularını beslemek için kahramanca savaşan deniz papağanları bize bir sürü yeni hikaye anlatan bu bölümün oyuncuları olan türlerden sadece ikisi.
Habitat odaklı bölümlerimizi her biri modern okyanus hakkında bir enstantane sunuyor. Ancak ‘Bizim Mavi GezegenimizGelecek’ adını taşıyan final bölümümüz günümüzde okyanusları etkisi altına alan büyük sorunları ekrana getiriyor.
Yoland Bosiger (Araştırmacı)
On yıllık araştırmalar mercan resiflerindeki hani balıklarının davranışlarının şempanzelerle yarışabilecek denli sofistike olduğunu gösteriyor. Hızlılar ancak resifteki oyuklara ulaşamayacak kadar iriler. Bu yüzden kendilerinden daha çok manevra kabiliyetine sahip olan resif ahtapotundan yardım alıyorlar. Ancak bu ilişkinin harika yanı pasif olmaması, bu hayvanlar kendi aralarında iletişim kuruyor.
Hani balığı kafa hareketleriyle ahtapota avın nerede saklandığını gösteriyor. Blue Planet’tan önce bu tarz vücut hareketlerinin ve hedefe ulaşmak için esnek düşünme becerisinin daha büyük beyinli türlerde geçerli olduğu düşünülürdü. Bu görüntüler, sadece balıkların bildiklerini değil, bilim insanlarının hayvan zekası tanımlamalarını da sorgulamamıza sebep oldu.
Sarah Conner (Yapım asistanı)
Yılın belli zamanlarında yumurtlamak için yüzeye çıkan ışıldak balıklarının avcı türlerin saldırısına uğraması sonucu ortaya çıkan bembeyaz görüntüye ‘kaynayan deniz’ adı verilir. Bu çekimi 2014’te Avustralya açıklarında
yapmayı denedik ama başaramadık. Bir buçuk yıl sonra Pasifik Okyanusu’nda Kosta Rika açıklarında ışıldak balıklarının avcısı olan sarı kanat orkinos ile dönücü yunusları, araştırma gemisi ve helikopterle aradık. Ve sonunda hem havadan hem sualtından yunuslar, ton balıkları hatta mobula vatozlarının katıldığı bu muhteşem ışıldak balığı ziyafetini çekmeyi başardık. Bu çekime kadar mobula vatozlarının da sadece planktonlarla beslendiği düşünülüyordu.
Yoland Bosiger (Bölümler araştırmacısı)
Güney Avustralya’daki Spencer Körfezi’nde dev mürekkep balıkları, 10 kilograma kadar ulaşabiliyor. Bu bölgede çiftleşmek için buluşan mürekkep balıklarının erkek-dişi oranı 11’e bir olduğu için erkekler arasındaki rekabet oldukça yüksek. Büyük erkekler boy avantajını rakiplerini dişilerden uzak tutmak için kullanıyor. Ancak küçük bir erkek mürekkep balığı, büyük olana çaktırmadan dişiye yanaşmak için rengini değiştirerek dişi taklidi yapıyor. Dişiler çiftleşmek istemedikleri zaman vücutlarının kenarında şerit şeklinde beyaz bir hat oluşturuyor. Küçük erkek, dişi rolüne büründüğünde bu beyaz şeridi bile aynen taklit ediyor ve büyük erkek tarafından fark edilmeden dişiye yaklaşıp onunla çiftleşmeyi başarıyor. Bu ilginç roller ve beyaz şerit davranışı Blue Planet II ile ilk defa kayda alındı.
Miles Barton (Yapımcı)
7,5 santimetre büyüklüğündeki bir canlıyı dalgaların kırıldığı bir kayalıkta gelgit çizgisinde nasıl görüntülersin? Kıyılar bölümünü çekerken kameraman Rod Clarke’a sorduğum soru buydu, çekim yerine gidip bu küçük kamuflajlı balıkları ararken onun verdiği cevap “Bu kadar küçük olduklarını söylememiştin” oldu. Her dalgada horozbinalar güçlü kuyruklarıyla sudan sıçrıyor. Pek iyi yüzücü olmayan bu tür, dalgalar çekildikten sonra kalan nemli bölgede yani karada yaşıyor. Saatlerce suyun içinde bir tabureye tüneyen kameraman ve ona her dalgada kamerayı kurtarması için bağıran ben, sonunda aradığımız yıldızı bulduk. Alçak su hattından 1 metre yukarıdaki küçük yuvasında bir erkek horozbina, dişilerin dikkatini çekmeye çalışıyordu. Yeşilkahvrengi vücudunu bir anda siyaha dönüştürdü ve sırt yüzgeci de fosforlu turuncu rengiyle dişi horozbinalara göz kırpıyordu. Bu dans işe yaradı ve dişi, erkeğin yuvasına döllemesi için yumurtalarını bıraktı.
Sarah Conner (Sekans yönetmeni)
Yalancı katil balinalar da aslında yunustur ancak görünüşleri balinaya benzediği için hep balina diye adlandırılır. Yalancı katil balinaların yılda birkaç ay, şişe burunlu yunuslarla Yeni Zelanda açıklarında bir araya gelip beraber avlandıklarına dair bir makale okuyup araştırmaya başladık. İşin zor yanı açık denizde onları bulmaktı elbette.
Helikopter, arama uçağı ve irtibat kurduğumuz sportif balıkçılık teknelerinin yardımıyla yüzlerce belki bine yakın şişe burunlu yunusu 150 kadar yalancı katil balina ile birlikte yakaladık. Sosyal bağlarını, avlanma davranışlarını, kısacası şimdiye kadar bilmediğimiz yanları, tekneden değil hiç görmediğimiz bir açıdan, yukarıdan izleyebildik.
Orla Doherty (Yapımcı)
Derin bölümünde denizaltıyla yaptığımız bir dalışta derinlerdeki çöl diye nitelendirdiğimiz bir alana ulaştık. Birden önümüzde basketbol topu büyüklüğünde bir baloncuk deniz tabanından çıktı. Tam o yükselip arkasında tortu bırakırken yeni bir baloncuk çıktı, bir tane daha, bir tane daha... Bir anda metan gazıyla dolu dev baloncukların arasında kaldık. Bambaşka bir gezegene yolculuk etmiş gibiydik, biraz önce durduğumuz ıssız çöl tarumar olmuştu. Daha sonra aynı bölgede iki kere daha dalış yaptık ancak bir tane bile baloncuk göremedik. İlk seferde bu görüntüyü yakalamış olmamız büyük bir şanstı. Derin okyanus, sırlarından birini sadece bir seferlik bizlerle paylaşmıştı.
Son bölüm ve Mavi Gezegen’e yaptıklarımız
Son bölümde amacımız okyanusların yüz yüze olduğu mücadeleyi göstermek
ve sağlıklı okyanuslar için umut vermekti. Belgesel dizisinin en sevilen karakterlerini daha yakından ve derinden incelemeye karar verdik.
Blue Planet Ii’nin en çok hatırlanan karakterlerinden biri köpek dişli lapin Percy oldu. Alet kullanan bu lapin, resifi midyelerin kabuklarını kırmak için kullanıyordu. Büyük Mercan Resifi’nde yaşayan Percy’nin alet kullanarak yaptığı ziyafeti 2014 yazında filme aldık. 2016’da resifin Lizard Adası çevresindeki bölümü ve Percy’nin evi tamamen beyazlamış, tanınmaz hale gelmişti. Deniz sıcaklığındaki yükseliş sualtındaki rengarenk dünyayı darmadağın etmişti. Bizi Percy ile tanıştıran Dr Alexander Vail, beyazlaşmayı başladığı andan itibaren sabit kamerayla kayda aldı ve çocukluğundan beri daldığı sulardaki değişimi bizlere gösterdi. Bu mercan resiflerinin geleceğinin ellerimizde olduğu anlamamız için çok önemliydi.
Will Rigeon (Yapımcı)
Balıklara karşı git gide artan iştahımız, aşırı avlanma sonucu denizleri kuraklaştırıyor. 1950’lerdeki aşırı avlanma sonucu 60’lara doğru ringa balığı stokları ciddi biçimde azalan Norveç, bu sorunu aşmak için sıkı kurallar getirdi. Bu sıkı kurallar ve balık çiftliklerinin düzenlenmesi sonucu 80’lerden günümüze kadar balık nüfusu artış gösterdi. Sayıları milyarlara ulaşan ringa balıkları ile onları avlayan kambur balina ve orkaların hikayesi herkese umut verdi.
Şaşırtıcı gerçekleriyle Mavi Gezegen
2001’de yayınlanan ilk Blue Planet, dünyada 240 bölgeye satıldı. 10 milyon seyirciye ulaştı, iki BAFTA ve iki Emmy kazandı.
Her iki belgesel dizisinin de sunucusu olan Sir David Attenborough, 60 yıllık kariyerinde siyah-beyaz, renkli, HD ve 3D filmler yaptı. Birçok Emmy ve BAFTA kazandı; Kraliçe II. Elizabet tarafından Sir unvanına layık görüldü. Belgesel denilince aklınıza gelen ses, Attenborough’nun sesidir.
Belgeselin giriş müziği Ocean Bloom, film ve TV bestecisi Hans Zimmer ile Radiohead’in ortak çalışmasıyla yaratıldı. Radiohead’in şarkısı Bloom okyanusun sesleri ve müzikal paletinden ilham alarak orkestra tarafından Thom Yorke’un solosu ile yeniden kaydedildi.
Blue Planet Ii’nin müziklerini Spotify’da dinleyebilirsiniz.
Blue Planet II ekipleri, toplamda 6.000 saat dalış yaptı, 1.000 saati denizaltında geçirdi.
Belgeseldeki bazı çekimler kontrollü laboratuvar ortamında gerçekleştirildi. Yapımcı James Honeyborne bunun sebebini şöyle açıklıyor: “Doğada çekim yaban hayatının akışı için bozucu bir etki yaratabilir. Böylesi sihirli bir dünyada yakın çekim planlarını kameraya almak imkansız. Bu yüzden kaya havuzlarını bilim insanlarıyla laboratuvarda kontrollü olarak yeniden oluşturduk.”
Seneye Blue Planet Ii’den çok farklı bir seri geliyor: Dynasty... Ekip bu kez her bölümde bir hayvan ailesini takip edecek.
Blue Planet Ii’de okyanusların plastik istilası hakkında da korkutucu veriler var: Her yıl yaklaşık sekiz milyon metrik ton plastik denize dökülüyor. Bu, her dakika bir çöp kamyonu dolusu plastiği okyanusa dökmek ya da sahil şeridinin her metresine 15 çöp torbası dolusu plastik bırakmakla eşdeğer.
Albatroslar farkında olmadan yavrularını plastikle besliyor, anne yunuslar yavrularını kirlilikten ötürü mikroplu sütleriyle emziriyor, insanın yarattığı gürültü kirliliği bile hayvanların iletişimini bozarak onları etkiliyor.
Okyanuslar, iklimi düzenlemenin yanı sıra gezegenimizdeki oksijenin %50’sini üretiyor.
Bununla birlikte okyanuslarımızın %90’ı hâlâ keşfedilmedi.