Gelişmişlerde ‘yaşlılık’ resesyon riski
Dünya ekonomisinin bugün ve geleceğine yönelik pek çok şey konuşuyoruz. 2(&' çatı sı altında, bilhassa * ekonomile ri ve daha geniş tutarsak, pek çok $% üyesi ülke açısından da en çok konu şulması arzu edilen konuların başında ‘yaşlanan nüfus sendromu’ geliyor. Gelişmiş ekonomilerin tümü, yaşlanan nüfuslarının yakın gelecekte ekonomi lerinde ne tür etkilere sebep olacağını merak ediyorlar. Bu nedenle, önümüz deki dönemin nüfus gelişmeleri, nüfus hareketleri ve gelişmiş ekonomilerde yaşlanan nüfusunun ülke ekonomilerine etkisini analiz etmek üzere bir araştırma merkezi kurulması konusunda da muta bakata varıldı. Çünkü, hızla yaşlanan nüfus, gelişmiş ekonomiler için sade ce ciddi boyutlarda bir ‘resesyon riski’ anlamına gelmiyor; aynı zamanda sosyal güvenlik sistemine yönetilmesi karmaşık ve ağır bir yük anlamına da geliyor.
Gelişmiş ülkeler, pek çok sek tör ve alanda kalifiye işgücü bulama ma sorununu iki başlığı değerlendire rek çözmeye çalışıyorlar; bunlardan ilki ‘düzenli göç’, diğeri ise ‘dijitalleş me’. Dijitalleşme, salt yazılım ile çözü lebilecek bir konu değil. Çünkü, ulaş tırma, sağlık ve lojistik gibi alanlarda aynı zamanda fiziki aktivite gerektiren faaliyetler de söz konusu. Bu neden le, gelişmiş ekonomilerin tümü ulaştır ma, sağlık, lojistik, madencilik, sanayi gibi alanlarda, kol gücüne dayalı süreç lerinin tümünü yapabilecek kabiliyet ler kazandırılmış yeni nesil robotla ra ağırlık vermiş durumdalar. Dünyanın bu alanda önde gelen şirketleri, yayın ladıkları içeriklerle sadece 5 yıl için de robotlara kazandırdıkları becerile ri adeta yarıştırıyorlar. Üstelik, yeni nesil robotların ve yapay zekanın söz konusu gelişmiş ekonomilerde mal ve hizmet üretim verimliliğini arttıracağına dair iddiaları da söz konusu.
‘Düzenli göç’ konusu isi pek çok açı dan ‘ahlaki açmazlar’ taşıyor. OECD çatısı altında da tartışılan bu yönde ki ‘ahlaki açmazlar’ ve ‘çıkar çatış maları’, ellenindeki sınırlı imkanlar la kendi nüfusunu kalifiye işgücü olarak yetiştiren gelişmekte olan ekonomilerin, yüksek düzeyde eğitim görmüş insan larının gelişmiş ekonomilerce adeta ‘transfer’ edilmesiyle adeta katlanıyor. Gelişmekte olan ekonomilerin yüksek katma değere dayalı kalkınma çabaları için önemli bir değer ifade eden yüksek eğitim görmüş nüfusunun bu şekilde gelişmiş ekonomilerce adeta kapılması, aynı zamanda sürdürülebilir kalkınma adına haksızlığı, eşitsizliği de bera berinde getirmekte. Bu nedenle, geliş miş ekonomilerin bir yandan sürdürü lebilir kalkınmayla ilgili endişelerini dile getirirken, bir yandan küresel ölçekte ‘adil’ bir sürdürülebilir kalkınma süreci ni baltalayan tutumlarını da sorgulama ları ikircikli durum oluşturmakta.
Bu konuda en muzdarip ülkeler ara sında yer alan Japonya, o kadar uzun ca bir süredir ‘resesyon’ sorunu ile karşı karşıya ki, dünya ekonomisin de en büyük GSYH sıralamasında yeri ni Almanya’ya kaptırmak zorunda kaldı. Buna karşılık, Hindistan’ın son 10 yıl içerisinde nüfus avantajı ile üre tim ve GSYH büyümesini katlaması ile dünyanın en büyük ekonomileri arası na girmeyi başarması not alınmalı. Bu nedenle, Türkiye açısından da doğur ganlığın sürdürülebilir kılınması ve yeni neslin bugün ve geleceğin tekno lojilerine ve yükselen, yükselecek yeni sektörlerine yönelik olarak yüksek nite likte insanlar olarak yetiştirilmeleri, milli eğitim sistemimizin ve yüksek öğretim kurumlarımızın yeni nesil alan ve mes lekler için durmaksızın donatılması kri tik önemde. Türkiye’nin ‘sürdürülebi lir kalkınma’ alanındaki başarılarının devamında ‘milli ve yerli teknolo ji’ üretme imkan ve kabiliyetlerini ara lıksız güçlendirmesinin yanı sıra, gücünü de ‘sürdürülebilir’ kılmasının çok önemli olduğu asla unutulmamalı.