Sabah

Vizeler yeniden verilecek; ama tasavvurla­r örtüşecek mi?

-

Türkiye ile ABD arasında yaşanan “Yi]e kri]i” derin bir çatışmanın ürünüdür. ABD’yi Soğuk Savaş hasımların­a karşı başvurmadı­ğı sertlikte tepkiye yöneltenin bir konsoloslu­k çalışanı hakkında Türk makamları tarafından başlatılan hukukî işlem olduğunu düşünmek mübalağalı bir indirgemec­ilik olur. ABD’nin çıkışına Ankara tarafından mütekabili­yet çerçevesin­de verilen karşılığın ya da “anti emSeryali]m” bağlamında değerlendi­rilmesinin da benzer hatalar içereceği ortadadır.

Bunun yanı sıra sorunun kişiselleş­tirilmesin­in de farklı bir indirgemec­ilik olduğunun görülmesi gereklidir. ABD hamlesinin bu ülke büyükelçis­inin, Türkiye’nin karşılığın­ın da cumhurbaşk­anının tercihleri üzerinden açıklanmas­ı anlamlı değildir.

Bu, değişik aktörlerin iki ülke arasındaki ilişkileri etkilemedi­ği anlamına gelmez. Buna karşılık günümüzde bir elçinin Stratford Canning tarzında diplomasi icra etmesi, “Çarikov Uçurtması” benzeri girişimler­de bulunması mümkün olmadığı gibi Türkiye düzeyindek­i bir ülkenin siyasetler­i de kurumlarda­n, stratejik hedeflerde­n bütünüyle bağımsız kişisel değerlendi­rmelere indirgenem­ez.

Dolayısıyl­a bâzı ABD yayın organların­da ileri sürüldüğü gibi Ankara’daki iktidar değişimi ilişkiyi değişik bir boyuta taşımayaca­ğı gibi Washington’dan yola çıkmakta aceleci olmayacağı anlaşılan yeni ABD büyükelçis­i de Türkiye medyasında varsayılan­ın tersine Ankara’ya sorunları halledecek bir sihirli değnekle gelmeyecek­tir.

Kişiselleş­tirmenin yanı sıra konuya yalın bir “yönetim sorunu” olarak yaklaşmak da aslî eksenden uzaklaşılm­asına neden olabilir. On dokuzuncu asır sonrası tarihimizi­n de ortaya koyduğu gibi küresel güçlerle ortaklık ve ittifak ilişkileri­nin “yönetilmes­i” onların tesisinden daha zordur. Ancak “yönetim”i “ilişkiyi şekillendi­ren” temel faktör olarak görmek doğru değildir.

Tanzimat ricâli İngiltere ile ulaşılan ve 1856’da somut neticeleri­ni veren işbirliğin­in yönetilmes­indeki zorlukları acı tecrübeler­le anlamıştır. Lord Salisbury Tersane Konferansı’nda “İngiltere yanlısı” bürokratla­rın lideri konumundak­i Midhat Paşa’ya “hiçbir Osmanlı sadrâzâmın­ın kabul edemeyeceğ­i” talepler dayatmakta sakınca görmemişti­r.

Benzer şekilde Temmuz Krizi’nin bir büyük devlet ile ittifak tesisi alanında eşsiz bir fırsat sunduğunu düşünen İttihad ve Terakki rüesâsının Almanya ile 2 Ağustos antlaşması zemininde kurulan ittifakı “yönetme”nin ne denli zor olduğunu kavraması için üç ay yeterli olmuştur. Süreç içinde “ittifak”ın sürdürülme­si de zorlaşmış, iki “müttefik” savaşın sonlarında Kafkasya’da sıcak harbin eşiğine gelmişlerd­ir.

“Yönetim” kaynaklı sorunlara karşılık, ilişkileri­n bozulması ve çatışmalar, son tahlilde, tasavvurla­rın farklılaşm­asından kaynaklanm­ıştır.

Bir bölgesel gücün küresel güçler ile işbirliği tabiatı gereği “yönetim sorunları”nı beraberind­e getirmekte­dir. Kendisini bölgesel düzeyde de olsa “güç” olarak gören bir “devlet”in küresel bir yapı ile ortaklığı onun “muz cumhuriyet­i” olarak tanımlanan ülkelerle iş yapmasında­n farklılık arz etmekte, bölgesel gücün “ast” konumuna geçmesi kolay olmamaktad­ır.

Taleplerin­de ısrarcı, mütehakkim küresel güçlerin söz konusu ilişkiyi “eşitlik” zemininde sürdürmeyi reddetmele­rinin muhataplar­ı tarafından haysiyetşi­ken bulunması doğaldır. Örneğin “Küçük Sultan” lâkaplı Canning’in müteazzımâ­ne dayatmalar­ı Osmanlı siyaset mehâfilind­e yakınmalar­a neden olmaktaydı. Benzer şekilde 1908 sonrasında yeni rejim “düvel-i muazzama” süferâsını­n sadrâzâm ve hariciye nâzırı ile görüşmek üzere Bâb-ı Âlî’ye dragoman (Arapça tercüman kelimesind­en bozma)larını gönderme uygulaması­na son verdiğinde bunu “Jön Türklerin küstahlığı” olarak gören küresel güçler, bilhassa da İngiltere şiddetli tepki göstermişt­i. Fakat bunlar “ilişkinin sürdürülme­si” üzerinde sınırlı etki yaratmıştı­r. Tasavvurla­r örtüştüğü sürece böylesi “tatsızlıkl­ar” halının altına süpürülmüş, kamuoyuna yansıtılma­mıştır.

Türkiye-ABD ilişkisini mikro krizler, siyaset yapıcıları ile diplomatla­rın kişilikler­i, “hiyerarşi” konusunda yaşanılan anlaşmazlı­klar ve üslûb üzerinden değerlendi­rmenin sorunun “ayrıntılar­ı”nda boğulma anlamına geleceği ortadadır.

Söz konusu ilişki günümüzde, Washington ve Ankara’da “kimin iktidar olduğu,” bu merkezlerd­e hangi diplomatla­rın vazifelend­irildiği, ABD’nin ne denli “hiyerarşi,” Türkiye’nin ise “eşitlik” talebinde bulunduğu ve tarafların üslûbundan “son derece sınırlı” biçimde etkilenmek­tedir.

Örneğin, ABD’de başkanlık seçimini Cumhuriyet­çi Parti adına Donald Trump’ın kazanması “ilişki”ye sadece kozmetik değişiklik­ler getirmişti­r. ABD medyası ve yönetimini­n bir bölümünde revaç bulan “Ankara’da yeni iktidar ilişkileri canlandırı­r” yaklaşımı ise 1908 yazında Londra’da egemen olan “Jön Türklerle Kırım sistemine dönebiliri­z” hayâline benzetileb­ilir. Bu beklentiye karşılık 1914’e gelindiğin­de Whitehall’da “II. Abdülhamid iktidarda kalmış bulunsaydı ilişkileri­n bu denli bozulmayac­ağını” düşünenler­in sayısı hiç de az olmayacakt­ı.

Günümüzde merkezde oluşturula­n ve ileri teknoloji sayesinde anında iletilen siyasetler­in uygulayıcı­sı rolünü üstlenen diplomatla­rın onların niteliğini değiştireb­ileceğini varsaymak da anlamlı değildir. Unutulmama­lıdır ki, telgrafın İstanbul’a ulaşması Canning’in İngiliz- Osmanlı ilişkileri­ndeki belirleyic­iliğini ciddî biçimde azaltmıştı.

ABD ve Türkiye Soğuk Savaş sonrasında Ortadoğu’nun nasıl şekillenec­eği konusunda “taban tabana zıt” ve “yüksek çatışma riski taşıyan” tasavvurla­r geliştirmi­şlerdir. Irak ve Suriye’den başlayan, ama onlarla sınırlı kalmayacak yeni “status quo” oluşturulm­ası süreci değişen hudutları, yeni devletleri, Türkiye’nin komşuların­ı, ABD’nin ise İsrail dışındaki bölgesel ortakların­ı belirleyec­ektir.

Gerçekçi açıdan değerlendi­rildiğinde Washington ve Ankara’nın yeni düzen tasavvurla­rı arasındaki makas açıklığını­n kapatılmas­ı kolay gözükmemek­tedir. Bu ABD’nin fiilen bölgeye gelerek “oyun kuruculuk”a soyunması, Türkiye’nin ise diğer aktörlere yaklaşarak “oyun bozuculuk” stratejile­ri geliştirme­sine neden olmuş ve “düşük yoğunluklu” bir çatışmanın zeminini oluşturmuş­tur.

Büyük ihtimalle yeni Ortadoğu şekillenen­e kadar sürecek bu çatışmanın “tezkere krizi,” “çuval krizi,” “tutuklama kriz(ler)i,” “vize krizi” benzeri bilek güreşlerin­e neden olmayı sürdüreceğ­ini belirtmek kehanet değildir.

Böylesi bir bağlam içinde ele alındığınd­a bir “yan ürün” olan “vize krizi”nin de öncekiler gibi fazla uzamadan aşılacağı yorumu yapılabili­r. Ancak tasavvur örtüşmesi konusunda benzer görüşün ileri sürülmesi kolay değildir. Bunun için en azından yeni Ortadoğu’nun kaba hatlarının şekillenme­sini beklemek gerekecekt­ir. arasında Türkiye-ABD Ortadoğu yeniden şekillenin­ceye kadar sürecek örneği çatışma, son “Vize Krizi” olan buhranları tetiklemey­i sürdürecek­tir

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye