Üç “C”lerin muhteşem oyunu..
Gencay Hanım (Gürün) aylar önce haber vermişti bir sohbetimizde.. “Harika bir oyun seyrettim, hem İngiltere’de, hem Fransa’da.. Çeviriyorum” diye..
Sonra “Provalara başladık” dedi.. “Cihan, Can ve Cüneyt’le..”
Türk Tiyatrosu’nun üç devi söyledikleri..
Harika.. Bir tiyatro harikası Hayatımın en unutulmaz oyunlarından biri.. Eğer tiyatrodan nefret ediyorsanız beni dinleyin, bu oyuna gidin, nasıl sevmeye başladığınızı göreceksiniz..
Anlatacak kelime bulmakta güçlük çekiyorum.. Oyun sırasında kendimi tutmakta güçlük çektiğim gibi..
İçimden katıla katıla gülmek geliyor, öyle gülersem, en önde oturuyorum ya, oyuncuların işini güçleştireceğim gibi geliyor. Kendimi kasıyorum, ter basıyor..
Efendim Can Gürzap, bizim parayla 1 milyar lira civarında para verip bir tablo alıyor..
Tablo şu.. Bembeyaz boyanmış bir tuval.. Bu tuval üzerine gene beyazla, iki çizgi çizilmiş, çaprazlama..
40 yıllık arkadaşı Cihan Ünal’ın tepesi atıyor.. “Bu boka bu kadar parayı nasıl verdin” diye başlıyor oyun.. Ve devreye üçüncü arkadaşları Cüneyt giriyor.. Hani kiminle konuşsa ona “Sen haklısın” diyen tiplerden..
İşte bütün hikâye bu kadar basit.. Ya da basit görünüyor, bu sadelik içindeki inanılmaz insan tahlilleri ile.. Kahkahalar atıyor ama, bir yandan da derin derin düşünüyorsunuz..
Cihan’ın oynadığı tip, aynen ben.. Cüneyt’i de biliyorum.. O da en yakın arkadaşlarımdan biri.. Can’ı ve Canları da tanıyorum..
Bu oyun yaşamın ta kendisi.. Biri dışardan bizim hayatımıza baksa demek, aynen böyle kahkahalarla gülecek.. Tiyatro tam da bu değil mi?..
Finalde salon alkıştan inliyordu, Hakan elleriyle işaret ederek, “Bir dakika dinleyin” dedi ve oyunu çeviren ve ilk sahneleyen Gencay Hanımı sundu.
Ardından Bekir Aksoy, “Konservatuardaki hocam Cihan Ünal’ın önünde, hem de onun yıllar önce harika oynadığı rolü tekrar etmek dizlerimi titretti” dedi ve Cihan’ı anons etti seyirciye..
..Ve en güzeli.. Geçen sene kaybettiğimiz o harika oyuncu, harika insan Cüneyt Türel’i andı Hakan.. “Onun için alkış” dedi ve yıkıldı salon.. Onun girişindeki satırlar da 3 Kasım 1998 tarihli köşemdendi.
Yani üçüncü ekip ve kadroyla.. Yoksa gördüğüm temsil sayısı çok. Tekrar tekrar gittim, Sanat’a.. Her defasında ayrı zevk alıyorum çünkü.. Sebep, ilk yazımda kayıtlı..
Oyunda asıl güldürü sebebi mimikler ve jestler.. Tiyatro izlerken genelde konuşana bakar insan. Ona bakınca da ötekinin hele de yüz ifadelerini kaçırır.
Hepsi usta oyuncular.. Asıl onlar harikalar yaratıyorlar..Konuşmazken harikalar yaratıyorlar.
Mesela.. Salonda bekleyen arkadaşı Cihan’a (Marc), 200 bin euroya aldığı tabloyu göstermek için elinde salona getiren Can’ın (Serge) bakışları.. Sadece o bakışlara ödül verilir..
Ya, en iyi arkadaşının 200 bin euro verip aldığı tablonun bembeyaz bir tuvalden ibaret olduğunu gören Cihan’ın şaşkın bakışları.. Gözlerinizi Can’dan ayırıp Cihan’a bakabilirseniz eğer.. erkeklerden - Kadınlar genelde niçin fazla yaşarlar?. - Park etmek için kaybettikleri vakit sayılmaz da ondan..
Gülerken hüzünlenmek.. Hüzünlenirken gülmek.. Karmakarışık olmak.. Hayat bu değil mi zaten.. Sanat, aslında yaşamı anlatmıyor mu?.
Onun üstüne az Tiyatrocu tanıdım.. Bedrettin Dalan zamanında İstanbul Belediyesi sanatın her dalında doruklara yükselirken, Gencay Hanım da Şehir Tiyatroları’nı şahlandırmıştı.
Sonra gene Dalan’ın İstek Okulları’nın salonlarında, kendi tiyatrosunu kurmuştu. Sanat, o tiyatroda fethetti İstanbul’u işte.. Bu defa da ayni başarıyı yakalaması doğaldı.. 20 yıl sonra, üçten ikisi ayni oyuncularla olunca daha da doğal.. Daha da tecrübelenmiş, daha da olgunlaşmış, Şimdi, Paris’te Louvre Müzesi’nde dünyanın en ünlü tablosu var.. Onu seçtim, herkes tanır diye.. Mona Lisa!.. Bu tablonun benzerini ona bakarak ben, Hıncal Uluç yapsam.. Sonra ikisini yan yana koysak ve 10 yaşında bir ilkokul öğrencisine, “Bunların hangisini ünlü ressam Leonardo da Vinci, hangisini yeteneksizliği yüzünden lise hayatı boyu torpille sınıf geçen Hıncal Uluç yapmıştır?” diye sorsak.. 10 yaşındaki, o ilkokul öğrencisi “Tak” diye ayırır mı, ayırmaz mı?
Bu tablonun (!) bir benzerini ona bakarak ben yapsam, ikisini yan yana koysak ve dünyanın en ünlü on resim uzmanı ve eleştirmenini getirsek ve sorsak:
“Bunlardan biri dünyaca ünlü Guggenheim Müzesi’nde sergilenen değerli bir tablo, öteki hayatında kuş resmi bile çizmeyi başaramamış Hıncal Uluç tarafından yapılan kopyasıdır. Hangisi, hangisidir, söyleyebilir misiniz?” Söyleyebilirler mi? Fakslar alıyorum. Beni magandalıkla suçlayan “Asıl kent magandası senmişsin meğer” diyen.. Desinler.. Bu eleştirileri alacağımı biliyordum.. Dünyanın en kolay şeyidir, dünyaca ünlü eleştirmenler tarafından göklere çıkarılan şeylere anlamasa da boyun eğmek, anlamadığı çakılır korkusu ile, o eleştirmenin de ötesinde övgüler düzmek.
Benim böyle bir takıntım hiç olmadı. Düşüncelerimi hep özgürce, hep çekinmeden açıkladım.
Yazılarımı “Kim ne der?” düşüncesi ile değil, “Ben ne düşünüyorsam” diye
“Bir kalbin içinde ne taşındığını asla bilemezsin.
Kırmadan önce iyi düşün. Belki de içindeki sensin.”
Baş rolü de 1951’de yaptığı o tablo oynadı. Şu andaki değeri, 10 milyon dolarmış.
.. ve ben bugün artık öyle düşünmüyorum Sevgili Okurlar..Çünkü Çağdaş Sanat denen şeyin aslında “Tasarım” olduğunu sonunda öğrendim. O gün Bilbao’da müzeyi gezerken o beyaz tabloyu gösterip “Bunu ben de yaparım. Herkesin yapabildiği şeyin nesi sanat” dediğimde, bize eşlik eden müze görevlisinin “Doğru siz de yaparsınız ama ilk kez o düşündü, o tasarladı” deyişinin anlamını yıllar sonra kavrayabildim.
Yani hayata Cihan (Marc) olarak başladım. Şimdi Can (Serge) oldum.. İyi mi?. Bir şey daha.. Yasmina Reza, bu oyunun ilhamını büyük olasılıkla, 1951’de yapılan o tablo üzerine eleştiriler ve tartışmalardan aldı.