Cuma Sohbetleri
doğrudur da, bu medeniyeti oluşturan toplumlar bunun farkındalar mı? Veya bu insanlığın tümünü kucaklayan ahlaki ihtişamın birer mirasçısı olmayı hak ediyorlar mı? İşte bunun cevabı zordur.
Medeniyetler çatışması mı?
Medeniyetler maddi ve manevi yönleriyle çoğu kez yakın ilişkilerde olmuş ve iç içe girmişlerdir. Felaket tellalları ve din orijinli kimi teşkilatlar -özellikle batıda- insanlığın geleceğinde kaos kavga ve karışıklık istedikleri için medeniyetlerin çatışmasını öngörürler. Çünkü silah satışları, kara para, iç çatışmalar ancak böyle bir zeminde gelişebilir. Son dönemde batıda görülen mezhep görünümündeki tarikatların karşı tarafı yok etmeye hedeflenmiş gayretleri bu felaket kurgucularının içyüzünü bize tanıtıyor.
Olaya makul, rasyonel, vicdani aklı egemen kılarak bakmaz zorundayız.
Bizim kutsalımıza dokunmadan, tevhidi çizgimizi aşındırmadan batı medeniyetinin maddi çerçevesinden, onların da bizim ahlaki ve manevi dünyamızdan çok şey alabileceklerine inanmaktayım. Onlar; ahlaki bencilliklerini, egolarını terbiye etmede, insana insan olarak bakmakta bizim uygarlığımıza ve tecrübemize muhtaçlar. Bizim de onların teknik donanımlarından ve tecrübelerinden yararlanma imkânımız vardır.
Bu iletişimden ‘dinler arası diyalog’ gibi bir anlayışa prim verdiğim asla anlaşılmamalıdır. Dinimden şüphem yok. Karşı dinlere de anlayışla bakıyorum. Dindarlar, insanlar birbirleriyle konuşur, dertleşir, görüşürler. Bu ayrı bir şey; İslam’ı tebliğ ve gönüllerde hükümran kılmak ayrı bir şeydir. Son din İslam’dır ve sonsuza kadar bu dini anlatıp tebliğ etmek her müminin görevidir.
Kur’an-ı Kerim’de hem Resul ve hem de Nebi sözcüğü bolca geçer. Resul için kitap inmiş kişi -peygamber- olarak yorum getirenler olduğu gibi ikisini aynı kategoriye koyanlar da vardır.
Yüce Allah’ın peygamberlerine ‘Risalet getiren -Resulve haber getiren nebe -Nebisıfat ve görevleriyle hitap etmiş olması mümkündür. Bu her iki isimden her biri peygamberliğin bir vasfına delalet ediyor olabilir. Her Resul aynı zamanda nebidir de; her nebi ise Resul olmayabilir gibi tanımlar da vardır. Neticede her Resul yani elçi, bir haber yani nebe ile gelir. Bu anlamda bu iki vasıf vurgulayıcı olur.
1- Kendinden önceki peygamberlere inen kitabı tasdik. Veya tahrif edilmiş hallerine uyarıda bulunma.
2- Yeni hükümleri iletmek. Bu anlamda Hz. Peygamber (s.a.v.) hem Resul ve hem de
Fatiha’dan bir bölümdür: “Ancak sana kulluk ederiz” ve “Ancak senden yardım dileriz.”
Kulluk ve yardım. İkisi de Allah’tan olacak. Ancak ayette bir incelik hemen seziliyor: Önce kulluğu söyledi Rabbimiz. Sonra yardım dilemeyi. Kulluğun düzgün olsun ki, yardım dilediğinde samimi olduğunu göreyim.
Kulluk Allah’a oldu mu ve samimi oldu mu; yardım dilemek de artık doğru olmak zorundadır. Kulluk tam oldu mu, Allah’ın yardımı mutlaka gelir. Kime kulluk ettinse, yardımı da ondan dileyeceksin. Allah’a kulluk bilinci; diğer bütün Nebi’dir. Ve O’nun bu iki vasfına eşit miktarda uymak emredilmiştir. (Araf, 157)
Yüce Allah’ın gönderdiği Resul ve Nebi, ne getirirse - hem vahiy adına ve hem de vahyin tefsiri anlamındaki bütün emir ve yasaklarına uymakla sorumluyuz. Yani mesela; ululazm peygamberlerine uyacağımız gibi, Hz. Yusuf’a da, Salih’e de uymak zorundayız.
Resule uyarız, nebiye uymayız gibi cahilce bir anlayış ancak Allah’ın iz’an ve anlayışla imtihan ettiği kişilerde görülebilir bir haldir.
Yoksa sayısı yüz yirmi bine varmış nebilerin tümünü sıradan insan gibi görmüş olacağız.
Resul ve Nebi Allah’ın gönderdiği, şeriatle yükümlü kıldığı, Cebrail’le güçlendirilmiş özel insanlardır. Onlardan gelen her emir ve yasak bizim için bağlayıcıdır. Onlara tabi olup iman etmek imanın bir gereğidir. tasarruflarda kişiyi şirkten koruyan bir paratoner gibidir. Hem Allah’a kul olacaksın ve hem de Allah’a rağmen başkasının sana yardım edeceğine inanacaksın! Bu müminin istikameti olamaz.
İşte şefaat kavramını da bu düzlemde ele almalıyız. Ahirette mümine vesile olacak olan şefaatçiler - peygamberimiz, meleklerancak ve ancak Allah’ın yardımı, müsaadesi ve emriyle şefaatçi olacaklardır. Allah’a rağmen böyle bir halin olacağını sanmak ‘Ancak senden, senin rızanla, senin müsaadenle’ kuralına ters düşer ve şirke kadar kişiyi sürükler.