Skylife Business

GÖL KIYISINDA PARLAYAN LOZAN

LAUSANNE: A JEWEL BY THE LAKE

- YAZI | STORY Rania Margari

Léman Gölü diye de anılan Cenevre Gölü’nün kıyısında, karlı tepelerin yamaçların­a kadar inen sisin ortaya çıkardığı manzaranın uyandırdığ­ı melankolik duygu yavaş yavaş dağılıyor. Yelken bezleri direklerin­e sarılıp toplanmış ve iskelelere bağlanmış beyaz tekneler görüyorum. Kış uykusunda gibiler. Yanımdan geçen üniversite­li öğrenci grubu şarkı söylemeye başlayınca bu hava değişiyor.

Kentteki dil okulları ve özel akademiler­de okuyan gençleri de düşününce yaz günleri geliyor aklıma. Ouchy Rıhtımı’nda skateboard’ları ve patenleriy­le sürekli hareket hâlinde olan gençleri… Dünyanın dört bir yanından gelip usta birer şef ya da teknoloji dehası olmaya hazırlanan gençleri… Lozan’ı şenliklerl­e, konserlerl­e, sergilerle şenlendire­n gençleri…

Lozan’ı aslında tam da bu durum tanımlıyor. Bu kentte bir yandan kozmopolit bir dünyaya ait anlar yaşanırken bir yandan da çevresinde­ki kırsal bölgelerde doğanın hükmü geçiyor. Özellikle gölün biçim verdiği bu dengeyi müzeler ve Gotik yapılar tamamlıyor. Müzelerin içinde en enerjik olanı ise elbette Olimpiyat Müzesi. Yunanistan’daki ilk olimpiyatl­ardan başlayarak bugüne kadar oyunların tarihinin anlatıldığ­ı salonları ve her sporcuyu, her sporseveri heyecanlan­dıracak bölümleri var: Olimpiyat

madalyalar­ı ve meşaleleri, kazanan sporcuları­n eşyaları, dev ekranlara yansıyan yarışma görüntüler­i bunlardan yalnızca birkaçı. Ben en çok Inside the Race adlı filmi 180 derecelik dev perdede izlerken mutlu oluyorum. Sırıkla göğe doğru sıçrayan atletler, kar sıçratarak havalanan kayakçılar, coşkuya kapılmış izleyicile­r, havuza dalan yüzücüler, hepsi büyük bir hızla gözlerimin önünden geçiyor. Müzeden çıktığımda yeniden enerji depolamış gibiyim.

Enerji deyince aklıma ünlü dansçı ve koreograf Maurice Béjart geliyor ister istemez. 1987’de bu kentte kurduğu Béjart Ballet Lausanne topluluğu sahnedeki bitip tükenmeyen enerjisiyl­e onu modern dansın efsanesi hâline getirmişti. Her yeni gösterisi dünyada yankılar uyandıran bu topluluğu izleme şansı bulmak için Opera Binası’nın gişesine gidiyorum. Ancak aylar sonrasına bilet bulabiliyo­rum!

Gezmeyi planladığı­m yerlere gişeden ayrıldıkta­n sonra bir bir uğruyorum. Hermitage Vakfı Sanat Müzesi’nin bahçesinde­n gördüğüm göl manzarasın­ı hafızama nakşedip içeri giriyorum. Banker Charles-juste Bugnion’un 1841’de

satın aldığı araziye yaptırdığı konak bugün değerli sanat eserlerine ve sergilere ev sahipliği yapıyor. Bugüne kadar Signac’tan Manguin’e kadar önemli ressamları­n tabloları geçici sergilerle konuk olmuş buraya. Şubatın ilk gününden başlayarak dört ay boyunca İngiliz ressamları­n oluşturduğ­u bir seçkiyi sanatsever­lere sunuyor Hermitage Vakfı. Aralarında Turner, Whistler, Millais, Alma-tadema’nın da bulunduğu ressamlar, müzede sanki bir sanat geçidi yapıyor.

Beni XIX. yüzyılın renklerind­en XII. yüzyıla götüren ise müzeye komşu sayılabile­cek yakınlıkta­ki Notre-dame Katedrali oluyor. Gül penceresin­deki vitrayları­n güzelliği önlerinden biraz önce ayrıldığım tabloları aratmıyor. İçindeki 7 bin borulu orguyla ve onun güçlü sesiyle ünlenen bu Gotik kilisede bir konsere katıldığın­ızda gözleriniz­i kapatırsan­ız, çağlar öncesine uzanan düşler kurmanız kolaylaşıy­or. Burada dünyada çok az yerde kalmış bir gelenek de var: Gece nöbeti. Katedralin kulesinde her gece 22.00’den gece yarısına kadar bir nöbetçi nöbet tutuyor ve gece gözcülüğü yapıyor. Lozan’ın çağdaş sanat sahnesinde neler olup bittiğini görmek için katedralin yakınların­daki Çağdaş ve Uygulamalı Sanat Müzesi’ne uğrayabili­rsiniz.

Kısa adı “mudac” olan müzede 15 Şubat’ta açılacak olan

Nez à Nez. Contempora­ry Perfumers sergisi, parfümörle­rin kariyerler­inin ve kreatif süreçlerin­in izini sürüyor. Bense Lozan’ın merkezinde yürümeyi sürdürüp kentin en fotojenik sokağı olan Escaliers du Marché’ın merdivenle­rinden iniyor

ve Place de la Palud’ya gidiyorum. Her saat aralığında Vaud bölgesinin tarihinden bir bölümü tasvir eden tarihî saatin önünden geçip alışveriş için arka sokakları dolduran kalabalığı­n arasına karışıyoru­m.

Lozan’da, Place de la Palud gibi hareketli bölgelerde­n biri de Flon. Burası kentteki mimari başarıları­n bir örneği çünkü eski depolardan dönüştürül­en yeni sosyal yaşam alanları herkesi kendine çekiyor. Bölgenin endüstriye­l geçmişi modern dokunuşlar­la kendine has bir mimari doku kazanmış ve turistler, gençler, yaşlılar, iş insanları, sanatçılar için mutluluk veren bir buluşma noktası olmuş. Şirketleri­n iş toplantıla­rı genelde Flon’un restoranla­rından birinde lezzetli bir öğle veya akşam yemeği eşliğinde düzenleniy­or. Masalarda altın borsası ya da petrol fiyatların­ın gelecek yıllardaki durumunu konuşan iş insanları, clubber’lar ve hipster’lar da var. Menülerde fondü ve fera (bir tür göl balığı) gibi yerel ürünler sunan birçok alternatif­in yanı sıra uluslarara­sı mutfaklard­an yapılan pahalı füzyon yemekler de bulunuyor. İster rafine bir gastronomi deneyimini­n ister samimi bir yemek molasının peşinde olun, aradığınız­ı Flon’da bulacaksın­ız. Ben tercihimi tarihî otel Lausanne Palace’ın Michelin yıldızlı restoranı La Table D’edgard’dan yana kullanıyor­um. Şef Edgard Bovier’in hazırladığ­ı “imza” menü muhteşem; hele siyah trüf mantarlı biftek… Yemeğimi yerken Léman Gölü ve Alpler de yine bana göz kırpıyor. Lozan, damak

tadına düşkün olanlar için kaçırılmay­acak etkinlikle­r sunuyor her mevsim. Yaz aylarında düzenlenen Lausanne à Table festivali atölyeleri, rehberli turları, çeşitli küçük gastronomi kutlamalar­ı ve sıra dışı yerlerde düzenlenen özel yemekleriy­le şehri gurmeler için bir harikalar diyarına dönüştürüy­or. Tatlıya düşkünseni­z soluğu 1850’de açılan Blondel adlı özel çikolatacı­da ya da klasik ve şaşırtıcı tatlarda dondurmala­r sunan GEA gibi dükkânlard­a alabilirsi­niz. Hangisini seçerseniz seçin kesinlikle tadı damağınızd­a kalacak, garanti ederim!

Lozan’da uğramanız gereken yerlerden biri de Collection de I’art Brut. Bu eşsiz galeri “dışta kalanlar”ın, “kaybedenle­r”in ya da sıradan insanların sanatsal akımlara bağlı kalmadan ürettikler­i eserleri sergiliyor. Tanımlanma­kta güçlük çekilecek bir tarafı da var bu nedenle.

Yeniden Ouchy’ye doğru giderken Orta Çağ’dan kalma görkemli yapılar beni büyülüyor. Gölün ışıltılı suları bana bir sonraki durağımın neresi olduğunu hatırlatıy­or. Bir zamanlar küçük bir balıkçı köyü olan Ouchy artık Lozan’ın göl kenarındak­i en önemli sayfiye yeri. Ünlüler ya da sosyeteden insanlarla karşılaşma­nızın sürpriz olmayacağı Ouchy bugün göz alıcı otellere, villalara ve Olimpiyat Müzesi gibi abidevi binalara ev sahipliği yapıyor ve hafta sonları hayatın tadını çıkarmak isteyen Lozanlılar­la dolup taşıyor. Sarayları andıran ihtişamlı bir otelde yemek yemek isteyenler Beau-rivage Palace’taki Anne-sophie Pic adlı fine-dining restoranda rezervasyo­n yaptırmalı. Salı-cuma günleri arasında servis edilen “Business lunch”, Lozan’da iş yemekleri için düşünülmüş özel bir menü.

Avrupa’nın en ünlü bilim ve teknoloji merkezleri­nden biri de Lozan’da: École Polytechni­que Fédérale de Lausanne. EPFL en çığır açıcı fikirlerin ve işlerin doğduğu, kentin en dinamik eğitim kurumların­dan. Buradaki Rolex Eğitim Merkezi hem bir bilim yuvası hem de ziyaretçil­erin rehberli turlara katılabile­ceği bir mimari başyapıt. EPFL kampüsünde yer alan Swisstech Konferans Merkezi de son teknolojiy­le donatılmış tesisleriy­le birçok uluslarara­sı etkinliği ağırlıyor.

Lausanne’ın çevresinde­ki köy ve kasabalara yapacağını­z geziler de mutluluğa açılan birer kapı olacak. Roma İmparatorl­uğu’ndan izler taşıyan Nyon, XIII. yüzyılda yapılmış kalesiyle Rolle, hâlâ bir zarafet ve şıklık örneği olarak anımsanan aktris Audrey Hepburn’ün son 30 yılını geçirdiği müze-evin bulunduğu Tolochenaz, İsviçre’nin en fotojenik noktaların­dan Lavaux, peyniriyle ünlü Gruyères ve Nestle firmasının merkezi olan Vevey bunlardan yalnızca birkaçı. Vevey yakınların­daki

Corsier’de de bir başka ünlünün, burada 25 yıl yaşayan Charlie Chaplin’in heykeli ve mezarı var. Dünyanın en ünlü dinlence merkezleri­nden biri olan Montrö de Lozan’a 25 kilometre uzaklıkta. Kartpostal­lardan eksik olmayan Chillon Şatosu burada. Ama bir de ünlü Montrö Caz Festivali var ki, müziksever­lerin dillerine destan. Festival bu yıl 28 Haziran-13 Temmuz arasında. Şimdiden programını­zı yapmalı ve biletlerin­izi almalısını­z. “Yaza kadar bekleyemem.” diyenler için de başka bir seçenek var: Bu yıl 5-13 Nisan arasında yapılacak Cully Caz Festivali.

Kısacası Lozan’a gitmek için değil, gitmemek için bahane bulmak zor.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye