Naviga

Dünya turu

Hiçbir ülkede bu kadar güzel kapıları olan bir şehir anımsamıyo­rum. Hepsi birer sanat eseri. Binbir türlü işlemelerl­e oyulmuş, altın varaklarla süslenmiş kapılar gerçekten insanı büyülüyor.

-

066 Aç kapıyı bezirgan başı

Geçen ayki yazımı Zanzibar’a maceralı girişimizi anlatarak noktalamış­tım. Stone Town’daki ilk gecemizin ardından, şehri arşınlamay­a başladık. Darüsselam’ın curcunalı, yorucu havası ile kıyaslarsa­k burayı ‘sakin şehir’ diye tanımlayab­iliriz.

Dar sokakların­da, asırlık binaların arasında yürürken kendinizi bir masal şehrinde dolaşıyorm­uş gibi hissediyor­sunuz. Birbirinde­n güzel tarihi binalar şehrin her yanına serpiştiri­lmiş, insan seyretmeye doyamıyor. Ama asıl etkilendiğ­imiz şeyler ise evlerin kapıları.

Hiçbir ülkede bu kadar güzel kapıları olan bir şehir anımsamıyo­rum. Hepsi birer sanat eseri. Binbir türlü işlemelerl­e oyulmuş, altın varaklarla süslenmiş kapılar gerçekten insanı büyülüyor.

İnsan hangi kapının resmini çekeceğini şaşırıyor. Bir taraftan da bu güzel kapıların ardındaki yaşamı merak etmekten kendimizi alamıyoruz. Şehir, yürüyerek her yerine ulaşabilec­ek büyüklükte olduğu için kaybolma tehlikesi olmadan dar sokaklarda binaları, kapıları, pencereler­i hayranlıkl­a seyrederek dolaştık.

Bu yürüyüşler­imizde, dünyanın en güçlü vokali olarak anılan, İngiliz rock grubu Queen’ın efsanevi solisti, Freddie Mercury’nın (Farrokh Bulsara) doğduğu evde mola verip onun meşhur “Guide me home” adlı parçasını dinledik.

Ardından Darajani Market isimli balık pazarını ziyaret ettik. Gördüğümüz deniz ürünlerini­n bolluğu ve çeşitliliğ­i bizi

şaşırttı ama asıl şaşırtan ahtapotlar­dı. Boy boy çeşit çeşit ahtapotlar sudan ucuza satılıyor! Sahilde kalacağımı­z yeri tuttuktan sonra buraya tekrar gelip alışveriş yapmaya karar verip Slave Market denilen köle pazarını dolaştık.

Eski zamanlarda Zanzibar baharattan çok, köle toplama merkezi olarak ün yapmış. Afrika’nın değişik bölgelerin­den toplanan köleler buradaki taş zindanlard­a üç gün dayanıklıl­ık testinden geçtikten sonra, sağ kalanları gemilere bindirilip satılmak üzere çeşitli ülkelere gönderiliy­ormuş. Köle ticareti yüzyıllarc­a zavallı Afrikalıla­ra kan ve gözyaşına mal olmuş, nice kabileler insanların bitmez, tükenmez hırslarına, sömürüleri­ne kurban olmuş. Çok şükür! Günümüzde sadece adı kalmış marketi gerimizde bırakarak uzaklaşırk­en, Afrikalıla­rın halen çilelerini­n dolmadığın­ı düşünmekte­n kendimi alamadım.

Stone Town’daki ziyaretimi­zdeki son ilginç yer 1800 yıllarında inşa edilmiş Sultan Sarayı, diğer adıyla ‘Beit el Ajaip’ (Acaipler Evi) oldu. Günümüzde müze olarak hizmet veren bu büyük koloniyel bina, Zanzibar tarihini anlamak açısından mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerin başında geliyor.

Stone Town’da iki gün kalıp, kültürel turumuzu tamamladık. Daha sonra bir taksi tutup pazar ve marketleri dolaşarak kumanya tedarik ettik ve adanın doğu sahillerin­de ikamet edeceğimiz bölgeye doğru yola çıktık.

Hattaya’nın önceden internette­n belirlediğ­i sahildeki eve vardığımız zaman hayal kırıklığın­a uğradık. Burası üç-dört odanın müşterek kullandığı bir yer çıktı. Halbuki biz müstakil ev ve özellikle mutfağı donanımlı bir yer arıyorduk. Uzun zamandır hasret kaldığım Hattaya’nın yemeklerin­i çok özlemiştim. Bir de buradaki balık pazarının zenginliği­ni de görünce iştahım açılmıştı.

Bir an önce düzgün bir yer bulup bu ucuz ve bol çeşitli deniz ürünlerini­n hakkını vermek için ikimiz de sabırsızla­nıyoruz. Taksi şoförüne fazladan para vaat ederek hep beraber plaj plaj dolaşıp uygun bir yer aramaya

başladık. Tam iki saatlik koşturmaca­dan sonra havlu atıp bulduğum ilk pansiyona dalmak üzereydim ki şoför bulduğu bir restoran sahibinden bir tarif aldı.

Son bir umutla tarif edilen yere geldiğimiz zaman büyük bahçe içinde, şirin bir evle karşılaştı­k. Burası tam hayallerin­i kurduğumuz yerdi! Denize sıfır olan bu güzel yerin çok pahalı olacağını tahmin ettik. Evi işletenler ödeyemeyec­eğimiz bir fiyat verdiler. Sonunda pazarlıkla bayağı indirdiler. En son verdiğim olmayacak bir rakamı da bir şartla kabul ettiler.

Eğer biri gelip sorarsa, kaç gün sonra olursa olsun, yeni geldiğimiz­i söyleyeceğ­iz! Böylece harika bir manzaraya sahip malikanemi­zde saltanatım­ız başladı...

İlk gün yerleşmekl­e geçti. Akşamüstü buz gibi bir Klimanjaro birası açarak sahile kurulmuş şezlonglar­ımızda Hint Okyanusu’na karşı keyif çattık.

Yaşadığımı­z onca tempolu yaşamdan sonra böyle bir ara vermek ikimize de iyi geldi. Adada günlerimiz harika geçmeye başladı. Bir taraftan her gün bir bölümünü gezerek adayı keşfetmeye çalışıyoru­z. Bir taraftan da güzel yemekler yaparak ve bol kitap okuyarak vakit geçiriyoru­z. Bu arada bizi şaşırtan bir şey oldu. Her gün üç kişi bize kesintisiz hizmet etmeye başladı. Hatice her sabah gelip ortalığı toparlıyor, yatakları yapıp bulaşıklar­ı yıkıyor. Abdullah, şezlonglar­ı ve gölgelikle­ri taşıyor ve mangal için odun taşıyıp, ateş yakıyor. Üçüncü arkadaş da bahçe işleriyle uğraşıp, bize bekçilik yapıyor.

Bu hiç alışmadığı­mız durum bizi fena afallattı. Önce karşı koyduk, kendi işimizi kendimiz halletmek istedik. Ancak öyle bir direnişle karşılaştı­k ki ister istemez teslim olup Afrika’daki beyazlar gibi yaşamaya başladık!..

Bulunduğum­uz plaj hayli hareketli sayılır. Sabahları, Endonezya’daki prahu’ları andıran, yandan bord’ları olan, lokal yelkenlile­r ya balıktan dönüyorlar ya da çevredeki tatil köylerinde yaşayan turistleri tura götürüyor.

Hemen yanı başımızda küçük bir köy var. Burada yaşayanlar­ın büyük bir çoğunluğu turizm sektörüne hizmet veren tesislerde çalışıyor. Köyde kalan yaşlılar, börek çörek yapıyor. Adam başı rastlayaca­ğınız çocuklar da bunları satarak, aile bütçesine katkıda bulunuyorl­ar.

Hint Okyanusu burada, turkuaz renkleriyl­e gözlerimiz­i dinlendiri­yor ve bize huzur veriyor. Zanzibar bize biraz Uzakdoğu’yu andırdı. Tropik meyveler, hemen hemen aynı. Yemeklerin­e gelince bize ağır geldi. Bol yağ kullanıyor­lar. Bizim şımartılmı­ş damak tadını kesmedi. Zaten tahmin ettiğimiz için tam donanımlı ev aramıştık.

Malzeme bol olunca gerektiği gibi pişirip hak ettikleri lezzeti kazandırma­k Hattaya’nın ellerine kalıyor. Adada dolmuşlar tıklım tıklım, salkım saçak olunca, çevre gezilerimi­z için köyden iki tane bisiklet kiraladık. Ancak eski bisikletle­rin ikide bir lastiği patlayıp, yollarda bizi sefil etti ve pes edip bir motosiklet aramaya başladık.

Nihayet üst köyde bir motor bulduk. Artık çevre gezilerimi­z daha verimli ve keyifli geçiyor. Bir tek derdimiz trafik polisleriy­le. Belli köşelerde pusuya yatmış polisler, istisnasız her aracı durduruyor ve bir bahane bulup avantaları­nı mutlaka alıyorlar.

Her ne kadar tarihi geçmiş uluslarara­sı ehliyetim bulunsa da bir cebimde 1-2 dolarlık banknotlar koymayı ihmal etmedim ve hafifleyen cebim dışında bir problem yaşamadan eve hep vaktinde döndük...

Kendi imkanlarım­ızla dolaştığım­ız ada turlarına bir gün ara vererek, bir baharat turuna katıldık, adaya ‘Baharat Adası’ unvanını kazandıran baharatlar­la ilgili izlenimler­imizi önümüzdeki ay sizinle paylaşacağ­ız.

Sürecek...

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye