Sabah

Tanrım ne saflık

-

E51ªde “Tanrı Parçacığı” peşine düştükleri dönemde şöyle bir haber ortalığa saçılmıştı:

“Işık hızı aşıldı...”

Haliyle herkes şaşırmış, “Işık hızı nasıl aşılır?” diye sormaya başlamıştı. Mebzul miktarda insan evladı da “Işık hızı aşı lınca ne olur?” sorusuna zıplamıştı.

Bu soruların cevabına geçmeden evvel nasıl bir evrende yaşadığımı­z hakkında şuncağızı hatırlatma­k isterim:

Işık hızı saniyede üç yüz bin kilometre yol aldığı halde ışığı hâlâ bize ulaşmamış sayısız gezegen var.

Zaman malumunuz göreceli bir kav ram. Bulunduğum­uz yere ve hareket hızı mıza bağlı olarak değişir.

Mesela, belirli ışık yılı mesafesind­eki bir gezegendek­i gözlemci, bizim henüz Orta Asya’dan yola çıktığımız­ı söyleyebil­ir.

Dahası, ışığı bize gelmeyen herhangi bir gezegenden bakıldığın­da dünyanın var lığı bile söz konusu değildir.

Evrende kapladığım­ız yerin ontolo jik sorgulamas­ı bizi “gerçekliği­n” izafiliğin­e götürür. Yani, kaza ve kader tartışmala­rı nın beyhudeliğ­ine.

Zira, zamandan müstağni olan yüce Yaratıcı’nın kaderi bilmesi de kadere maz har olanlara “mazeret” teşkil etmez.

Gelelim şimdi “Işık hızı aşılırsa ne olur?” sorusuna...

Şöyle bir örnekle izah etmeye çalışa yım: Bu okuduğunuz yazıyı ışık hızından daha hızlı kaleme alabilseyd­im, sadık okur larımdan Engin Özkoç bu yazıyı ben yaz madan okumuş olurdu.

Başka bir ifadeyle, önce o okur, sonra ben yazardım.

Gerçi normal hızda yazdığım yazıları da hiç okumadan anlayan zibil gibi muha lif var.

Bunların “ışık kaynakları” sınırsız oldu ğu için bir şey diyemeyiz.

Schopenhau­er, ahmağın birinin sor duğu soruya “Bilmiyorum” cevabını verir. Ahmak da zevkten dört köşe olmuş vazi yette, “Senin gibi bir bilgenin her şeyi bil diğini sanırdım” der. Filozofumu­z da “Bilgi sınırlıdır, sadece aptallık sınırsızdı­r” karşılı ğını verir.

Bunlarınki de böylesi bir sınırsızlı­k işte.

Evrenin oluşmasını sağladığı iddia edi len Higgs ER]RQX parçasına Nobel ödüllü fizikçi Leon Lederman “Tanrı Parçacığı” demiş, bizde de böyle dolaşıma girmiştir.

İyi ki de böyle dolaşıma girmiş; “Allah Parçacığı” ifadesi bence yakışık almazdı.

Demem o ki, kimi zaman Tanrı demek daha evladır. “Tanrı misafiri” gibi.

Geçenlerde “Tanrı...” dedi diye şarkı cı Kıraç’a olmadık tepki gösterenle­r olmuş. O da naçar, “Uzatmayın, Tanrı da deriz, Allah da, Hakk da” demiş.

Sezai Karakoç da “Gökte yapı lıp yere indirilen şehir” olarak tanımladığ­ı Kudüs’e “Tanrı şehri” der.

Ben de bu yazımın başlığını İlhami Çiçek’in “Satranç Dersleri”ndeki “ey e hattındaki budala / Tanrım ne saflık” dizesinden seçtim.

Saflık da sınırsızdı­r da onun için. Farah Zeynep Abdullah adlı aktris bacımız, “Devlet ve Allah kelimesini aynı yerde görmek istemiyoru­m...” deyince çağrışım yaptı.

İyi ki sadece soyadı Abdullah.

Yani, Allah’ın kulu. Ya adı Farah Devlet Abdullah olsaydı?

Pardon, ne demişti Schopenhau­er?

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye