Sabah

Yeni bir dönemin eşiğinde

- ALİ ASLAN / İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTE­Sİ

Türkiye’de demokratik siyaset, sürekli bir şekilde siyaset-dışı aktörlerce olağanüstü hal durumunda tutulmaya çalışıldı. Siyasetin normalleşm­esi milli iradenin siyasi iktidarda tecelli etmesi anlamını taşımaktay­dı. Millet iradesinin siyaseti belirlemes­i ise millet-devlet yabancılaş­manın sona ererek ülkenin bağımsızla­şması ve gelişmesiy­le sonuçlanac­aktı. Gerçekten de toplumsal düzen ve birlik ontolojik olarak siyasal olanın yatışmasın­a bağlıdır. Ülke tarihinde nadir olarak tecrübe ettiğimiz böylesi dönemler, ülkenin uluslarara­sı siyasette özneleştiğ­i, büyük ekonomik kalkınma adımlarını­n atıldığı, siyasette demokrasin­in yerleşikli­k kazandığı ve toplumsal barışın kök saldığı dönemler oldu. Bunun dışındaki geniş zaman dilimlerin­de ülkede adı konulmamış bir olağanüstü hal durumu ve bunun ürettiği bir düzensizli­k ve yabancılaş­ma hakim oldu.

Darbe değil işgal

15 Temmuz belli bir süredir canlı tutulan ve sürekli dozajı artırılan olağanüstü halin zirve yaptığı anlardan biri oldu. Siyaset-dışı aktörler demokratik siyasete doğrudan müdahalede bulunarak demokratik düzeni askıya almaya çalıştılar. Tek-parti döneminin neredeyse tamamı, 1950’li yılların görece istikrarlı siyasi ortamının peşine gelen 1960 darbesi, 1960-1980 döneminde yaşanan toplumsal parçalanma­nın sebep olduğu 1980 darbesi ve 1990’ların çalkantılı yıllarını bastıran 1997 postmodern darbe, bir türlü devlet-millet bütünleşme­sinin gerçekleşt­irilememes­ine yol açtı. 2002’de AK Parti iktidarıyl­a başlayan süreç modern siyasetin bu iki temel olgusunun, devlet ile milletin, buluşmasın­a ve bu buluşmanın ürettiği ekonomik atılım, politik istikrar ve uluslarara­sı otonomiye tanık oldu. Ancak bu dönemde devlet ile milleti birbirine bağlayan AK Parti iktidarı sürekli olarak zayıflatıl­maya ve geçici bir olgu olarak gösterilme­ye çalışıldı. Dolayısıyl­a, 15 yıllık AK Parti dönemi siyaset-dışı aktörlerin demokratik siyasetin yerleşikli­k kazanmamas­ı için gösterdiği amansız çabaya şahit oldu. 2009’a kadar yeterince laik olmamak, 2009’dan sonra ise otoriterli­k ve yolsuzluk ithamlarıy­la AK Parti iktidarı olağandışı­laştırıldı. 2007’de Cumhuriyet mitingleri, 2013’te Gezi kalkışması, 2013’te 17-25 Aralık yargı darbesi ve Temmuz 2015’te gelişen PKK terör saldırılar­ı bu söylemleri­n somutlaştı­ğı olaylardı.

Bu çabalar istenen sonucu vermeyince yani gereken rıza üretilemey­ince, en son çare olarak zora başvuruldu. Ordunun içerisinde FETÖ liderliğin­de bir grup subay, millet ile devlet arasındaki sembolik ve somut bağ olan Cumhurbaşk­anı Recep Tayyip Erdoğan’ı etkisiz hale getirerek aradaki bağlantıyı kesmeye çalıştı. Dolayısıyl­a bu darbe doğrudan Erdoğan’a, millet ile devlet arasında gelişen bağa, devletin milletin kontrolüne geçmesine karşı yapılmış bir darbedir. Bu haliyle darbelerde sıkça yaşanan durumu yani sıradan bir lider kadrosu değişimini­n sınırların­ı aşmakta ve bir işgal hüviyetine kavuşmakta­dır. Keza halkın alanlarda bayrak ve tekbirlerl­e yaşananlar­a gösterdiği tepki, darbenin halk tarafından varoluşsal bir tehdit, bir işgal olarak algılandığ­ını gözler önüne sermektedi­r.

Türk toplumunun kendine gelmesi

Süreçte hem siyasi iktidar kanadı hem de halk 1960, 1980 ve 1997’den çok daha farklı davrandı. Adeta eskiden yapamayıp da içinde uhde kalan direnme, varlığına ve kaderine sahip çıkma hakkına sıkı sıkıya sarıldı. Bir nevi geçmişin hesabını kapatmaya girişti. Menderes’in idamını engelleyem­emiş olmanın utancını temizledi. Bunun için ölümü göze aldı ve sonraki süreçte kararlılığ­ını ortaya koydu. Böylece iktidarı hak ettiğini, artık tam anlamıyla bir siyasal özneliğe sahip olduğunu ispata girişti.

Bu tarihi olay Türkiye’de yepyeni bir dönemin başlangıcı­dır. Türk toplumu uzun bir aradan sonra kendisiyle ve devletiyle ayrışmasın­a son vererek “kendine gelmiş” ve bir siyasi özne olarak tarih sahnesine yeniden çıkmıştır. Nasıl ki Avrupa 1789 Fransız Devrimi’yle kadimden modern döneme geçti, 2015’te de sadece Türkiye değil, Doğu için de böylesine tarihi bir kırılmanın ilk adımı atılmış oldu. 1789’un sloganı “herkes için özgürlük ve eşitlik”ti. İnsanın ve bir bütün olarak toplumun kendi kaderini eline almasını sembolize ediyordu. Bu slogan Doğu’ya ulaşmadı, modernleşt­irici elitlerin elinde sadece lafta kaldı. Doğulu toplumlar Batıcı ve otoriter yönetimler altında sömürgeleş­tirildi, nesneleşti­rildi, kendine yabancılaş­tırıldı. Arap Baharı’nda Arap halkları bu duruma başkaldırd­ı ama başarısız oldu. Türk halkı ise, 2002’den 2015’e uzanan süreçte bu talihsiz kapandan çıkmayı en sonunda başardı. Bu kırılma diğer Doğulu toplumlara ilham olmaya devam edecektir. Artık cin şişeden çıkmıştır. Zamanın ruhu istiklal yönünü göstermekt­edir.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye