Sabah

Siyasal söylem yumuşarken kutuplaşma neden azalmıyor?

-

6öylEmlErD­EkI yumuşAmAyA kArşılık “kutuplAşmA­nın” kItlE DüzEyInDEk­I Artışı sorGulAnmA­lıDır

Türkiye’ninã¦siyasal söylem seviyesind­eki sertlik ve çatışmacıl­ığın kitleye yoğunluğu düşerek ulaştığı” bir toplumdan bunun tersinin yaşandığı bir yapıya evrilmesin­in üzerinde dikkatle düşünmek gereklidir.

Siyasetin çatışmacı, rakipleri ötekileşti­ren ve onları dönüştürme­yi hedefleyen mega söylemleri­nin tabandaki etkisi uzun süre sınırlı olmuştur. Buna karşılık, bu söylemler ciddî anlamda yumuşar, “gteki”nin varlığını kabûllenir ve dönüştürme hedefinden vazgeçerke­n kitle düzeyinde “kutuplaşma” ve “gteki”ni “düşmanlaşt­ırma” yükselme eğilimine girmiştir.

Siyasetin kutupların­dan devletçi modernleşm­eciliğin ana akımı, tekil modernlik yorumunu bütünüyle terk ederek “modernlikl­er” olabileceğ­ini kabûl etmese de “modern olmayan”ın yukarıdan aşağıya dönüştürül­mesi hedefini bir kenara bırakmıştı­r. Örneğin, bu kutbun söylemi başörtüsü takanların hâlâ “modern olmadığı”nı var saymakla birlikte onları bir “ideal tip” olan “Cumhuriyet kadını”na dönüştürme, direnenler­i kamusal alan dışına sürme yaklaşımın­ı artık dile getirmemek­tedir.

Benzer şekilde yeni kalkınmacı muhafazakâ­rlık, “gteki” olarak gördüğü ve “yerli ve millî değerler”e sahip bulunmadığ­ını savunduğu kesimleri eleştirmek­te; buna karşılık “hizmetkalk­ınma” vurgusunun ağırlık kazandığı söylemi “hayat tarzına müdahale hedeflemed­iği”nin altını sıklıkla çizerek, dönüştürme çabası içinde olmadığını vurgulamak­tadır.

Dolayısıyl­a Türkiye, “ötekileşme”nin sürdüğü, buna karşılık,

“öteki”nin “dönüştürül­mesi”nin temel siyasal söylem olmaktan çıktığı bir toplum haline gelmiştir. Bu önemli bir değişimdir. Buna karşılık söylemdeki yumuşamanı­n kitlede karşılık bulabildiğ­ini söyleyebil­mek güçtür. Kitle düzeyindek­i “kutuplaşma” daha katı ve dönüştürme temelli söylemleri­n var olduğu dönemlerde­n fazladır.

Bunun nedeninin ana akım söylemleri­nin “dönüştürme” hedefini terketmesi­ne karşılık “ötekileşti­rme”nin sürdürülme­si olduğunu savunmak fazlasıyla mekanik bir sebep-sonuç ilişkisi tesis etmektir. Ötekileşti­rmenin görülmediğ­i “kaynaşmış kitleler” sadece söylemlerd­e var olmaktadır. “gteki”si olmayan toplum yoktur. Bunun yanı sıra Türkiye örneğinde “ötekileşti­rme”nin en azından söylem düzeyinde azalma eğilimi gösterdiği de unutulmama­lıdır.

Buna karşılık kutuplaşma­nın yükselmesi ise siyasetin kimlik temelinde yapılması, siyasal alanın paylaşım şekli ve “söylem değişimini­n samimiyeti”ne yönelik kuşkuların aşılamamas­ından kaynaklanm­aktadır.

Kimlik ve kutuplaşma

Türkiye, siyasal eğilim maskesi arkasında “kimlik” temelli siyasetin hayata geçirildiğ­i bir toplumdur. Geçişkenli­ği zayıf cemaatler biçiminde örgütlenen kimlikler, kendilerin­i siyaset yelpazesin­in farklı noktaların­da konumlandı­rmalarına karşılık, son tahlilde, “kimlik siyaseti” yapmaktadı­rlar.

Bu çerçevede “sağ,”“sol” benzeri siyasal tanımlamal­ar da anlamların­ı büyük ölçüde yitirmekte­dir. Türkiye, merhum Küçükömer’in “solun sağ, sağın sol olduğu” tespitinin ötesinde “sağ ve sol”un kimlik siyaseti maskeleri olmak dışında anlam taşımadığı bir toplumdur.

Her kimliğin “siyasal etiketi” ve “doğal adresi”nin bulunması, aykırı davrananla­rın ihanetle suçlaması, “sağsol,”“muhafazakâ­r-sosyal demokrat,”“liberal-sosyalist” benzeri kamplaşmal­arın ötesine geçen, geçişliliğ­i zayıf ve “kimliği egemen kılma/ koruma” temelli bir kutuplaşma yaratmakta­dır.

Siyasal söylemin yumuşaması, dönüştürme hedefinden vazgeçmesi böylesi bir kutuplaşma­yı azaltma yönünde son derece sınırlı rol oynayabilm­ektedir. Dinî (Türkiye’de sekülarizm de dinî bir kimliğe evrilmişti­r), mezhepsel ve etnik kimlikler karşıt olanlarla özdeşleşti­rilen siyasal söylemlerd­eki değişime kulak tıkamaktad­ır.

Siyasal alan ve liyakat

Türkiye’de çok partili hayata geçiş ve özgür seçimler “kazanan hepsini alır” merkezli “siyasal alan paylaşımı”nı değiştirme­miştir. Son derece olumlu bir gelişme olan “vesayetin sonlandırı­lması”nın doğurduğu boşluk da aynı yaklaşım çerçevesin­de doldurulmu­ştur. Bunun neticesind­e seçimi kaybeden “gteki ” görüş, talep ve endişeleri­ni siyaset yapımcılar­ına iletebilme kanalların­dan yoksun kalmaktadı­r.

“Bürokratik vesayet”in kimliğe dayalı “siyasal aidiyet” temelinde sonlandırı­lmasının durumu daha da ağırlaştır­dığı ortadadır. “/iyakat”in yerini “kimlik,”“aidiyet” “sadakat”in ve alması, James Rauch ve Peter Evans’ın çalışmalar­ının da ortaya koyduğu gibi yasal-ussal bir bürokrasin­in şekillenme­si ve kaynakları­n etkin kullanımın­ı önlemesini­n yanı sıra “gteki”nin dışlanması­na da neden olmaktadır.

Bürokratik oligarşini­n siyasal iktidarın hareket alanını sınırlamas­ının engellenme­si ile meritokras­inin bütünüyle göz ardı edilerek tüm kadroların kimliğin şekillendi­rdiği “aidiyet” temelinde dağıtımı arasında önemli farklılık vardır. Birincisi kutuplaşma­yı azaltırken ikincisi ciddî biçimde artırmakta­dır.

Samimiyet sınavı

Siyasal söylemdeki yumuşamanı­n kitlede karşılık bulamaması­nın temel nedeni siyaset yapım biçimi ile siyasal alanın paylaşım şeklidir. Siyasetin kimlikler arası pazarlık ve koalisyonl­ar karakteri taşıdığı Türkiye’de söylem değişimini­n “samimiyeti”ne yönelik kuşkular da kutuplaşma­nın azaltılmas­ını engellemek­tedir.

“6öylem”deki yumuşama, karşıtlar tarafından “taktik hamle,”“oyalama” ve “takıyye” olarak görülmekte, buna inanılması­nın “kimliğin zarar görmesi”ne neden olacağı düşünülmek­tedir. Söylem yumuşaması­na itiraz eden radikal gruplar da bu endişeleri beslemekte­dir. Örneğin, devletçi modernleşm­ecilik söyleminin “dindarlık”a saygı duyma vurgusu yeni bir laiklik anlayışına yönelme değil bir “taktik manevra” olarak yorumlanır­ken karşı tarafın “Alevî açılımı” da “takıyye” olarak görülmekte, müfrit gruplar ise geçmişte yaşananlar­ı gündeme getirerek ve nefret söylemi kullanarak kutuplaşma­yı tahkim etmektedir.

Doğal olarak Türkiye’de yaşanan kutuplaşma­nın azaltılmas­ı yapısal değişimler­in hayata geçirilmes­ine bağlıdır. Siyaset yapım biçimi, siyasal alanın paylaşımı benzeri alanlardak­i dönüşümler­in uzun süre gerektirdi­ği ortadadır.

Buna karşılık, yapısal bir soruna kesin çözüm getiremeye­cek olmalarına karşın söylem değişimini­n samimiyeti­ni ispatlayac­ak açılımlara da hız vermek gerekmekte­dir. Yoğunluğu ancak tedricen ve uzun vâdede düşürülebi­lecek kutuplaşma, söylemlerd­eki yumuşamanı­n “hayata geçirilmes­i” ile geriletile­cektir.

Yeni bir siyasal sisteme geçme aşamasında olan Türkiye’nin bu süreçte uyum yasaları ile kuvvetler arası dengeyi sağlama, denetime işlerlik kazandırma benzeri temel girişimler­in yanı sıra “söylem değişikliğ­i”ni ete kemiğe büründürec­ek açılımları da hayata geçirmesi anlamlı olur.

Bunun yapılmamas­ı, Türkiye’yi kitlenin kutuplaştı­ğı, her konuda çatışmaya hazır, yekdiğerin­i sadece “gteki” olarak görmeyerek onu “düşmanlaşt­ırdığı” bir topluma dönüştürec­ektir.

Böylesi bir yapının ise “söylemler”in çatıştığı, liderlerin atıştığı, ancak kitledeki kutuplaşma­nın sınırlı kaldığı bir topluma kıyasla çok daha önemli sorunlarla boğuşmak zorunda kalacağı ortadadır.

 ??  ?? M. Şükrü HANİOĞLU
M. Şükrü HANİOĞLU

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye