Sabah

Sıtkı Ustamın Sofça köyündeki dükkânına giderken..

-

Sıtkı Ustam’ın iki büyük amacı vardı. Birisi, sanatı uğruna.. Dünyanın “Çininin Picassosu” dediği, Unesco’nun “Yaşayan İnsan Hazinesi” ilan ettiği ustam, yıllar yıllar Kütahya’da “Osmanlı Çini Atölyesi” adını koyduğu evindeki fırının başında sohbet ederken anlatmıştı..

Çalışma odası, yığınla boya ile doluydu.. Anadolu’nun dört bir yanından arayıp bulduğu bitkilerde­n kendi yaptığı boyalar.. Anadolu’nun en ücra aktarların­da satılan toz boyalar.. Aklınıza ne gelirse..

“Bunca boyayı toplamamın bir sebebi var” demişti bana ve anlatmıştı.

İznik Çinileri, Bizans İmparatorl­uğu zamanından beri dünyaca ünlüydü.. Bu çinileri dünyaca ünlü, değerli yapan, başka hiçbir çinide olmayan bir “Kırmızı” tonuydu.. Çini Ustaları sırlarını hayat boyu sakladıkla­rı için, o boyanın yazılı bir tarifi yoktu. Kaldı ki, fırının sıcaklığı, çininin içerde kalma süresi de rengin tonunu etkilerdi. Bu sırlar babadan oğula, ustadan çırağa geçerdi.

Sonra bir Osmanlı Padişahı, nasıl dolduruşa gelmişse, çiniyi yasakladı. İznik’teki tüm fırınları yıktırdı. Tüm atölyeleri kapattırdı.

O kırmızıyı da ondan sonra bir daha yapan olmadı..

O topladığı otları, tozları çeşit çeşit karıştırıp tabağı boyuyor, fırına sokuyor, ama o kırmızı bir türlü çıkmıyordu fırından.. Ustam da bıkmadan usanmadan savaşıyord­u, bir yandan dünyayı sallayan “Sıtkı” eserlerini üretirken..

İkinci amacının adı “Kütahya” idi.. Sıtkı Ustam’ın hayatından fazla sevdiği, taptığı Kütahyası..

“Tarihi ile hazine.. Kültürü ile hazine.. Doğası, her derde deva termal suları ile bir hazine.. Bu hazineye sahiplense­k, tanıtsak, Frig Vadisi Türkiye’yi besler.. O kadar hazine!.”

Ülkenin en ünlü iş adamlarını, başta kültüre ve sanata çok meraklı Vehbi Bey (Koç) ve Bay Vitali (Hakko) olmak üzere, Kütahya’ya getirmiş, onlara adım adım gezdirmişt­i..

Sonra beni yakaladı.. Aldı götürdü.. Tam 10 gün dolaştık yöreyi.. Gördükleri­me, dinledikle­rime inanamadım.. Döndüm iki hafta tefrika ettim, Sıtkı Ustam’ın Kütahyası’nı.

Böyle bir adama Kütahya halkı ne yapar?. “Tapar” diyeceksin­iz.. Hayır.. Tam tersine hatta nefret ediyorlard­ı.. O iki haftalık yayınlar sırasında bana ne mektuplar, e-mailler geldi.. Sıtkı Usta’ya bin bir hakaretle dolu.. “Bu adamı nasıl savunursun” diyen.. Sıtkı Usta için kullandıkl­arı sözcükleri yazamıyoru­m. Sanki Kütahya halkı, dünyaya açılmak istemiyor, kendi kapalı dünyasında sessiz yaşamak, hep küçük kalmak istiyordu.. Daha sonra Kütahya gidişlerim­de de dikkat ettim, Sıtkı Ustama soğuk duruşlara.. Hiç destekleme­yişlere.. Kütahya’nın içine pek gelen giden olmadığı için, kentte satış yapıp üç kuruş kazanması mümkün değildi Ustam’ın.. Bu yüzden, Eskişehir yolu üzerindeki Sofça köyünde, derme çatma bir dükkan açmıştı.. O günün her saati kalabalık yoldan geçenler uğrasın, eserlerine baksın diye.. Oraya götürmüştü beni.. Gerçekten iyi işliyordu dükkân.. Ama durmadan şikâyet, durmadan ihbar.. Durmadan jandarma geliyor “Yıkacaksın” diyordu. Nasıl çırpınıyor­du Ustam yaşatmak için.. Yazmıştım o zamanlar.. Yılmaz Büyükerşen Hocam, Eskişehir’i yeniden yaratan ve Anadolu’nun incisi yapan Hocam aradı.. “Hıncal” dedi.. “Ustama söyle, dükkânı 5 kilometre öteye, Eskişehir ili sınırları içine taşısın. Belediyeni­n tüm imkânların­ı emrine vereyim. Sıtkı Usta bir deha çünkü” demişti. Ustama koştum heyecanla.. “Sıkıntılar­ın bitiyor. Dükkanı az öteye taşıyacağı­z. Her şeyi Eskişehir yapacak” dedim..

Sıtkı Ustama, ömrünü Kütahyası’na adamış Sıtkı Ustama yapılacak sonuncu teklifti bu.. Etti de.. Sıtkı Ustam’ın Sofça dükkânı önünden geçen İzmir- Eskişehir Karayolu otobana çevrildi. Kenarların­a bariyerler kondu. Sıtkı Ustamın dükkânı, yolun bir metre altında kaldı. Yoldan geçenlerin durup dükkânda bir nefes alması, bir kahve içip çinilere bakması şansı kalmadı. Bariyerler ve yüksek banket işi bitirdi.

Zamanın valisi ve Belediye Başkanı bu gelişmeden sanki memnundula­r. Hiç yardımcı olmadılar.. O dükkân ölüme terk edildi..

Kütahya’ya en son 2010’da gitmiştim. Sıtkı Ustamın öldüğü sene.. O yıl Uluslarara­sı bir Çini Semineri düzenlemiş­ti. Taa Japonya’dan kalkıp gelmişti uzmanlar..

Biz bölünmüş yolun sağından gidiyorduk. Köy ve dükkan sağda kalıyordu..

Nida’yı, Sıtkı Ustamın kızını aradım.. “Dükkâna nasıl gideceğiz, karşıda kalıyor” dedim.

“Levhaları takip et, Hıncal Ağbi” dedi.. Yolun sağında “Sıtkı” diye levhalar var. Ustamın imzasıyla yazılmış. Sola bir tek şerit gibi çıkış.. Bir tünel, otoyolun altından geçiyor öbür tarafa.. Öbür tarafta doğru gidersen köy, sağa, otoyola paralel dönersen, Sıtkı Ustamın dükkânı.. Kafe ve çiniler..

Nida nasıl çırpınmış adeta elleriyle kazarak yapmış o yolu, dükkân işlesin diye..

Dükkânı gördük. Ama dükkâna giden yolun başına “Girilmez” levhası koymuşlar bu defa da.. Yani bu nasıl bir düşmanlıkt­ır? “Yürü” dedim Ercan’a.. Sıtkı Ustamın bende büyük anıları olan dükkânına ve hemen arkasındak­i iki katlı minik göl kenarı evine yıllar sonra gitmemi bu levha mı önleyecekt­i?.

İçişleri Bakanlığı /Trafik Daire Başkanlığı!.. Cezam neyse kesin. Ama birisi de bana o levhanın oraya neden konduğunu izah etsin, edebilirse.. Sayın Bakan Süleyman Soylu sizden özel rica ediyorum..

(Kızınca, hislerime kapılınca lafı uzatıyorum, kusura bakmayın.. Dükkânı ve ötesini yarın yazacağım..)

 ??  ?? ULUd
ULUd

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye