Modern hayatla “ev”lenmek!..
Bulutların üzerinden ufka bakmayan bir terasınız yoksa... O terasa bir jakuzi, bir palmiye, birkaç şezlong kondurulmamışsa...
“<epyeni bir hayat”la ilginiz yok demektir!
Çünkü ne hayal kurabilmişsiniz ne de hayallerinizi gerçekleştirmişsiniz...
O terasta upuzun ve pek şık bir sedir, üzerinde Fas işi örtü ve yastıklar yoksa... Söyleyin... Nasıl “sevdiklerinizle mutlu anlar biriktirme” imkânınız olacak? Bitmişsiniz siz! Hiç öyle balkondaki sardunyalarınızın güzelliğinden, mutfaktan gelen mis gibi kurabiye kokularından, falan söz
etmeyin! Geçin bunları... Koskoca konut sektörü, bütün bu yalan mı söylüyor şimdi? promosyoncuları
Tam burada durayım... Yoksa yanlış anlayıp bana öfkeleneceksiniz, biliyorum.
Bilmem, son zamanlarda iyice üze-
na ve arka planlarındaki ideoloMisi”ne dikkat ediyor musunuz?
Ben izliyorum ve bazen “bizi delirtmek istiyorlar herhalde!” diye düşünüyorum. Alttan alta bir zihin istilası. İnsani anlamda bir çürüyüş.
temelden çivilenip sonra maneviyat yolu böyle bulunmuş sanki! Tamam! Konut sektörü bir tanemiz... Olmazsa olmazımız... Dalga geçmiyorum. Gerçekten öyle. Sermaye birikimi üretebildiğimiz, ciddi istihdam ve ekonomik canlılık yaratabildiğimiz çok önemli bir iş alanı. Ama bu sektörün kendini konumlan
bir felaket. Şehirlerin gidişatı da öyle...
Geçen gün şöyle bir reklam gördüm... Etkileyici bir ses şehir ve iş yaşamının yoğunluğundan şikâyet ediyor ve hiç değilse “günün sonunda” bir ferahlığa ihtiyacımız olduğunu söylüyordu.
O arada kahramanlarımız arabalarına binmişler kırların içinden geçiyordu. Eh yol uzundu tabii.
Sonra bahçeli güzel bir ev karşımıza çıkıyordu.
Evin salonundan çıkan adam çıplak ayaklarıyla çimde yürüyordu. (Malum, çim tabiatın yerine geçiyor artık!) Esas ilginç olan neydi biliyor musunuz? Reklamda ortalık günlük güneşlikti. Ama reklamcı da haklıydı! Günün sonunda, onca yol alıp
kim ne yapsın? Konu uzun... Devam edeceğim... Modern mutluluk ve “ev” kavramı arasındaki problemli ilişkiyi konuşmamız gerek.