Avusturya seçimleri ve 2019 öncesinde esecek “Batıcılık” rüzgârı
Avusturya seçimlerinde sosyal demokratlar kaybederken muhafazakâr ve aşırı sağ partiler önde çıktı. Kurulacak koalisyon hükümetinin başbakanlık görevini Avusturya Halk Partisi (ÖVP) başkanı S. Kurz üstlenecek. Dışişleri bakanlığı yapan Kurz, göçmen ve Türkiye karşıtı açıklamalarıyla biliniyor. Muhtemel ortağı da aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ). Bu sonuç AB’nin popülist, milliyetçi siyasete sürüklenmesinde bir ileri adım daha atıldığını gösteriyor.
Doğu Avrupa ülkelerinin popülizme yenik düşmesi bir tür demokrasi geleneğinin güçlü olmaması ile açıklanırdı. Şimdi Batı Avrupa demokrasilerinin göçmen ve Türkiye korkusu sebebiyle milliyetçi ve popülist köklerini keşfediyoruz. Hollanda, Almanya ve Avusturya seçimleri gösterdi ki, ya merkez partiler aşırı milliyetçi tezlere teslim oluyor ya da aşırı sağ partiler öne çıkıyor. Her ikisi de yabancı karşıtlığını ve İslamofobiyi azdıracak ve Avrupa’yı içe kapatacak bir gidişatın habercisi. Yani Brexit ile başlayan bir trend olarak AB krizinin somut göstergeleri.
Başkan Trump’ın NATO’yu “demode bir örgüt” olarak nitelemesi de AB başkentlerinde
havası doğurdu. Batı Avrupa’nın iki güçlü ülkesi olarak Almanya ve Fransa AB’ye yeni bir yol haritası belirlemek durumunda. Şansölye Merkel,
diyerek AB ordusu kurma seçeneğine daha yakınsa da bu Almanya’nın Avrupa’yı domine etmesine gidecek. Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise ABD ile bir yakınlaşma-işbirliği üretecek bir yenilenmeyi tartışmak istiyor. Bu, AB’nin yeni bir vizyona, yeni bir sıçramaya gitmesi demek. Macron’un temsil ettiği hattın güney ve doğu Avrupa ülkelerinden destek görmesi beklenebilir. İşte bu noktada AB’nin Türkiye politikası önem kazanıyor.
Berlin, vatandaşlarının FETÖ suçlamasıyla tutuklanmasından dolayı Ankara’ya kızgın. AB liderler zirvesinde Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerinin geleceğini tartıştırmak niyetinde. Ankara ise FETÖ ve PKK militanlarına Berlin’in verdiği desteği olarak görüyor. Ve AB’nin Türkiye’nin üyeliği hakkında artık bir karar vermesini istiyor.
İşte, Avusturya seçimlerinde de muhafazakâr-aşırı sağ partilerin öne çıkması AB’deki içe kapanma eğilimini güçlendiriyor. Ve Türkiye tartışmasının da
gösteriyor. Şimdilik AB liderler zirvesinden Türkiye’nin üyeliğini sonlandırma kararı beklenmiyorsa da Avrupa başkentlerinden gelen “otoriter
suçlamaları ve devam edecek. Batı medyası, Türkiye’nin NATO ya da AB ittifakı içindeki yerini sorgulamayı sürdürecek.
Washington ile yaşanan son vize geriliminin Türk-ABD ilişkilerinde yapısal bir krize işaret ettiği hatırlanırsa önümüzdeki ayların gündeminin
olacağı aşikâr. Hedefteki isim elbette Cumhurbaşkanı Erdoğan olacak. Zira Erdoğan hem AB hem de ABD ile sert bir dille sorguluyor,
bulunuyor. uyarısında
ve söylemlerini kullanıyor. Erdoğan’ın bunu iddia ediliyor. Bu arada, hem Almanya hem de ABD ile eşzamanlı yaşanıyor olması zihinlere yakıcı bir soruyu getiriyor: Benim buna
cevabım hayır.
Her şeyden önce kriz sadece Batı ile Türkiye arasında değil. ABD ile Avrupa arasında ve Avrupa içinde ciddi bir kriz yaşanıyor. Dolayısıyla yeni ilişki formları geliştirme zorunluluğu kendini dayatıyor. Türkiye’nin Batı’ya eleştirisi de
tanımlaması ihtiyacına matuf.
Bir eksen değişimi ya da kopma çabası değil. ise bir kampanya unsuru. 2019 seçimlerinde
söylemiyle Erdoğan’ı suçlamaya yönelik bir kampanya.
Evet, Batı ile kriz yapısal ve sahici; ancak Batı’dan koparma söylemi operasyonel. Bu nedenle iç siyasette
korkan estirilmesini bekleyebiliriz. bir rüzgâr