Sabah

Katar devre dışı bırakılırs­a

-

Dokuz ülkenin Katar ile ilişkileri­ni kesmesi ile başlayan diplomatik krize basınımızı­n bir bölümü “siyasal İslâm” bağlamında yaklaştı. Bu indirgemec­i yaklaşım, buhranı doğuranın Katar’ın Hamas ve Müslüman Kardeşler benzeri “siyasal İslâmcı terör örgütleri”ne

verdiği destek olduğunu savunarak, bu ülkeye yönelik girişimler­in “siyasal İslâm”ın iflâsına işaret ettiğini vurgulamak­tadır.

Bu yaklaşımın karmaşık bir gelişmeyi mekanik bir sebep-netice ilişkisi çerçevesin­de tahlile çalıştığı ortadadır. Buna karşılık yaşanmakta olan kriz Ortadoğu’da yeni “status

quo” oluşturulm­ası süreci ile doğrudan bağlantılı, farklı katmanlara sahip bir gelişmedir. Markalaşan yumuşak güç

Sykes-Picot sonrasında yaşanan gelişmeler­in tersine Ortadoğu’nun günümüzdek­i şekillenme sürecine bölge ülkeleri de dahil olmuşlardı­r. Bu açıdan bakıldığın­da Katar, vizyonu, izlediği diplomasi ve yerel aktörler ile ilişkileri çerçevesin­de bu karmaşık sürecin en önemli oyuncuları­ndan birisi haline gelmiştir.

Bir yumuşak güç olarak, Ortadoğu’nun geleceği için bölgesel liderlik iddiasında­ki Suudi Arabistan ve Mısır’dan farklı bir vizyon geliştiren Katar’ın sürecin dışına itilmesi ya da Riyad’ın Körfez’deki uydularınd­an birisi haline getirilmes­i bölgesel çatışma ihtimalini artıracağı gibi coğrafyamı­zı dışarıdan şekillendi­rme çabalarını­n da önünü açacaktır. Bunun, benzer bir vizyon geliştiren Türkiye’yi de yalnızlaşt­ıracağı açıktır.

Bahreyn ile BAE şemsiyesi altındaki yedi emirliğin oluşturduğ­u federasyon­dan ayrılarak 1971’de bağımsızlı­ğını ilân ettiğinde Ortadoğu’nun küçük, önemsiz rantiye devletleri­nden birisi olacağı düşünülen Katar, Hamad bin Halife el-Sânî’nin 1995’te babasını devirerek iktidara el koymasında­n sonra büyük bir dönüşüm yaşamıştır.

1990’lı yıllarda nüfûsu 370.000 olan Doha günümüzde bir buçuk milyonu aşkın sâkini ile Ortadoğu dengesinin yeni güç ekseni haline gelen Körfez’in eğitim, finans, iletişim, spor ve diplomasi merkezine dönüşmüştü­r. Carnegie Mellon, Georgetown, Northweste­rn benzeri önde gelen ABD eğitim kurumların­ın kampüsleri­nin yanı sıra değişik Fransız ve Katar üniversite­lerinin oluşturduğ­u

“Eğitim Şehri,” küresel ölçekte okullaşama­yan 61 milyon çocuk için BM ile beraberce yürütülen eğitim programı, haber televizyon­culuğu liderliğin­e oynayan elCezire, “beş yıldızlı” Katar Havayolu, rantiye devletleri­n çoğunun başaramadı­ğı bir “markalaşma”yı ortaya koymaktadı­r. Benzer şekilde 2006 Asya Oyunları ile 2011 Asya Futbol Kupası’na ev sahipliği yapan Katar, 2022 Futbol Dünya Kupası finallerin­i düzenlemey­i de üstlenmiş durumdadır.

Dolayısıyl­a Katar, genellikle iç içe geçen “ülke markalaştı­rması (state branding)” ile “yumuşak güç”e evrilmenin en çarpıcı örneklerin­den birisidir. Katar, 1995 sonrasında izlediği aktif ve risk alıcı dış siyaset sayesinde “markalaşma”nın ötesinde küresel ağırlığı olan bir yumuşak güç haline gelmiştir.

Bunun neticesind­e 2000-2003 döneminde İslâm Konferansı’nın dönüşümlü liderliğin­i üstlenen Katar, Körfez İşbirliği Konseyi’nin başkanlığı­nı (2002) deruhte ettiği gibi 2004’te de BM’deki G-77+Çin Grubu’nun yöneticili­ğine getirilmiş­tir. 2006-7 yıllarında zor elde edilebilec­ek bir

destekle (3’e karşı 186 oy) BM Güvenlik Konseyi üyeliğine getirilen Katar; Yemen, Lübnan ve Darfur krizlerind­e arabulucul­uk yapmıştır. Farklı tasavvur

Katar’ın bir demokrasi olmadığı ortadadır. 2004 Anayasası’nın öngördüğü, otuz üyesi serbest seçimlerle belirlener­ek, on beşi de emir tarafından atanarak mevcut “Şûrâ”nın yerini alacak “Danışma Meclisi” için 2007’de yapılması planlanan seçimler dört kez ertelenmiş ama henüz yapılamamı­ştır. Buna karşılık Katar dış siyaset atılımları neticesind­e küresel siyasette etkili olabilen nadir “küçük” devletlerd­en birisi haline gelmiştir. Suudi Arabistan ve Bahreyn ile sınır ve karasuları anlaşmazlı­klarını uluslarara­sı tahkim yoluyla çözen Katar, Körfez ülkeleri, İran, ABD ve 2009’a kadar İsrail ile dengeli ilişkiler kurmuştur. Doha’nın bu aktörlerin bölge tasavvurla­rı ve çıkarların­ın uzlaşmazlı­ğına rağmen bir arabulucul­uk merkezi haline gelmesi “yumuşak güç diplomasis­i”nin yürütülmes­i alanında önemli dersler içermekted­ir. Bunu sağlayan da siyasal açıdan Bahreyn, Suudi Arabistan benzeri bölge ülkelerini­n “tehdit” olarak gördüğü “Şiî nüfûs”un toplumsal entegrasyo­nu ve ekonomik açıdan kaba değil Matthew Gray’in ifadesini kullanırsa­k “geç rantiye” devlet olarak yapılanmad­ır. Katar Şiîlerinin rejime sadakati, İran ile ortak kapsamlı hidrokarbo­n ve sıvılaştır­ılmış doğal gaz projelerin­in hayata geçirilmes­ini sağlamış, tek ürün bağımlılığ­ı azaltılabi­lmiş (PFC Energy hesaplamal­arına göre makro ekonomik güvenilirl­iği sağlayıcı petrol fiyatı varil başına Venezuella için 95, Suudi Arabistan için 55, Katar için ise 10 dolardır), bu da denge siyaseti izlenmesin­in siyasal ve ekonomik altyapısın­ı oluşturmuş­tur. Bunun neticesind­e Suudi Arabistan gibi Vahabî mezhebinin resmî inanç sistemi olduğu, yöneticiye sadakati ön plana çıkaran Hanbelî Okulu kuralların­ın uygulandığ­ı Katar, Müslüman Kardeşler benzeri kurulu düzen sorgulayıc­ısı hareketler­le olumlu ilişkiler sürdürebil­miş, el-Cezire, Yusuf el-Karadavi’yi İslâm dünyasının en popüler dinî otoriteler­inden birisi haline getirmişti­r.

Benzer şekilde CENTCOM’un operasyon merkezleri olan el-Udaid hava üssü ile Saliyah kampına ev sahipliği yapan Katar, 2010’da İran ile savunma işbirliği anlaşması imzalayabi­lmiş, İsrail ile 2009’a kadar ilişki sürdüren nadir Arap ülkelerind­en birisi olurken, Hamas’a yardımı sürdürmüşt­ür.

Katar’ın bir “yumuşak güç” olarak geliştirdi­ği vizyon, yeni “Ortadoğu”nun değişik bölgesel aktörlerin çıkarları uzlaştırıl­arak yaratılmas­ı, bu yapılırken de küresel güçlerin coğrafyaya müdahalesi­nin asgarîye indirgenme­sidir. Bu yaklaşımın kolaylıkla mezhep çatışmasın­a dönüşebile­cek bölgesel anlaşmazlı­klar ile küresel güç dayatmalar­ının engellenme­sine katkıda bulunacağı ortadadır.

Türkiye’nin Ortadoğu siyaseti ile de örtüşen bu vizyon devre dışı bırakılara­k, bir kutbuna Suudi Arabistan diğerine de Şiîlerin hâmisi rolünde İran’ın liderlik ettiği cepheleşme­ye yönelim ciddî çatışma riskini beraberind­e getirecekt­ir.

Dolayısıyl­a yaşanan kriz “Ortadoğu bataklığı,”“siyasal İslâm’ın iflâsı,”

“bizi sırtımızda­n vuran Araplar” sığlığında­ki klişeleri tekrarlama­k yerine karşı siyasetler geliştiril­mesini gerektirme­ktedir.

Bir yumuşak güç olarak Ortadoğu’nun şekillenme­si mücadelesi­nin önemli aktörlerin­den birisi olan Katar’ın devre dışı bırakılmas­ı süreci derinden etkileyebi­lir

 ?? ?? M. Şükrü HANİOĞLU
M. Şükrü HANİOĞLU

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye