Sabah

“Bu kalp içinde teksin!.”

-

Yani son zamanlarda, bu kadar keyifli bir pazar geçirmemiş­tim, sabahı akşamıyla.. Size anlatmam lazım.. Bu ülkedeki güzellikle­ri, hele de yaşadığım güzellikle­ri anlatmakta­n zevk alıyorum. Hele ülkemde başta köşe yazarları ve politikacı­lar karamsarlı­k aşılamakta yarışırken..

Pazar sabahı ben, bir dünya cennetinde­ydim.. Anılarımla bir kat daha emsalsizle­şen bir cennet parçası..

Cuma günü dostum Ozan Binici, Cemal Reşit Rey’i doruklara taşıyan o harika Genel Sanat Yönetmeni, o görevden ayrıldığın­dan beri, yeni bir proje peşindeydi. Pazar Sabahları Kahve Konserleri..

Ne mi?. Anlatacağı­m sırası gelince merak etmeyin..

Cuma günü telefon etti.. “Geç kaldım haber vermekte, kusura bakma, Hıncal Ağbi” dedi.. “Ama o konserler nihayet başlıyor.. Bu pazar, Kadıköy’deki Karaköy İskelesi’nin ikinci katında, İstanbul Kitapevi var.. Ordayız.. Saat 11’de..

Ben on buçukta ordaydım.. Kadıköy İskele meydanında.. Çocukluğum ve gençliğim oralarda geçti. Orta ve lisedeyken tatillere gelirdim, Necati Dayımlarda (Bilgiç.. Aileyi gazeteci yapan adam) kalmaya.. O zaman “Büyük Aile” vardı. Sımsıkı bağlı aile.. Gittiğin şehirde aileden biri varsa, otelde, motelde kalmak ayıp sayılırdı. Öylesi..

İstanbul’da dayımlar vardı, Kadıköy’de.. Halamlar vardı, Üsküdar’da.. Birinde kalsam, öteki gücenir, öylesi.. Ne güzeldi öylesi aileye sahip olmak. Nasıl güvence verirdi insana..

İlk evimiz (Bakın ‘evimiz’ diyorum) tam da bu içinde olduğumuz iskeleye bakardı. Oraya arabalı vapurlar yanaşırdı. O zaman Kadıköy’e arabalı da çalışırdı. Geceleri anneannem “Koş Hıncal koş.. Bak sarayım geliyor” derdi. İçi dışı ışıl ışıl, gecenin karanlığın­da kaptana iskeleyi göstersin diye dönen projektörl­eriyle yüzen saray gibi görünürdü o vapurlar gerçekten..

Kitaplık.. Adı öyle.. Yarısı kitaplık gerçekten.. Ama öbür yarısı, İstanbul üzerine harikalarl­a dolu.. Hele yılbaşı öncesi birilerine hediye almak isteyenler için..

3 yaşından itibaren herkesin bayılacağı şeyler.. Özellikle bir yabancıya hediye almak istiyorsan­ız, mutlak uğramalısı­nız.. Şöyle hızla dolaşıp, poşetler doldurdum. Neler neler aldım, kime aldığımı da düşünmeden.. Hepsine göre bir sevdiğim var, nasılsa.. Ne zenginlikt­ir bu dostlar.. İnsanın bu kadar sevdiğinin olması..

Hep derim ya, “Önemli olan sevmektir.” Sevilmek de güzeldir ama, “Sevgi” olayında, emin olduğunuz duygu “Sevmek”tir. O sizindir, var mı, yok mu bilirsiniz, kesin.. Bir yığın alan herkese “Aaaa!. ne güzel” dedirtecek şey taşıdım kasaya.. Hepsi 800 lira..

Sonra ileri yürüdük. Orası kahve.. Önü de geniş teras.. Hem kahve hem teras, dünyanın en güzel manzarasın­a bakıyor.. Yakında Haydarpaşa.. Uzakta, İstanbul’un o eşsiz silueti.. Kadıköy koyuna giren çıkan, yanaşan, kalkan vapurlar, yolcu motorları..

Ben Ankara’ya gitmek için evden çıkar, o araba vapuru iskelesini­n yanında sıralanmış onlarca kayıktan birine binerdim.. Kayıkçıya, ki genelde Sivaslı olurlardı, beş lira verirdim, beni İstasyonun önüne bırakması için.. Kayıkta da ayrıca 2.5 lira verirdim, kürekleri bana bırakması için.. Ne keyifti o koyda kürek çekmesi..

Ne keyifti sabahları Karaköy vapuruna Necati Dayımla binmek.. O Bab-ı Ali’ye, gazeteye.. Ben Laleli’ye üniversite­ye..

O zamanlar halimiz vaktimiz daha da iyileşmişt­i. Arkada “Lüks Mevkide otururduk. Vapur biletine ek, 10 lira daha.. Orada, masalar, koltuklar vardı. Oturacak yer yoksa, kalamazdın­ız. Onun için bileti içerde kesilirdi zaten. Sadece yer bulana..

HINCAL’IN YERİ

BAslında her sabah o vapurun, o konukları belliydi. Birbirleri­ni tanırlar, isimleriyl­e hitap eder, selamlaşır­lardı.. Saat 8.15 vapurunun yolcuları birbirleri­ne selam verirlerdi, iki çift laf ederlerdi, gülümseyer­ek. Hani şimdi Sabah asansörler­inde bulamıyor ve kızıyorum ya..

Vapur kalkınca, adını unuttum, o çok ama çok ünlü seyyar satıcı gelir, hepimizi eğlendiren monoloğuna başlardı.. Kırk çeşit şey çıkarırdı.. “Bu.. Bu da.. Bu da..” Sonra hepsine birden fiyat açıklardı. “Tamamı 1 lira..” Bilemedin 2.5.. Aklım almazdı. Çalıntı mal olsa, o fiyata satılamaz.. Ama o harika stand-upçı (O zaman öyle bir laf yoktu tabi) öyle eğlendirir­di ki, yol nasıl geçer anlamazdık.

Anneanneme ne taraklar aldım ondan.. Yanında bir yığın ıvır zıvırla.. Ama hepsi işe yarar.. Yahu iş anılara gelince, nasıl gevezeleşi­yorum.. Ama güzellikle­rin en güzeli, sevmek, sevilmek, aile olmak.. O anılara doyamıyoru­m işte.. Bakın daha hâlâ, Kadıköy’e, o iskeleye gelme sebebine gelemedik.. İstanbul Kitapevi’nin öndeki kahve bölümüne gelemedik ki..

O zaman kusura kalmayın.. Devamı yarın!. u köşenin pop müzik yazarı Can Sayın (Yaso’nun eşi) nihayet tembelliği bıraktı ve izlenimler­ini kaleme almaya yeniden başladı.. İlk yazısı, günlerdir, arabamın müzik setinde dönen Ferhat Göçer Albümü üzerine.. Buyrunuz efendim..

★★★

göstermek için “Bu K İçinde Teksin”e dim. Farklılık demiş ken mesela ‘Mutl çok kaliteli ve farkl şarkı. Çok beğend Söz müzik Ersay Ü Düzenlemes­i Simg kılarından çok iyi t dığımız son zaman en başarılıla­rından Bayraşa’ya ait. Erkin Koray’ 1967’den bildiğim ‘Cumbur Cema Ozan Çolakoğlu lemesiyle ve Seze Aksu’nun 2003 y münden bildiğimiz Volga Tamoz dü siyle 2018 yazı dis çokça çalacak şark “En Baştan” li temposuyla albü lerinden.

“İyi günde köt söz verelim ikimiz leriyle “Sen Elim düğünlerin ilk dan rından olabilir. Albümün rapv ri başlayan açılış ş ‘Devriliyor­sam’ı dim. Georges Bize hiş klasiği ‘Les Pec Perles (İnci Avcıl ünlü aryasını aslen Ferhat Göçer hari luyor.

Ferhat Göçer’in son albümünün ve bu albümde benim en sevdiğim şarkının adı başlıkta yazan cümle.

 ??  ?? Hıncal ULUd
Hıncal ULUd

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye