Bir günlük gazetemden notlar!..
Gene kafamda birikmiş konuları kısa kısa kaleme alıp tüketmek vardı ama, dün gazetemi okurken, sadece ondan çıkardığım konuların bugünlük yeteceğine karar verdim..
★★★
Keşke bizim idare ve muhasebe, bu gazetenin bir santim sütunluk alanının kaça mal olduğunu biz tüm çalışanlara açıklasa.. Açıklasa da, haberleri önce kapakta verip sonra içerde bir daha tekrar etmekten kurtulsak!.
Dün birinci sayfanın göbeğinde fevkalade ilginç bir haber hikâyesi vardı. USA Today genelde popüler haberleri böyle “Kapak Hikâyesi” yapar.
Sayfanın dörtte birini kaplayan haber sunumu, 3 resim, “Dilara’nın çığlığını kimse duymadı” diye devasa bir başlık. Haberi özetleyen bir alt başlık. “Eski nişanlısının, polisin gözü önünde katlettiği avukat Dilara Yıldız, cinayeti önlemek için çok çırpındı ama başaramadı!.”
Sonra dişi yazı içinde 1.5 sütuna 20 satırlık haber yazısı. Her şeyi geniş özetliyor. Ama altında “Haberi ’te” yazıyor. Bir de resimli imza.. “Yunus Emre Kavak!.”
Böyle geniş sunulan cinayet haberleri aklıma hep Capote filmini getirir. Truman Capote bir cinayet faili ile görüşmek için gittiği Orta Amerika kentinden Pulitzer kazanan bir öykü ile dönmüş, New Yorker’da çıkan yazının Capote adı taşıyan filminde gazeteciyi oynayan Philip Seymour Hoffman da Oscar kazanmıştı.
Gazeteciliğe başladığım günlerde, bizde de en ünlü gazeteciler, bugünkü gibi yazarlar değil, muhabirlerdi.
Hemen 3. sayfayı çevirdim. Orda sayfanın yarısı nerdeyse.. Pul gibi kullanılmış resimler.. Uzunca bir yazı, ama ilk sayfada öğrendiklerime yeni bir şey eklemiyor.. Bir yazım lezzeti de yok.. Yanında sarı zemin üstünde konuyla ilgili bir haber daha.. Okudum. Birinci sayfadaki özet bir daha tekrarlanmış.. Yani ayni haberi, ayni gazetede 3 defa yazmışız iyi mi?. Açık, net bir şey var.. Haber, polis bülteninden ya da ajansların birinden alınmış. Bizim muhabir olayın geçtiği Tuzla’ya, el koyan karakola, karakolun yanında olduğu için maktulün özel seçtiği restorana gitmemiş bile.. Gitse restoran çalışanları, karakolda olaya giden polislerle ve de Tuzla Emniyet Müdürü ile konuşur, Sabah’a mahsus, birinci sayfanın göbeğinden yayınlanmaya değer, harika bir haber hikâyesi çıkarırdı. Çünkü olay, senaryosu yazılıp filme çekilecek kadar ilginç.
★★★
Engin Ardıç, Avrupa Birliği’ndeki Türk nefretini bir kez daha belgeleyen sert ama haklı bir yazı yazmış. Ama Cumhuriyet’e sataşmaktan bıkmıyor bir türlü. Buraya da sıkıştırmış. Bir alt yazıda “Osmanlı’ya saygı” isterken..
“Mekteb-i Sultani’de okudu diye mi?” diye sormayacağım. Ben de Mekteb-i Mülkiye’de okudum. İkisini de Osmanlı kurdu. Osmanlı daha neler neler kurdu, ama hep içim yanar, sonunu getiremedi, Çanakkale’de Mustafa Kemal’in yolunu kestiği İngiliz’e, genç )atih’in hem de nasıl dâhiyane bir plan ve kumanda ile zaptettiği İstanbul’u masa başında teslim etti. Gazeteci Hasan Tahsin ilk kurşunu atmasa, İzmir’i
Yunan’a kurşunsuz teslim edeceği gibi..
Kurtuluş Savaşı’nı Anadolu yaptı. Hem de Osmanlı’nın “İnzibat Kuvvetleri” de sanki Yunan’ın yanında, onlarla savaşırken, Engin.. Benden iyi bilmen gerek Kuva-yi İnzibatiye’yi...
★★★
“Domuz kalbi başarıyla insana nakledildi” haberi, bilimsel yanı ile ve tam tarafsız verilmiş. Ama millet bu haberi televizyonlardan alalı ve gündem yapalı gün geçti. Artık bir adım öne gidecek ve “Bir Müslüman’a domuz kalbi takılır mı?” sorusuna yanıt arayacaksın. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan başlayarak, ünlü din bilimcilerle konuşarak.
Bunu yapan bir gazeteci var.. Ama muhabir değil, muharrir.. Manşette değil, köşesinde.. Alnından öptüğüm Mevlüt Tezel kardeşim. Heyecanla okudum..
“İhtiyaç domuzu helal yapmaz. Ama haramlığını ortadan kaldırır. Caiz yapar” ortak fikrinde birleşmiş ulema!.
Hani savaş filmlerinde kurşun yiyip düşen askerin yarasına alkol yerine, bir arkadaşının arka cebinde taşıdığı teneke şişeden içki dökmesini çok gördüğümüz gibi..
★★★
Kovid üzerine söylenmeyen şey yok. Yani kafanda neyi yazmak varsa, ona uygun bir laf edeni mutlak bulursun. Haşmet Babaoğlu ve Melih Altınok da aynen bunu yapıyorlar.
Melih diyor ki, ilk Kovid aşısını üreten ve satan Pfizer, “Omicron özel aşısı geliyor. Dördüncü doza ihtiyaç yok” demiş.
Bak Melih!. Ben onun bunun lafına değil, kendi yaşadığıma bakarım.
Üç aşı olmuşken Kovid-19’a yakalandım. Haberim olmadı. Tesadüfen test yaptırınca öğrendim. Karantina ve ayakta bitti. Yazılarım tek gün aksamadı.
Omicron’la, Kemalimin cenazesinde karşılaştı aile..
Kardeşim Serpil ve eşi, ağbim Öcal ve eşi, Kemalimin kızı Zeynep ve eşi hepsi Omicron gribi oldular. Yani sadece en yakın ailemde 6 kişiye bulaştı. Hepsi 4 aşılıydı ve hepsi ayakta geçirdi.
Ne biz hastaneye gittik, ne doktor bize geldi.
“Belirti var mı?.”
“Yok!.”
“O zaman ilaca ve doktora da ihtiyaç yok.. Bir belirti olursa arayın!.”
Yani aşılı olup Kovid’den hastanelik olan ve de hayatını kaybedenlerin hemen tümü, kronik ve ağır başka hastalıkları olanlar.. Ama hastanelik, yoğun bakımlık, entübelik ve mezarlık olanların çoğu, pek çoğu aşısızlar..
Sen farkında olmayarak toplumu tehdit ediyorsun.. Mikrobu kapsan bile maske de takmaz, etrafa virüs saçarsın. Efendim vücut dokunulmazlığınmış. Kabul etmem ama, hadi sustuk..
Hiç değilse iki günde bir yazılarınla aşı ve MMT kurallarına (maske, mesafe, temizlik) uyanları caydırmaya uğraşma..