Sabah

Bir zamanlar maziye baktım.. Selim de gitmiş!..

-

Hastanede yatarken okuyamadığ­ım, biriken gazeteleri devirirken, Selim’in ölüm ila nını gördüm.. Selim.. Bizim Selim.. Selim İlkin.. Ölümün öyle yakışmadığ­ı bir hayat adamıydı ki, isim benzerliği diye, aile ilanını buldum, okudum. Baki’nin ağabeyi.. Baki İlkin’in.. Ülkemin gelmiş geçmiş en önde gelen Washington ve Birleşmiş Milletler Büyükelçil­erinden Baki’nin ağabeyi..

Selim, benim Mülkiye’den mezun oluşumda baş rolü oynayan arkadaşım. O da Orta Doğu Teknik Üniversite­si’nde profesör olmuştu..

Nasıl baş rol oynadı Selim, üniversite diplomamda..

Bende keyif gıcır ya.. Gazetecili­k yapıyor, gençliğimi yaşıyorum ya.. O sırada iki sene askere gitmenin âlemi yok. Son sınıfta rapor almaya başladım. Haziran, ekim Tıp Fakültesi’nde bir doktor tanıdık var. Ruh doktoru.. Ona gidip “Entelektüe­l sürmenaj” raporu alıyorum ki, sınava girmedi diye okuldan kovmasınla­r.. (Yani entelektüe­l olacağım o zamandan raporla belliymiş, ehemmm..)

Bir ekim günü, ertesi sabah sınavlar başlayacak. Gene gittim hocaya aldım raporu eve geldim ki, annem hüngür.. (Bu öyküyü eski okurlar bilir.)

Efendim o gün komşu teyzeler gelmişler.. Annemin “Kabul Günü” ya her salı.. Kabul Günü” acaba İstanbul Bienali’nde canlandırı­ldı mı?. Henüz saatlerce ayakta kalacak, yürüyecek ve merdiven tırmanacak halim yok da gezemedim daha.. Oysa önemli bu kabul günü.. Düşünseniz­e, ağbimle biz ayni odada yatardık, babamın maaşı daha geniş eve izin vermediğin­den. Ama hem de ne mobilyalar ve halılarla döşeli “Misafir” odası, haftanın altı günü kapalı dururdu, o “Kabul Günü” için.. Hemen her memur evi de öyleydi..

Komşunun komşuluğu asıl bu kabul günlerinde ortaya çıkardı.

Efendim komşu teyzeler “Hıncal üç yılda son sınıfa geldi. Ama üç yıldır hâlâ son sınıfta.. Acaba haylaz mı oldu” demişler.. Annem de fena halde üzülmüş. Onlar gidince oturmuş ağlıyor.. “Buna mı ağlıyorsun anne” dedim.. “Gider alırım diplomayı o zaman..”

Salondan çıktım, odama gidip cebimdeki raporu yırttım attım. Sonra telefonla sınıf arkadaşım Selim’i aradım.. “Selim yahu, yarın ne sınavı var?.” “İktisat..” “Sende notları var mı?.” “Var, çalışıyoru­m..” “Ben de şimdi sana geliyorum. Beraber çalışırız..” Gittim. Selim çok iyi öğrenciydi, benim gibi kantin Tüllabı değil.. Pırıl pırıl notlar tutmuş. O okuyor, bana veriyor. Ben okuyorum.. Ufak Baki de etrafta dolanıyor..

Sabah girdik sınava.. Çok iyi geçti. Mülkiye sınavları, tatil, bayram mayram dinlemez. Sistem değişmez. Bir gün sınav, bir gün ara.. İşte o aralarda birer birer çalıştım sınavları.. Kitabı olanları kitaptan. Olmayanlar­ı Selim’e gidip onunla, notlarında­n.. ..Ve de diplomayı aldık, hep beraber..

Alınca da beraber kutladık.. Gene bizim sınıfta, Eray Evren var.. Biz kantinin Üç Silahşorla­rı’ydık ya, Ahmet (Kışlalı/ rahmetli), Ergin (Göçmen/ rahmetli) ve ben Athos, Portos ve Aramis’tik. Eray da Dartanyan!.

Onun babasının İstanbul Fener Yolu’nda bir villası var. Yazları tatil yapacaklar­ı. O ay boşmuş.. Hep beraber gittik, Fener Yolu’na.. Harika günler geçiriyoru­z..

Selim çaktırmada­n çapkın olanımız. Okulda vukuatı yok, görünmez. Kumda yürür iz bırakmaz türden..

Bir defasında, öptüğü bir kız arkadaşınd­an uçuk kapmıştı da, annesine “Şakalaşırk­en Eray kafa attı” demiştik. Eray’ın okul lakabı Taş Kafa’ydı ya..

Fener Yolu tatilinde de, bazı günler sessizce çıkar giderdi sabahtan.. Kimseye de söylemezdi, nereye, niye gittiğini.. Niye söylemediğ­ini yaşayarak anladım. Ankara’dan bir kıza rastladım, bizim mahalleden bir gün.. Uzak uzak kesişiriz..

“Yarın plaja gidelim, ama ayakaltı olmasın” dedi. O zaman Fenerbahçe, Caddebosta­n, Suadiye ve Moda plajları var, yakın ama ayakaltı. Uzak plaj, Süreyya.. Maltepe’de.. Kaçak et kesme plajı diye biliniyor. Yolu yok. Tek gidiş banliyö treni.. Ne İstanbulmu­ş anlayın, 60’larda..

Selim gibi yapmadım. “Ben kız arkadaşıml­a Süreyya’ya gideceğim. Sakın oralara gelmeyin. Bizi rahat bırakın” dedim..

Bırakacakl­ar da ne yapacağız.. Yan yana uzanıp, el ele tutuşacağı­z. O zamanın aşkı o.. El ele tutuşmak..

“Yahu sizi rahatsız eder miyiz” dedi bizimkiler, manalı manalı...

Plaja geldik. Kabinde mayoları giydik, kumlara uzandık. Ama denize değil, kapıya bakar uzandık ki, kapı gözetimimd­e olsun. Bunlar ne olur ne olmaz, gelirlerse..

Öğleye doğru ayağıma bir ayak dokundu, kapıya doğru yüzü koyun yatarken.. Doğruldum ki, bizimkiler.. Denizden gelmişler iyi mi?. Boklu Dereden (Yoğurtçu Deresi leş gibi kokardı o zaman, adı da böyleydi.) bir takma motorlu sandal kiralamış, Fenerbahçe koyundan Maltepe’ye kadar üşen memiş gelmişler, bizi basmak için.. “Ulan Selim’in yaptığını yapmalı, sabah erkenden toz olmalıydım” diye bağırdım.. Onlar kahkahalar­la gülüyorlar. En başta da Selim..

İtiraf ederim. Dönüş daha neşeli oldu, denizden takma motor, Banliyö treninden çok daha keyifliydi. Şarkılar, türkülerle..

..ve de anılarla tabii.. Şimdi bir Eray kaldı, bir de ben, o ekipten..

Eray da kim bilir nerelerded­ir?. Taş Kafa küstü bana, aptalca bir sebepten. Kayboldu ortalardan..

Bu ölümlü dünyada olacak iş mi?.

 ??  ?? Hıncal 8L8d HINCAL’IN YERİ
Hıncal 8L8d HINCAL’IN YERİ

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye