Tarihv metinler yorumlanırken bunların içerdiği kavramlar güncel anlamlardan yola çıkarak değerlendirilmemelidir
mensubu olduklarını düşünmüşlerdir.
Damar, nesil, sülâle, soy, neseb, cins anlamları taşıyan “ırk” sözcüğü de bu çerçevede değişik kavramlara atıfta bulunmaya başlamıştır. Bu Osmanlı toplumuna özgü bir gelişme olmamıştır. Avrupa lisanlarında da benzer karşılıkları bulunan “race/ırk (‘rasse/ırk’ kelimesi Almancada ancak on sekizinci asırda kullanıma girmiştir)” Batı’da on altıncı asır sonrasında “millet” ve “milliyet”leri, Kant’ın “dört temel ırkı (Grundrassen)” ele alan 1775 tarihli eseri, Blumenbach’ın çalışmaları akabinde ivme kazanan fizikî/biyolojik antropoloji araştırmaları ve ilerleyen dönemlerde de Darwinizmin etkisiyle yeni kavramsallaştırmalara işaret etmeye başlamıştır.
Ancak Osmanlı ve Batı toplumlarında “ırk”ın eski anlamlarında da istimâli sürmüştür. Örneğin, Türbedâr Ahmed Amiş Efendi, gençliğinde Yanık Selvi (Sevlievo) Bektaşî dergâhına giderek Sadık Efendi’ye intisab etmek istediğinde kendisine “oğlum daha gençsin, vaktin gelince ırkı temiz birisi gelib seni bulunduğun yerde irşâd eder” cevabı verilmiştir.
Buna karşılık Jön Türk neşriyatında Türklerin “ırk-ı asfer (sarı ırk)”a değil “ırk-ı ebyaz (beyaz ırk)”a ait olduğu vurgulanırken, Yusuf Akçura “Üç Tarz-ı Siyaset” çalışmasında Osmanlı devletinin önündeki en anlamlı seçeneğin “ırk esasına müstenid Türk milliyetçiliği” olduğunu dile getirmiştir.
“Türk Yurdu” dergisi de Cemaleddin Efganî’nin Hindistan’da “Makalât-ı Cemâliye” başlığıyla neşrolunan derlemesi içinde “lisan birliği”nin önemine değinen yazısının tercümesini 1912’de “Vahdet-i Cinsiye (Irkiye) Felsefesi” başlığı altında yayımlamıştır. Efganî’nin “cins/cinsiyet” ifadeleri, çeviriyi yapan Resulzâde Mehmed Emin tarafından Türkçeye bazen “ırk” bazen de “milliyet” sözcükleriyle aktarılmıştır. “Millet”e
“Irk” kavramının yaygın biçimde “millet/milliyet”e atıfta bulunması Birinci Dünya Savaşı sonrasında da sürmüştür. Örneğin, barış antlaşmalarında değişik milliyetler ve etnik azınlıklar için “Nationalitäten” karşılığı olarak “races” ifadesi tercih olunmuştur.
1918 sonrası Osmanlı kullanımında ise “ırk” ağırlıklı olarak mutasavver “Müslüman milleti” ile bileşenlerine atıfta bulunmuştur. Örneğin, “Misak-ı Millî,” işgal altındaki Arap vilâyetleri dışında kalan bölgelerde yaşayan Müslümanların oluşturduğu, Mustafa Kemal Paşa’nın “muhtelif anâsır-ı İslâmiyeden mürekkeb” olduğunu vurgulayacağı bir “millet”i oluşturan unsurların “hukuki ırkiye”lerine vurgu yapmıştır. Bu günümüz anlamıyla “ırkçı” bir yorum değildir.
İslâmcılığın önde gelen simâlarından Mehmed Âkif’in İstiklâl Marşı’nı kaleme aldığı bu dönemde “ırk” ile “Müslüman milliyetçiliği”nin öznesi olan “millet”e atıfta bulunduğu şüphesizdir. Mehmed Âkif, “Berlin Hatırâları” manzûmesinin da ortaya koyduğu gibi “ırk”ın diğer anlamının da farkında olmuş; ama buna eleştirel yaklaşmıştır.
İlerleyen yıllarda yükselen “ırkçılık,” Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de “ırk”ın yaygın biçimde fizikî antropoloji temelli kavramsallaştırmalar ve bunlara dayanan “millet” tanımı için kullanımına yol açmıştır.
Örneğin, Türklerin “sarı ırka mensup olmadıklarını” ispatlaması için Eugène Pittard’ın yanına tez yazmaya gönderilen Âfet İnan, devlet desteğiyle 64,000 denek üzerinde yapılan antropometrik ölçümler neticesinde “millet”i, “brakisefal kafataslıların oluşturduğu ırk birliği” üzerinden tanımlar, Türkiye’nin “millî ırk toprağı olduğunu” savunurken, “Atsız Mecmua” Türklerin “Aryanî sayılması” gerekliliğine işaret etmiştir. 1942’de yayına başlayan “Gök-Börü” dergisi ise kelâm-ı kibâr olarak “Her Irkın Üstünde Türk Irkı!” ifadesini seçecektir. Bu süreçte “ırk”ın eski kullanımları bütünüyle terkolunmuştur.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında diğer mânâları sözlüklerde kalmış olan “ırk” kelimesi fazlasıyla olumsuz kavramsallaştırmalara atıfta bulunmaya başlamış ve “siyaseten doğru olmayan” bir sözcük haline gelmiştir.
“Irk”ın yaptığı atıflar alanında yaşanan değişimin ayrıntılarını bilmemek mümkündür. Buna karşılık, Birinci Meclis’in 1921’de millî marş olarak kabûl ettiği metindeki “kahraman ırkıma” ve “ırkıma yok izmihlâl” ifadelerinden “ırkçılık” türeterek otoriterlik savunusu yapmanın sadece bilgisizlikten kaynaklanmadığı ortadadır.