Lausanne, tarih, siyaset
Lausanne Antlaşması (1923) gündemimizdeki önemini kaybetmeyen, iç siyasette “ZAFER-KEZIMET ” dış politika alanında ise “MUTLAK UYUMDEğIşIM” sorunsalları çerçevesinde değerlendirilen bir belgedir.
Bu alandaki tartışmanın anlamlı neticeler verebilmesi için “ZAFER-KEZIMET” ekseni yerine tarihî bağlama dayalı tahlil yapılması gereklidir. Bunun yanı sıra bu antlaşmaya “LKEYI SONSUZA KADAR TEMINAT ALTıNA ALARAK Dış SIYASET RETMEMIZI GEREKSIZ KıLAN KUTSAL METIN” olarak yaklaşmanın beraberinde getirdiği sorunlar vurgulanırken, onun değiştirilmesi alanındaki sınırlara iki savaş arası dönemde ulaşılmış olduğunun altı çizilmelidir.
“Paket” antlaşma
Lausanne Antlaşması Türkiye’nin devlet olarak tanınmasını sağlamış ve sınırlarını düzenlemiştir. Batı sınırları, Ege adaları dışında 1914 öncesi “STATUS TUO”sunu korumuş, buna karşılık Irak sınırı düzenlenirken Musul’un geleceğinin İngiltere ile Türkiye arasında dostane müzakerelerle halli, bu gerçekleşmezse, konunun Milletler Cemiyeti’ne havalesi kararlaştırılmıştır. Türkiye bunun dışında I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı egemenliğinde bulunan Ortadoğu topraklarından feragat etmiştir.
Sınırlardan Osmanlı borçlarına, kapitülasyonlardan azınlık haklarına, tarihî eserlerin muhafazasından Boğazların statüsüne uzanan alanları düzenleyen antlaşmanın pazarlıklarında sorunlar, “BIZATIKI KENDILERI” olarak tartışılmalarının yanı sıra bir “BYK PAKET”in parçaları şeklinde de değerlendirilmişlerdir. Bu nedenle bir alanda alınan “TAVIZ” ilişkisiz gözüken bir diğer konuda “FEDAKÂRLıK” yapılmasını gerekli kılabilmiştir. Dolayısıyla antlaşma hükümlerinin “TEKIL SORUNLAR” üzerinden değerlendirilmesi yanıltıcı olabilir.
Konferansta “BYK PAKET” üzerine uzlaşılmasını zorlaştıran bir husus da pazarlıkların örneği az görülen biçimde kendisini “SAVAş GALIBI” olarak gören taraflar arasında yapılmış olmasıdır.
I. Dünya Savaşı galipleri Lausanne’ı dilediklerince şekillendirecekleri yeni “STATUS TUO”yu oluşturacak son barış antlaşması olarak görmüşler, masanın karşı tarafında bir “MAğLUP”un oturduğunu varsaymışlardır. Bulgaristan’ın 1908 sonbaharında İstanbul’a telgraf çekerek bağımsızlığını ilân etmesi söz konusu “KÂKIMIYET”in derecesini yansıtır.
Dolayısıyla Lausanne’da Mısır, Sudan, Libya, Kıbrıs, Arap yarımadasındaki değişik bölgeler üzerindeki “KAKLARDAN VAZGEoILMESI” “KEZIMET” olarak görülemez. Bu alanlarda “FIILî KÂKIMIYET” Temmuz Krizi öncesinde kaybedilmiştir. Osmanlı bürokrasisi I. Dünya Savaşı sürerken harbin “KAZANıLMASı”ndan sonra barış masasına ne gibi talepler getirilebileceği yolunda yaptığı değerlendirmelerde bunu vurgulamıştır. Örneğin, Hadramut üzerinde hak iddia edilmesini sağlayacak gerekçeler geliştirmekle vazifelendirilen bürokratlar arşivde bu konuda vesikalar bulamayınca değerlendirmelerini Encyclopaedia Britannica’da verilen bilgilere dayandırmak zorunda kalmışlardır. Benzer bir yorumda uzun seneler sahip olduğu muhtariyetin bağımsızlık sınırlarında olması nedeniyle Mısır’da yeniden merkezî idare kurulmasının imkânsızlığı vurgulanmıştır.
Lausanne’ın I. Dünya Savaşı sonrası düzenini oluşturan antlaşmaların son halkası, Osmanlı devletinin bu harbin mağlubu olduğu ve “MISAK-ı MILLî”nin bağlayıcı uluslararası hukuk metni niteliği taşımadığı göz önüne alındığında “KEZIMET” söyleminin tarihî bağlamdan kopuk olduğu vurgulanabilir.
Zafer mi?
Dolayısıyla Lausanne’ın “SAVAşıN KAZANıLMASıNA KARşıLıK IMPARATORLUğUN MASA BAşıNDA TASFIYESI”