‘Sahnedeki bilge’ mi, ‘yanımızdaki kılavuz’ mu?
Dünyayı bulduklarından daha güzel bırakacak insanlar yetiştirmek için günümüzün dijital yerli denilen çocuklarımıza merhametli eğitim vermenin önemine ilişkin Prof. Dr. .emal Sayar’ın sunumundan kesitler sunmaya bugün de devam ediyorum.
Sayar, 1un Okulları’nın düzenlediği ‘Eğitimde 1 Adım Ötesi’ isimli konferansın açılışında ufuk açıcı, muhteşem bir konuşma yaptı. Eğitim şu anda gündemimizde en önemli konu olmalı. Ebeveyn, öğretmen, eğitim politikalarını oluşturan siyasetçiler ve yöneticiler bu konulara eğilirse, sanırım Türkiye kazanacak. Teknoloji hayatımızı sonsuza değin değiştirdiyse, artık öğrenme ve öğretme şeklimiz de değişmek zorunda. Geç bile kalıyoruz.
Sayar, “Öğretmen, öğretici rolün den birlikte öğrenmeye geçmeli. ‘Her şeyi bilmiyorum, birlikte öğrenelim’ demeli. Çocukların birlikte olmala rına izin verip, birbirlerinden öğren melerini sağlamalı. Yetişkin müda halesini azaltarak, öğrenmeyi keşfi cesaretlendirmeli. Çocukların hayal kurma hakkı olduğunu aklından çıkarmamalı” diyor.
Tom Chatfield’in anlatımıyla, insan doğasının aynı olduğu, ancak onu şekillendiren yapıların yabancı olduğu bir çağdayız. Değişken doğasıyla dijital teknoloji hayatımızda bir çok rol oynayabilir. Kolaylaştırıcı, baştan çıkarıcı, arkadaş, kütüphane, konfor ve hapishane olabilir. Sayar, dijital yerli kuşağın, sabah ilk dokunduğu ve gece uyumadan önce son dokunduğu şeyin cep telefonu olduğunu söylüyor. 1975 yılından sonra doğan Milenyum kuşağı yani X ve Y kuşağının bir kısmını ve de Z’yi teknoloji kullanımı çok etkiliyor.
Uzmanlar, modern hayat tanımını artık siber alem ile iç içe geçmiş melez bir hayat olarak tanımlıyor. İş yapma, öğrenme ve ilişki kurma şekillerimiz de buna göre değişiyor. Aynı anda bir çok şeyi bir anda yapabileceğimiz bir arenaya geçtik. İş ile eğlence, çalışma ile oyun, dinlenme ile alışveriş aynı anda oluyor. Dolayısıyla eğitim sistemimizde büyük bir değişikliğe gitmemiz şart. Dijital çağ çocuklarının eksik değil, farklı olması, görsel dikkatin daha gelişmiş olması, el-göz koordinasyonun gelişmiş olması, tepki gösterme hızının gelişmiş olması gibi özelliklerinin iyi değerlendirilmesi gerektiği ortada.
Prof. Sayar, “Dijital yerlilerin dik kat ve odaklanma süresi gerçekten kısa mı yoksa sadece ilgi alanları na ya da kişiselleştirilmiş hizmetlere mi odaklanıyorlar? Dijital yerlilerde sevdiği bilgisayar oyununu saatler ce oynamak ya da sevdiği dizinin bir sezonunu aralıksız seyretmek konu sunda bir dikkat kaybı gözlenmi yor” diyerek Marc Prensky’nin Dijital Yerlilere Öğretmek kitabına atıfta bulunup, çok yerinde saptamalar yapıyor.
Sayar Shangay’dan örnek vererek, “En iyi skorları alan Shangay’da, öğret menler Türkiye’deki meslektaşla rına kıyasla daha az öğretiyorlar. Zamanlarının çoğunda yeni eğitim teknikleri geliştiriliyorlar” diyor, ben de darısı Türkiye’deki öğretmenlerin ve öğrencilerin başına diyorum.
Kemal Sayar artık öğretmenlerin ‘sah nedeki bilge’den ‘yanımızdaki kıla vuz’a dönüşmesinin ve ders kitaplarının öğrenilmesi gerekli olan malzeme yaklaşımından, ‘Çocukların cevap bulmaları gereken sorulara yönlendirme’ yaklaşımına geçmesinin şart olduğunu anlatıyor.
Eğitimde biraz kafamızı kaldırıp, uzmanları dinlediğimiz zaman, çocuklarımıza merhamet ve hoşgörüyü temel alan bir eğitim modeline ulaşabileceğiz sanırım ve Sayar’ın da dediği gibi, merhameti öğre nen çocuk da geleceğin küresel yurta şı olarak dünya çatışmalarına empa tiyle yaklaşıp, dünyayı çatışma değil, barış tohumları ekecek.