Amerika’da neden yaşamam mümkün değildi?.
Dün, 1984’te Amerikan Elçiliği’nden vize isteme öykümü anlatırken “Ben sırf Amerika’da yaşamamak için eşimi boşamış adamım” demiş ve sebebini bir cümle ile geçiştirmiştim.. “Hele orayı gezip, tanıdıktan sonra..”
Şimdi bu cümleyi açmam gerektiğine inanıyorum. Özellikle de, hastanedeyken bakamadığım birikmiş gazeteleri karıştırırken, Hürriyet Kelebek ekinde okuduklarımdan sonra..
Onların bir Magazin Konseyleri var. Haftanın olaylarını yorumluyorlar.
Çağla Şikel bir defile için New York’a gitmiş. Dönüşte “Amerika’da insanlar çok katı. Asla New York’ta yapamam. O soğuk insanların arasında yaşayamam” demiş. Bunu tartışıyorlar.
Cengiz Semercioğlu kardeşimle, Onur Baştürk saydırmış Çağla’ya.. Cengiz “Çağla gibi dağları ben yarattım diyen bir ünlünün kendini New York’ta kötü hissetmesi doğal” diye giydirmiş. Onur “Buradaki ilgiyi orada göremeyince bütün New York’a saydırmış” demiş.. tuttuğum bir doları kutuya uzattım.. Şoför yazıyı gösterdi. “Biz iki kişiyiz” dedim. “Fark etmez” dedi. “Gene de bozuk atacaksınız..” Otobüs duruyor. Millet bize bakıyor.. Bir kişi de “Verin ben bozayım” demiyor.. “İnin. Bekletmeyin” dedi, şoför.. İndik.. Etrafa bakıyorum. Açık tek yer yok ki, girip kâğıt bir doları, dört 25 yaptırayım. Bir otobüs daha geldi.. Girmeden parayı gösterdim şoföre.. “Olmaz” gibilerden kafayı salladı.. O da gitti. Sabahın erken saati, durak dolup dolup boşalıyor. Kimsenin umurunda değil. Şoförler almıyor. İnsanlar binip gidiyorlar.. Nihayet uzun siyah pelerinli bir adam “Ben bozayım paranızı” dedi.. Cüzdanını çıkarmak için pelerininin önünü açtı. O zaman gördüm. Rahip!. O gece otelde New York Times’ı okuyorum.. Bir okur mektubunun başlığı dikkatimi çekti..
Bütün gün gene New York’u dolaştıktan sonra, gece New York Otobüs terminaline geldik. “Upper Mont Claire” diye iki bilet aldık. Durakta bekliyoruz.. Gelmiyor bir türlü.. Gece yarısı da gidilmez. Kıza ayıp olacak.. Sabırsızlanıyoruz. Birden “Mont Claire” diye bir otobüs önümüzde durdu. Bizim “Yukarı Mont Claire” de onun bir mahallesi olmalı.. Bindik.. Gidiyoruz. Her durakta şoför anons ediyor, hoparlörle.. Bizimki yok.. Git Allah git.. Merak ettim. Öne gittim. Şoföre “Upper Mont Claire” dedim.. “Hayatta duymadım” dedi. New York otobüs şoförü.. Mont Claire otobüsünde. Yukarı Mont Claire’i hayatında duymamış.. Olacak şey mi?.
“Aman” demeye kalmadı.. Bir izbe sokak lambası yanıyor, hepsi o.. Etrafta bir tek bina var.. O loş ışıkta eski bir kilise gibi.. Hepsi o.. Bizi zorla indirdi.. İn yok.. Cin yok yerde kala kaldık.. Dolaşıyoruz karanlıkta.. Bir mucize.. Telefon kulübesi.. Girdik, Holly’nin arkadaşını aradık.. “Ben gelir sizi alırım” dedi. “Nerdesiniz?.”
Durak levhası bile yok ki, nerde olduğumuzu bilelim.. “Etrafı tarif edin” dedi, kız.. O kiliseye benzeyen binayı anlatmaya çalıştım.. “Ben bulurum” dedi. Bir saat sonra geldi. Polise gidip, bizim tarifi vermiş ve yerimizi öğrenmiş.. “Felaketler karşısında dayanıklı durmak ve kader diyerek eğilmemek, kahramanlıkların en büyüğüdür.”
Sevgili Cengiz ve Onur!. Size New York’la ilgili bu tür anılarımı günlerce anlatabilirim.. Hayır suçlama falan değil.. Onların yaşam tarzı o..