Dünya turu
Havada karanfil kokusu var
Siantan Adası’na geldiğimiz ilk gün yaptığımız kısa yürüyüşte çok şaşırmıştık. Yer, gök karanfil kurutma tezgâhlarıyla kaplıydı. Tabii bu nedenle de havada buram buram karanfil kokusu vardı. Hemen karşıdaki Büyük Tobong Adası’na gittiğimizde karanfil tarlalarını ve yaşam ortamını görünce az kalsın küçük dilimizi yutuyorduk…
Kasım ayındaki yazımı Anambas Adaları’nın başkenti Tarempa şehrini dümen suyunda bırakırken noktalamıştım. Kıyıya paralel seyir yaparak önce kuzeye yükseldik sonra Siantan Adası’nın kuzeyinde bulunan Anambas Resort önlerine vardık. Buralarda su oldukça derin. En uygun yer tatil köyünün yanındaki Tanjung Tebu Köyü. Burada 8-10 metre derinliğinde bir kum bankı bulunca demirimizi funda ettik. Sessiz sakin bir köy. Evlerin tamamı kazıklar üzerine inşa edilmiş. Biraz uzağımızda üzerinde ağaçlar yetişmeye başlamış büyük tekne enkazı var. Yıllarca hizmet ettikten sonra son kez demir atmış, şimdi kuşlara ve tropik bitkilere ev sahipliği yapıyor. Uzaktan çok ilginç görünüyor!
Öğle saatlerinde birden içerilerden tamtam sesleri gelmeye başladı. İnsan ister istemez ürküyor. Meğerse bu tamtam sesleri camideki uzun davuldan geliyormuş ve ezan yerine geçiyormuş.
Burası bu mevsimdeki rüzgârlara muhafazalı bir yer. Her yer yemyeşil yağmur ormanlarıyla kaplı. Önümüzde irili ufaklı adalar arasında uzayıp giden boğazdan ve çevremizden yansıyan huzur, bizi de sarıp sarmaladı. Burayı çok sevdik ve uzun süre kalmaya karar verdik. Bu kararımızdan sonra botu indirip Anambas Resort’un iskelesinden karaya çıktık. Bizi güler yüzlü Çinli bir kadın karşıladı. Adının Jing Christine olduğunu ve bu tatil köyünün sahibi olduğunu söyleyerek bizi davet etti. Hep beraber deniz üzerine inşa edilmiş restorana oturup sohbet ettik. Jing ve ailesi uzun yıllar önce buraya gelip yerleşmiş. Anambas Adaları’nın turizme ve dış dünyaya açılmasına önemli rolleri var. Oldukça varlıklı bir aile, hatta kendilerine ait bir adaları bile var!
Kısa zamanda Hattaya ve Jing birbirleriyle kaynaşıp ‘kanka’ oldular. Akşam Jing’in misafiri olarak birlikte yemek yedik. Buranın en sevdiğim tarafı
dolapta buz gibi biralarının olması! Geç saatlerde teknemize döndüğümüzde ikimiz de mutluyduk. Ertesi gün oldukça hareketli geçti. Bir taraftan Batam’dan Tarempa’ya ring seferi yapan hızlı bir katamaran gelip gecelemek üzere uzun tahta iskeleye aborda oldu, ardından da deniz kuvvetlerine ait muhrip gelip demirledi!
Bunların ardından da ağır ağır misafirler sökün etmeye başladı. Akşam bir sahil güvenlik botuyla Belediye Başkanı Bay Harris de gelince şenlik başladı. Buraya karadan sadece motosikletle ulaşıyor, bu nedenle davetliler deniz yoluyla gelebiliyor. Biz de tek yabancı davetli olarak partiye katıldık. Herkesin ilgisi üzerimizdeydi. Az buçuk Bahasa Endonezyacası konuşunca da gecenin yıldızı olduk. Donanmadan komutanlarla sohbet ettik. Bize bölge hakkında bilgiler verip tavsiyelerde bulundular. Karşılıklı adresler alındı, verildi. Sohbet faslından sonra güzel bir yemek yedik. Taze sıkılmış meyve suları, şerbetler ve tropik meyve tabaklarının biri gidip biri geldi! Ardından yöresel giysiler giymiş kızlar müzik eşliğinde danslar ederek hünerlerini sergilediler.
Şarkılar söylendi, derken gecenin ileri saatlerinde ortalık yavaş yavaş durulmaya başlayınca, fırsattan istifade ayaklandık. Milletle vedalaşıp teşekkürlerimizi sunarak teknemize döndük. Uzak yol denizcilerinin mutabık kaldığı bir söz var. “Sailors Midnight” yani denizcilerin gece yarısı. Bilinenin aksine uzak yol denizcileri saat dokuz olunca kamaralarına çekilir. Gerçekten nerede, hangi konumda olursanız olun, saat dokuza doğru herkesin kafası tavuk gibi düşmeye başlar. İşte o akşam da karada yaşayanların gece yarısı bizden üç saat ileride olunca onlar eğlenirken bizim kafamız çoktan düşmeye başlamıştı ama kırk yılda bir olan böyle bir fırsatı ve partiyi kaçırmamak için çaktırmamaya çalışarak idare ettik. Kamaramıza ulaşır ulaşmaz da deliksiz bir uykuya daldık.
Sabah yeni bir güne uyandık. Güzel bir kahvaltının ardından botla karaya çıktık. Jing bize güzel bir program hazırlamıştı. Hemen boğazın karşı kıyısında yer alan Büyük Tobong Adası’na Anambas Resort’un teknesiyle geçerek aileye ait yüzlerce dönümlük karanfil plantasyonlarını gezecektik. Bu bize hayli ilginç geldi. Çünkü buraya geldiğimiz ilk günde, kazıklar üzerine inşa edilen köyde yaptığımız kısa yürüyüşte çok şaşırmıştık. Yer, gök hiçbir yerde göremediğimiz kadar çok karanfil kurutma tezgâhlarıyla kaplıydı. Tabii bu nedenle de hava buram buram karanfil kokuyordu. Dönüşümüzde Jing bizim çok ilgilendiğimizi görünce buna uygun bir program hazırlamıştı. Kendisine teşekkür ederek hemen tekneye döndük ve yürüyüş için gerekli malzemeleri çantalara doldurup bizi götürecek olan tekneye bindik.
Kaptanlığını Hacı Abdul’ün yaptığı tekneyle yarım saatte karşı kıyıya vardık. Sular iyice çekildiği için cambazlık yaparak iskeleye tırmandık. Rehberimiz ve bizi karşılayan köpekler eşliğinde içerideki kamp alanına ulaştık. Burası da her tarafa serilen kurutulmaya bırakılmış karanfillerle doluydu. Tabii hijyen hak getire. Köpekler ve kuşlar bu kurutulan karanfillerin arasında volta atıyor!
Bize ikram edilen karanfili çaylarımızı yudumlarken etrafı gözlemledik. Dere yatağına yakın üç, dört ahşap baraka vardı. O an çalışma saati olduğu için ortada çocuklar ve yaşlılar dışında kimse yoktu ama sanırım orası işçi barakalarıydı. Akşam mesai bitiminde buralar dolacaktı. Yaşam şartları oldukça iptidai idi. Sefil şartlarda insanlar burada yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyordu. Etrafta bulunan köpekler bile çok sıska, bir lokma yiyecek bulmak için dört dönüyordu. Bazıları açlıktan vejetaryen olmuş, yere düşen kaju meyvesini kemiriyordu.
Bir süre oyalandıktan sonra rehberimiz eşliğinde dik bir yamaca tırmanmaya başladık. Önce keçi gibi tırmanan rehberimize ayak uydurduysak da bir süre sonra havlu atıp, dilimiz dışarıda adeta sürünmeye başladık. Adam gözden kaybolunca, dönüp Hattaya’ya baktım, kızın hali perişan. Hemen mola verdim. Biraz kendine gelince burada oturup beklemesini tembihleyerek rehberin peşinden patikaya tırmandım. On dakika sonra da çalışan işçilerin olduğu bölgeye ulaştım.
Uyduruk bambudan yapılmış uzun merdivenlerle ağaçlardan minik karanfilleri toplamak her babayiğidin harcı değil! Büyük sabır ve dayanıklılık gerektiren ağır bir iş. Genellikle vadilerin yamaçlarında dört-altı yılda yetişip meyve veren karanfillerin kuru mevsimde hasadı yapılıyor. Bu işte çalışan vasıflı bir işçi günde ortalama 10-15 kilogram karanfil topluyor. Taze toplanan karanfiller ayıklanıp temizlendikten sonra güneşte üç gün kurutuluyor ve satışa hazır hale geliyor.
Kurutulmuş, kaliteli karanfilin kilosu 85-100 bin rupi’ye (6-7 dolar) alıcı buluyor. Bu para için çekilen zahmet inanılır gibi değil, kilosu 100 dolara bile çekilmez. Zaten bizim gibi acemiler günde bir kiloyu bile zor toplar! Buralarda işçilik çok ucuz olduğu için çoluk çocuk tüm aile bu işte çalışıyor. Bir süre çalışanları izleyip, fotoğraf çektikten sonra oyalanmadan dönüşe geçtim. Hattaya’yı dönüş yolunda durmuş, merakla bir şeye bakarken yakaladım. Beni görünce “Dikkatli ol! Yavaş yavaş gel, şuraya bak” deyince heyecanlandım, yavaşça yaklaştım.
Biraz önce 4-5 metre uzağından geçtiğim köşede bir dalın ucundan yere en az 1,5 metre sarkan petek balda binlerce arı kaynaşıyordu. Bu doğal ortamda oluşan karanfil balının tadını çok merak etsek de kendimizi fazla riske atmamak için sessizce uzaklaştık. Teknemizi geri dönerken artık bir süre dağlara tırmanmayacağımıza söz verdik. Artık sıra denizlerdeydi.