Sabah

Socrates’ten...

-

Kemalimizi toprağa verip İstanbul’a döndü ğümde, bizim gurubun bence en iyi gaze tesi Daily Sabah’ta çok dikkatimi çeken bir yazı okudum. 'MTGOã&GOKTNK kaleme almıştı. Hemen gazete yönetmeni İbrahim Altay kardeşimi aradım. Bana yazının orijinal Türkçesini gönder di Demirli.. Teşekkürle­rimle sizlere naklediyor­um, sevgili okurlar..

★★★

Müslüman filozoflar­ca yazılmış oto-didaktik, yani kendi kendine öğrenerek ve düşünerek yazılmış kitapların en iyisi sayılabile­cek eserinde Endülüslü İbn Tufeyl insanın, hayata ve kendine dair derin düşünceler­e ancak ölümü tanımakla varabildiğ­ini anlatır..

Eserin kahramanı Hay (Hay b. Yakzan), ormanda hayvanlarl­a birlikte yaşarken anne ceylanın ansızın ölümüyle büyük sarsıntı geçirmiş, ölüm üzerinden var olmanın anlamını keşfe yönelmiş, bütün canlılarda­n kendisini ayrıştıran nitelikle birlikte insanlığın ne olduğunun farkına varmıştı..

İnsanın kendini tanıması ile ölümü gözlemleme­si arasında bağ tesis etmek, insanlık mirasıyla uyumlu bir tavır teşkil eder.

Felsefi düşünmenin başlaması, ölüm karşısında­ki tavır kadar mitoloji ve masallarda sürekli aynı temanın işlenmesin­e de bağlıdır..

İnsanlık tarihinin bilinebile­n en eski hikâyeleri­nden birisi olan Gılgamış’ta mutlak güce ve hükümranlı­ğa erişen insanın ölümsüzlük sırrına ulaşmada başarısız kalması aslında ortak kaderimizd­ir: Ne yaşarsak yaşayalım, ne kadar ömür sürersek sürelim her şey bitecek, her şey geçecek ve biz de öleceğiz. İnsanların bedensel hastalıkla­rına çare bulmasını bekledikle­ri Lokman Hekim’in kendisi ölümsüzlüğ­e çare arıyordu.

Her şeyin imkân dahilinde olduğunu hatırladığ­ımız masallarda bile tek imkânsız olan şey ölümsüzlük­tür.

“Her şey yolunda giderken ‘Birlikleri dağıtan, sevenleri ayıran’ ansızın çıkageldi” dendiğinde Hz. Peygamber’in “Ağız tadını kaçıran” diye tanımladığ­ı ölümden söz edilmiş olur.

Felsefenin doğuşu, daha doğrusu günümüzde takip ettiğimiz haliyle felsefi düşüncenin sistematik hale gelişinde, ölüm karşısında­ki tavrın belirleyic­i rolü vardır.

Socrates insanlara düşünmeyi öğretmeye çalışıyor, alışkanlık ve âdetlerin oluşturduğ­u mağaranın dışına çıkma cesaretine çağırıyord­u. Bunun üzerine Atinalılar tarafından inançsızlı­k ile suçlanmış, ölüme mahkûm edilmişti. Socrates’in felsefesin­in gücü tam bu noktada ortaya çıkar.

Her insanın kendisinde­n ürktüğü ve kaçtığı ölüme Socrates cesaretle gidince kendisinde­n sonraki insanlara takip edebilecek­leri bir düşünme yöntemi ve ahlak düzeni bırakabilm­iştir. Ceylanın ölümü Hay’ı bunalımın ardından gelen bir düşünmeye sevk

Müslüman bilgin Ibn TXfHyl·i tHmsil HdHn hayali bir Hskiz. edince, İbn Tufeyl’in eserini yazma gayesi ortaya çıkar: Hikâyenin temel meselesi “İnsan neyi bilebilir ve neyi yapabilir?” sorusu idi. Ölümle gerçekleşe­n yalnızlık bu temel soruna dikkatle bakmaya yol açmış, Hay yalnızlıkt­an ve ölüm endişesind­en müspet bir tutumla çıkabilmiş, içine kapanma ve çaresizliğ­e maruz kalmadan hayatı imar edebilecek bir yol bulabilmiş­ti. Burada Hay b. Yakzan’ın tavrının derin ve güncel bir tahlile ihtiyaç duyduğunu hatırlamak gerekir. Daha doğrusu ölüm korkusu ve yalnızlığı­n zihne bir alan açarak onu düşünmeye zorladığı, bunun sonucunda ise insanın büyük bir sorunu yönetmekle varlığını koruyabild­iğini görmek gerekir.

Bir korkunun -ölüm veya yalnızlık korkusuins­anı olumlu davranışa yöneltmesi her zaman mümkün olmaz. Ansızın gerçekleşe­n büyük korkular, yıkımlar ve yalnızlıkl­ar insanı savurabili­r, onu hayattan kopartabil­ir, değerler alanını yok ederek kaçışına yol açabilir.

Hay’da ortaya çıkan durum, zihni, büyük sıkıntılar­ın harekete geçirebilm­esi olduğuna göre burada yazar, insanın hadiseleri yönetebilm­e kabiliyeti­ni görmek istemiştir.

Hikâyede dikkatimiz­i çekmesi gereken en önemli yönlerden birisi bu olmalıdır: Olayların üstesinden gelebilme. Kabiliyeti­mizi büyük sarsıntıla­rla fark edebilir, gerçekte kim olduğumuza ancak hakiki bir yalnızlık yolunu yürümekle erebiliriz.

Hay’ın durumu Âdem’e benzer. Gerçekte Hay, Âdem kıssasının bir yorumudur:

Âdem’in ağaca yaklaşması ile ölüm korkusu arasındaki irtibatı farklı ayetlerde geçmiş, belki de ilahi irade ancak özel bir dikkatle bunu hatırlamam­ızı dilemiştir. Bu gerekçeyi unutuyoruz, çünkü ağaca yaklaşmak ile ortaya çıkan “günahkârlı­k” olayın üstünü kapatarak dikkatimiz­i suçluluğa çekiyor.

Adem-Havva ağaca, şeytanın kendilerin­e ölümsüzlüğ­ün orada olduğunu göstermesi­yle yaklaşmışl­ardı. Ağaca yaklaşabil­mek onları ölümsüz kılacak, bu şekilde “ebedi” varlıklar haline gelecekler, “tükenmez iktidar” elde edeceklerd­i. Müslüman düşüncenin hâkim gelenekler­inin bu büyük ve temel meseleye yeterince ilgi göstermedi­ği, insan doğasının derinlikle­rini keşfederek buradan hareketle Tanrı ile insan irtibatı bulmak yerine daha geleneksel anlatımlar­a gittiği aşikârdır.

Bunda Hristiyan teolojinin “günah” sorununa odaklanara­k Tanrı’nın lütufları karşısında insanı itham etmek kolaycılığ­ını seçmiş olmasıyla hadisenin tüketilmes­inin etkisi vardır.

Âdem’in ağaca yaklaşmakl­a aradığı şeyi bütün insanlık “ab-ı hayat / ebedi hayat suyu” ile aramayı sürdürmüş, halen başka yollarla sürdürmeye devam ediyor. Hepimizin içindeki sonsuzluk arzusu Âdem’de de vardı. Bu nedenle her insana hayat yetmiyor, yaşarken ölüm korkusu bizi kışkırtıyo­r, yalnızlık korkutuyor. Hay b. Yakzan’da ölümsüzlük arzusunu görmedik.

Fakat ölüm korkusuyla ortaya çıkan yalnızlık onun düşünmesin­in önünü açacak, bunun sonucunda ise ahlakın ilkelerini keşfedecek, insanca hayat yaşamanın yolunu belirleyec­ekti. Bu nedenle ölümle yaşadığı yalnızlık, onun mağaradan çıkarak hadiseleri olduğu gibi anlamasını­n başlangıcı demekti.

İbnü’l-Arabi ise ölüm korkusunun içerdiği derin var oluş tutkusuna dikkatimiz­i çekerek korkunun altında yatan var olma sevdasının insanı yönlendird­iğini düşünür.

Öyle görünüyor ki Hay’da yaşanan buydu. Ölüm ile birlikte gerçekte yaşama sevgisini keşfetmiş, himayenin ertelettiğ­i kendini tanımak ve derin ben sevgisini gerçekte bulmuş, ahlaklanma yoluyla Varlık ile yeni bir ilişki kurmuştu.

Bu hafta Pazar neşemiz yerine, Socrates’den bir anekdot naklediyor­um.. Tepe yazımızda konu ile ilgili bir de ünlü tablosu var ya, o vesile oldu.

Socrates “İnançsız” diye baldıran zehri içerek ölüme mahkûm edilmişti. Baldıran suyunu evinde kafasına dikti. Zehir etkisini çabuk göstersin diye de odasında dolaşıyord­u. Sessiz sessiz ağlayan karısı bir ara “Seni haksız yere ölüme mahkûm ettiler” diye mırıldandı. Socrates, karısının yanında durdu ve sordu.. “Haklı yere mahkûm etseler daha mı iyi

olurdu?.”

LATIN ÖZDEYIŞLER­I

 ?? ??
 ?? ?? “Ab-ı hayat” tasvirli, 14. yüzyıldan kalma Fransız fildişi aynalı kasa.
“Ab-ı hayat” tasvirli, 14. yüzyıldan kalma Fransız fildişi aynalı kasa.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye