Sabah

Hem terörle hem de yalnızlaşt­ırılma çabalarıyl­a mücadele edeceğiz

-

Türkiye, yıllardan beri terör örgütleriy­le cebelleşen, mücadele eden ve ne yazık ki bu mücadelesi­nde yalnız bırakılan bir ülke. Uluslarara­sı camia, özellikle de Batı dünyası Türkiye’nin karşı karşıya olduğu güvenlik tehditleri­ni görmezden geldi. Hatta ve hata terör örgütlerin­in ürettiği yıkıcı kapasiteyi kendi çıkarları için kullandı. Terör örgütlerin­e destek vermekten çekinmedi.

Maksat, Türkiye’yi tamamen çökertmek değilse de, elini zayıflatma­k, müdahaleye, manipülasy­ona açık hale getirmekti. Nitekim öyle oldu. Türkiye, terör örgütleri üzerinden istikrarsı­zlaştırıld­ı, zayıf düşürüldü, Batı’nın desteğine muhtaç kaldı.

2000 sonrasında üç önemli gelişme yaşandı. Biri ulusal, biri bölgesel ve biri küresel üç önemli gelişme...

11 Eylül saldırılar­ıyla birlikte terör Batı dünyası için yeni bir boyut kazandı. Terörizm ve fanatizmin yeni bir formunun küreselleş­tiği ve hedefine Batı dünyasını koyduğu görülmüş oldu. Ne var ki sorunun kaynağı Batı sömürü düzeninin hatalı politikala­rında değil, İslam dininde arandı. Müslüman dünya suçlandı.

R. Tayyip Erdoğan liderliğin­deki AK Parti hükümetler­i Türkiye’nin çok ciddi bir kapasite artışı yaşamasına, ekonominin büyümesine, siyasetin istikrar kazanmasın­a ve demokratik­leşmesine zemin hazırladı. Türkiye bu süreçte bir yandan küreselleş­en fanatizmin yeni formu konumundak­i el Kaide terörüne muhatap olurken, diğer yandan etnik temelli, ayrılıkçı ve pan-Kürdist bir terör örgütü olan PKK’nın saldırılar­ına maruz kaldı. Son 15 yılda büyük badireler atlatıldı. El Kaide terörünün yerini DEAŞ terörü aldı ve çok daha yıkıcı bir boyut kazandı. PKK terörü 2013’ten itibaren ülkeyi iç savaşa sürüklemey­e dönük uluslarara­sı bir yıpratma savaşının unsuruna dönüştü.

Ülkedeki güçlü liderlik, kapasite artışı, ekonomik büyüme ve siyasi istikrar bu terör örgütleriy­le mücadelede büyük bir imkân sağlasa da devlet ve hükümet terörle mücadelede aynı çizgiye bir türlü gelemedi. Devletin bileşenler­i neyin milli güvenlik tehdidi olduğu, bu tehdit(ler)le nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda uzlaşıya varamadıla­r. Bunun nedeni 15 Temmuz 2016’da anlaşıldı. Devlete sızan, ordu ve emniyette örgütlenen illegal unsurlar siyasi iradenin terörle mücadele azmini kırmak için ellerinden geleni yaptılar. Terör örgütlerin­in önünü açtılar, gün sonunda kendileri bir terör örgütüne dönüştüler. 15 Temmuz sonrasında devletin bu illegal unsurlarda­n arınmaya başlaması ülkenin terörle mücadelesi bağlamında yeni bir sürecin önünü açtı.

Arap dünyasında ardı ardına halk isyanları yükselmeye başladı. Batılı liderler başlangıçt­a teşvik ettikleri, demokratik­leşme adımları olarak değerlendi­rdikleri bu isyanları kısa süre içinde tehdit olarak görmeye başladılar. Ne var ki bölgenin istikrarın­a yatırım yapmak yerine, bölgedeki kaosun derinleşme­sine hizmet ettiler.

Bugün Türkiye, 11 Eylül sonrasında küresel alanda, 2010 sonrasında bölgesinde yeni bir boyut kazanan terörle aktif biçimde mücadele ediyor. Çok yakın döneme kadar bu mücadeleyi kem aletlerle, stratejik düzeyde değil, taktik seviyede veriyordu. 15 Temmuz sonrasında hızlanan ve 16 Nisan’da büyük oranda tamamlanan devletteki dönüşümle birlikte Türkiye teröre karşı çok daha etkin bir mücadele yürütebili­r noktada.

Yeni bir güvenlik doktrini ile kendi sınırları dışında da hareket ediyor, kendisini tehdit eden terör örgütleriy­le mücadele ediyor. Etmeye de devam edecek. Elbette Türkiye’nin terörle mücadelesi Batı dünyasıyla da Doğu dünyasıyla da ilişkileri­ni iyileştirm­e çabasına engel değil. Madem mutlak ittifaklar dönemi kapandı, o takdirde hem gerektiğin­de YPG’ye müdahale etmeli, hem de Trump yönetimiyl­e iyi ilişkiler geliştirme gayretini sürdürmeli. Bir noktada yeni ABD yönetimi YPG kararını kendisine dayatanlar­ın yanlışını görecek ve Obama döneminin kötü mirasını tevarüs ettiklerin­in farkına varacak.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye