“Ortadoğululuk”tan “Batılılık”a kimlik serüvenimiz “O
“Beyaz 7ürk” olarak tanımlanarak kendilerini toplumun “seçkinleri” olarak gören bireylerin kullanımında, ait olmamamızın yanı sıra, “benzeme-
bir kültürel
alandır. Söz konusu bireyler,
benzeri metaforlarla atıfta bulundukları bu alana, aidiyetimizi muhafaza etmemiz gereken “gteki”si ve
ken” bir “kültürel çevre” olarak yaklaşmaktadır.
Türkiye’nin
uzak durmasının onun kimliğinin gereği olduğunu ileri süren bu yaklaşım, bunun Cumhuriyet’in kurucu ideolojisi tarafından yapılan bir tercih olduğunu da savunmaktadır.
“Balkanlar” benzeri yapay kavramların toplumların kimliklerini şekillendirdiği, kültür kodlarını etkilediği ve siyaset biçimlerini belirlediğini varsaymanın anlamsızlığı ortadadır.
Coğrafyanın kültür üzerindeki etkisini bütünüyle dışlamak doğru olmasa da on dokuzuncu asır sömürgeciliğinin hizmetine sunulan yaklaşımların geçerliliğini savunmak
dolaşmaktır. Bu kavramlar, keyfemayeşâ üretilmiş, sınırları muğlâk coğrafyalar ile onların birey ve toplumlar üzerinde belirleyiciliğini savunan, ırkçı tonları güçlü yaklaşımlar üzerine inşa olunmuştur.
Söz konusu yaklaşımları sorgulamadan benimseyenler bunu görmezlikten gelmekte, geçmişte yaygın kabûl gören “birbirlerini |ldür-
benzeri bir yaklaşımın anlamsızlığını teslim ederken, türünden metaforların açıklayıcı olduğunu varsaymaktadır. “kdil” dengesizliğini de gözönüne alarak bir karar almasını talep ediyordu. Musul vilâyetinin mandat idaresi altındaki Irak’a bırakılması sonrasında Türkiye’de pek çok alanda olduğu gibi kimlik konusunda da ciddî bir yaklaşım değişikliğinin yaşandığı doğrudur. Karşıolgusal bir yorumla Musul Türkiye’ye katılsaydı, kimliğinin sürdürüleceği ve Kürtlerin varlığını inkâr eden siyasetlere yönelimden kaçınılacağını dile getirmek mümkündür. Ancak önemli olan gibi kimliğimizin de kendimizce bir dönem kendilerini görmeyerek birinci “kimlik”i tercih eden Cumhuriyet kurucularının daha sonra bu alanda farklı bir siyaset geliştirdikleri gerçeğidir. Türkiye, aynı süreçte, kendisini zulmüne uğrayan bir Doğu toplumu olarak gören “antide uzaklaşacak ve Avrupa dengesinde ağırlığı olan bir devlet ve olma yaklaşımını
benimseyecektir.
Resmî ideoloji ilerleyen yıllarda üzerinden geliştirilen benimsemekle yetinmeyerek, “kültür”
iddiasıyla
bir kimliği inşa gayreti içine girmiştir. Ancak “Beyaz 7ürk” çevrelerinin varsaydığının tersine bu da kimliği gibi Dolayısıyla bunun kültür, davranış kalıpları ve ahlâkî değerlerden siyaset yapımına ulaşan bir alanda farklılaşma yarattığı inancı doğru değildir.
Bu çerçeveden bakıldığında yapay ve sınırları akışkan ve benzeri kavramlara önem atfetmek, bunlar üzerinden yaratılan kimliklerin “Iark
kültürler doğurduğunu savunmamızın, bunlardan birini yüceltirken diğerini zararlı bir virüse benzetmemizin anlamlı olmadığı görülecektir.
Örneğin, Türkiye, kendisini Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi
olarak görmeyi sürdürseydi bugün daha (ya da ileri) bir toplum olmayacaktı. Bir coğrafî alan ve onun sahiplenmenin
benzeri alanlarda köklü değişimlere neden olacağını düşünmek kavram fetişizmine saplanmaktır. Örneğin, Güney Kore’nin
olması onun bu konularda Sırbistan’dan daha iyi bir karneye sahip olmasını engellememektedir.
Benzer şekilde Lübnan siyasetinin aşamadığı kimlik çatışmaları, bu toplumun olmasından kaynaklanmamakta, Makedonya’nın Avrupa’da yer alması onun da benzer sorunlarla cedelleşmesini önlememektedir. Otokratik yönetimler de
ürünü olmayıp, Ba’as kurucuları Avrupa’nın ve “sol” totaliter ideolojilerinden etkilenmişlerdir.
Önemli olan kimliği sahiplenmenin seme” anlamına gelmediğinin görülmesidir. Bu nedenle kavramlara önem atfetmemenin Türkiye’nin evrensel değerleri dışlaması ile eşdeğer olduğunu ileri sürmek yanlıştır. Tam tersine söz konusu kavramların dışlayıcı hiyerarşiler yaratarak bu değerlerin “evrensel” karakterinin kavranmasını zorlaştırdığı belirtilmelidir.
Dolayısıyla Türkiye evrensel değerlerin toplumda yaygın kabûl görmesi, hukuk devleti standardlarına uyum ve liberal demokrasi haline gelme alanında gayret gösterirken bunu ve benzeri bir çerçeve dışında ve “kendisi” olarak gerçekleştirme durumundadır. Bu, hiç şüphesiz, yukarıdan bakarak
haline getirdiğimiz coğrafyamız ile daha yapıcı ilişkiler kurmamıza da yardımcı olacaktır.