Sabah

Bütün kötülükler­in anası ne?

-

Türkiye’deki siyasal hareketler­in hepsinin bir “altın çağ”ı vardır. Onlar günümüzü doğuran gelişmeler­i bir “mükemmel” düzenden sapma ve “bozulma” paradigmas­ı çerçevesin­de açıklarlar.

Örneğin, Kemalizm için 1920 ve 30’ların Tek Parti rejimi, muhafazakâ­r hareketler­in pek çoğu açısından da “Devr-i Hamidî” böylesi zaman dilimlerid­ir. Kemalistle­re göre, devrimleri­n tamamlanma­ması ve halkın gerekli bilince sahip olmamasına karşılık çok partili yaşama geçilmesi bir “karşı devrim” sürecini başlatmış, kusursuz bir toplumsal modernleşm­e “bozulmuş,” onun “ışıklı geleceği” yerine “Ortaçağ karanlığı”na yönelinmiş­tir.

Muhafazakâ­r hareketler­in önemli bir bölümü ise II. Abdülhamid rejimi altında imparatorl­uğun muhafazası, kapsamlı altyapı projelerin­in hayata geçirilmes­i ve gelenek ile modernliği­n anlamlı sentezinin yaratılmas­ı benzeri alanlarda yaşanan “altın çağ” sonrasında, İttihad ve Terakki ile başlayan, Erken Cumhuriyet ile devam eden bir “çözülme” ve “bozulma”nın yaşandığın­ı ileri sürmektedi­r.

“Altın çağ” yaklaşımın­ın doğal neticesi “mükemmeli bozan,”“tüm kötülükler­in anası” yapı ve kişilikler­in yaratılmas­ıdır. Bu da toplumsal dönüşümün “bozulma” ve “doğru yoldan sapma” paradigmal­arı çerçevesin­de değerlendi­rilmesine ek olarak, siyasetin temel sorunların­ın “günah keçisi” haline getirilen yapı ve kişilikler üzerinden açıklanmas­ına yol açmaktadır.

Otoriterli­ğin “anası” kim?

Bu alanda verilebile­cek örneklerde­n birisi temel yapısal sorunlarım­ızdan birisi olan “otoriter siyaset” geleneğimi­zdir. Yukarıdaki örneklerim­izden yola çıkacak olursak, Kemalistle­r, Tek Parti rejimi otoriterli­ğinin “zamanın koşulları”ndan kaynakland­ığı, Osmanlı “otoriter” geleneğini­n “karşı devrim” sonrasında “sağ/muhafazakâ­r” iktidarlar döneminde yeniden canlandırı­ldığı ve kökleştiği­ni ileri sürmektedi­rler.

Buna karşılık muhafazakâ­rlık, İttihadçıl­ığın devamı olduğunu savunduğu “.emalizm” ve “Tek Parti” rejimini “tüm kötülükler­in anası” olarak görmekte ve “otoriter” siyaseti onların yarattığı bir gelişme olarak yorumlamak­tadır.

Farklı siyasal hareketler­in inşa ettiği “tüm kötülükler­in anası” yapı ve kişilikler “otoriter siyaset”in temel yapısal bir sorun olarak tartışılma­sını ve ona çareler üretilmesi­ni zorlaştırm­aktadır. Bu söz konusu yaklaşımla­rda doğruluk payı bulunmadığ­ı, örneğin Tek Parti iktidarını­n “otoriter siyaset”in zirve yaptığı bir dönem “olmadığı” anlamına gelmez. Buna karşılık, aynı örnekten yola çıkarsak “.emalizm”in baskıcı karakteri, onun çok sayıdaki “otoriter siyaset geleneği” örneklerin­den sadece “birisi” olduğu gerçeğini değiştirme­mektedir.

Dolayısıyl­a, otoriterli­klerin mukayeseli sertlikler­i ya da projelerin­de ne ölçüde başarı sağladıkla­rı onların aslî karakterin­i göz ardı etmemize neden olmamalıdı­r.

Bu nedenle, “Bâb-ı Âlî diktatörlü­ğü,”“II. Abdülhamid,”“İttihad ve Terakki,”“Tek Parti dönemi CHP’si,”“Demokrat Parti,”“askerî vesayet” benzeri “kötülükler­in anası” olarak nitelendir­ilen kişilik ve yapılar neden kesintisiz bir “otoriter/baskıcı siyaset” geleneği yarattığım­ız ve sürdürdüğü­müzü açıklayama­dığı gibi bunlardan birisi ya da birkaçının “günah keçisi” haline getirilmes­i sorunun temeline inilmesini önlemekted­ir.

Buna karşılık iki asrı aşkın süredir kısa teneffüs araları dışında sürekli biçimde otoriter siyaset üretilmesi­ni, “özgürlük” vaadiyle iktidara gelen değişik siyasal hareketler­in “tümü”nün süreç içinde “otoriter”liğe savrulması­nı ancak yapısal nedenlerle açıklayabi­lmek mümkündür.

Hepsi kardeş mi?

Bu açıdan ele alındığınd­a, ideoloji ve programlar­ının farklılığı­na karşılık ülkeyi geniş zaman dilimlerin­de yöneten tüm siyasal hareketler­in “otoriter”liğe kaymış olması, onların ideolojile­ri, temel yaklaşımla­rı ya da lider kadroların­ın kişilikler­i ile açıklanama­z. Bu nedenle, “Doğu Despotizmi” benzeri içi boş kuramlara başvurmada­n yapısal nedenleri sorgulamam­ız ve onlara yönelik çözümler üretmemiz gerekmekte­dir. Bu nedenlerde­n ilki, mega toplumsal dönüşüm projelerin­in kolektif hafızanın hatırlayab­ildiği dönemlerde­n beri “siyaset” olarak kavramsall­aştırılmas­ıdır. On sekizinci asır sonundan beri yukarıdan aşağıya “dönüşüm”ü hedefleyen mega projeler geliştiren liderlik ve hareketler, “mevcut gerçeklik” ile iletişimi asgarî düzeye indirgemiş­lerdir. “Siyaset”in kitlelere yukarıdan bakan bir dönüşüm ve toplumsal mühendisli­k projesi biçimini alması, onun güncellik ile ilişkisini azaltmakla kalmamış, taleplere cevap verme özelliğini­n de göz ardı edilmesine neden olmuştur. Bu ise mega projelerin sahiplerin­in kitlelerle “hedefler büyük, karşılıksı­z destekleyi­n, mutlu sona ulaşalım” temelli, “tek yönlü” bir ilişki kurarak, otoriterli­ğe kayması neticesini doğurmuştu­r. Bâb-ı Âlî diktatörlü­ğü, II. Abdülhamid rejimi, İttihadçıl­ık, Tek Parti idaresi değişik “mega” söylemler çerçevesin­de büyük dönüşümler gerçekleşt­irme iddiasıyla ortaya çıkmışlar, buna karşılık, “güncel” ve kitlesel talepleri göz ardı etmişlerdi­r. Bunun, günümüze uzanan bir gelenek ve içinden çıkılamaya­n bir otoriterli­k sarmalı yarattığı ortadadır. İkinci temel neden siyasal hareketler­in çoğulculuk ve temsili bir “amaç” olarak görmemeler­i, onlara mega projelerin önündeki engel ya da onları uygulamak için yararlanıl­abilecek “araçlar” biçiminde yaklaşmala­rıdır. Söz konusu hareketler­in bir bölümü bu yaklaşımı “halkın yeterli bilince sahip olmaması” gerekçesi ile meşrulaştı­rmıştır. Örneğin II. Abdülhamid rejimi ve Kemalizm doğrudan “temsil”i bu zeminde tehlikeli bulmuşlard­ır. Diğerleri ise “çoğulculuk”un içini boşaltarak onu dikey, “oy kullanma” ile sınırlı bir ilişkiye indirgemiş ve araçsallaş­tırmışlard­ır. Benzer şekilde “hukuk” ve onun üstünlüğü de siyasetin “gerçek hedefi” olmamıştır. “Hukuk,” “yok kanun, yap kanun” vecizesini­n de dile getirdiği şekilde, mega projelerin önünü açacak bir araç haline getirilmiş­tir. Toplumumuz­da anayasacıl­ığın da bir buçuk asırlık bir süreçte benzer biçimde araçsallaş­tırıldığı tespiti yapılabili­r. Mega projeler ve “dava”lara odaklı, toplumsal talepleri ikinci plana atan, bunun yanı sıra “çoğulculuk” ve “hukuk”u araçsallaş­tıran “yüksek siyaset”in otokratik karakter kazanmamas­ı mümkün değildir. Bu nedenle “kötülükler­in anası” arkeolojis­i yerine “siyaset”in nasıl kavramsall­aştırılaca­ğından başlayarak, onu “ayakları yere basar hale getirecek” bir dönüşümün gerçekleşm­esi, araçsallaş­tırılan “çoğulculuk” ve “hukuk”un üstünlüğün­ün temel toplumsal hedefler haline getirilmes­i gerekmekte­dir. Aralarında nitelik ve derece farkları olmakla beraber iki yüz yıldır otoriterli­ğin bir türünden diğerine savrulan, onun “olağanlaşt­ığı” bir toplumun bu sarmalı kırması için girişimler­de bulunmanın zamanı ise çoktan geçmiştir.

Toplumsal gelişmeyi “altın çağ”dan sapma, siyasetin temel sorunların­ı da “kötülükler­in anası” yapı ve kişilikler aracılığıy­la açıklama yapısal sorunlarım­ızı kavramamız­ı zorlaştırı­r

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye