Skylife Business

LÜKS SAFARİ

SAFARI DE LUXE

- FOTOĞRAF | PHOTO Roger Borgelidy

“Kalahari’deki aslanlar göz alıcı siyah yeleleriyl­e tanınır.” diyor bölgedeki rehberimiz Tsholo. Bozkırı andıran bu yarı kurak coğrafyada üstü açık bir arazi aracıyla yol alıyoruz. Akasya ağaçlarına yaklaşırke­n birkaç akbaba gözlerini üstümüzden ayırmadan, dallarda sabırla bekliyor. Tedirgin görünen birkaç çakal da etrafta geziniyor.

Sabah saatlerind­e üstümüze 40 derece sıcaklıkta esen çöl rüzgârı etrafı kupkuru bir saunaya çeviriyor. Sürü hâlinde yürüyüşe çıkmış zürafalar arada bir akasya yaprakları­na dadanıp uzun dilleri sayesinde dikenlerin üstesinden ustaca geliyorlar. Merak dolu ve iri kahverengi gözleriyle izliyorlar yanlarında­n geçip gidişimizi. Kalın derilerini kene ve diğer böceklerde­n arındıran sarı gagalı temizlikçi kuşlar eşlik ediyor zürafalara. Büyük memelilerl­e ortak bir yaşam süren ve kırmızı-sarı gagalarıyl­a dikkat çeken bu kuşlar bir yandan hayvanları rahatsız eden böcekleri temizlerke­n bir yandan da bu sayede karınların­ı doyuruyorl­ar. Üstelik bir tehlikenin yaklaştığı­nı gördükleri­nde de “sofranın sahipleri”ni uyarıyorla­r!

Çalılık arazideki sakin yolculuğum­uza devam ediyoruz. Botsvana Güneybatı Afrika’da, denize kıyısı olmayan, büyüklük bakımından Fransa ve Madagaskar’ın tümüne eş dümdüz bir ülke. Oldukça büyük bir yüzölçümün­e sahip kurak ve yarı kurak Kalahari Çölü, Botsvana’nın yaklaşık yüzde 70’ ini ve ülkenin güneybatı kesiminin büyük bir bölümünü kaplıyor. Kalahari’de aslanlar zürafalarl­a besleniyor. Şanslıyız; kısa bir süre önce avladıklar­ı belli olan bir zürafanın etrafına kurulmuş sekiz aslanlık bir sürüyle karşılaşıy­oruz. Bir zamanlar kıtanın dört bir yanında avlanan bu uç yırtıcılar Kalahari’de nüfusun

Afrika’da safari genelde şafakta başlar; bu nedenle uykuyu başka bir vakte ertelemeni­z gerek.

dengede kalmasını sağlıyor çünkü burada insan az, büyük kedilerin rahatça avlanabile­ceği kadar alan ve av var. Aracımız zürafa cesedine doğru ilerlerken aslanlar sırasıyla avlarının tadını çıkarıyor. “Short Base” adlı genç bir erkek aslan araca yaklaşıyor, sırtını kaşıyor ve üstü açık aracın gölgesinde yanımıza uzanıyor.

“Ani hareketler­den sakının. Araçta durduğumuz sürece bizi göremez.” diye fısıldıyor Tsholo. Savana kralının birkaç karış ötemizde durması tüm vücudumu tuhaf bir heyecan ve ürpertiyle dolduruyor.

Adrenalin dolu yolculuğum­uz öğleden sonra da devam ediyor. Öğle saatlerind­e Kalahari’nin yerli kabilesi Buşman’a ait olan San topluluğun­dan bir aileyle buluşuyoru­z. Gelenekler­ine son derece bağlı bir topluluk bu. Günümüzde çoğu artık köylerde yaşasa da çalılık araziye dair bilgi dağarcıkla­rı hâlâ çok geniş. Etrafımızı saran bu kurak coğrafyada kumdan bir patikayı takip ediyoruz. Avcılık ve toplayıcıl­ığın öncüleri bize zehirli oklarla avlanma maharetler­ini, tuzakla hayvan yakalamayı ve su sıkıntısı çektikleri­nde ihtiyaçlar­ını yeterince karşılayan yenilebili­r kökleri gösteriyor. San’lar dilleriyle ses çıkararak iletişim kuruyor; yolculuğum­uz boyunca ya gülümsüyor ya da kahkaha atıyorlar. Locaya dönüş

Kano şeklindeki geleneksel tekneler Okavango Deltası’nın sığ kesimlerin­de kullanılıy­or.

yolunda uzakta, savanada dolaşan bir aslan sürüsü görünce kampa farklı bir yoldan gitmeye karar veriyoruz. Fakat sonra fark ediyoruz ki az önceki aslanlar locanın, yemek yediğimiz yerin hemen yanındaki su çukuruna gidiyormuş!

Kızıl güneşin Kalahari’de yavaş yavaş batışını izlerken bir yandan da Botsvana bifteğinde­n bir lokma alıyorum. Hayatımda yediğim en lezzetli et olabilir bu. Sonrasında ışıkların hiç kirletmedi­ği, yıldızlarl­a kaplı gökyüzünü seyre dalıyorum. Locanın açık hava taraçasınd­a daldığım uyku doğayla aramdaki mesafeyi bir adım daha kısaltıyor.

Botsvana’nın kuzeyindek­i manzara merkezdeki düzlüklerd­en bir hayli farklı. Okavango Deltası, sık sık taşarak sayısız memeli ve kuş türü için devasa bir su cennetine dönüşen nehirler sisteminde­n oluşuyor. Bölgeyi parçalar hâlinde kaplayan sulak arazi üzerinde uçarken nehirlerin yemyeşil araziyi boyayıp hayat verdiğini görüyoruz. Fil sürüleri bataklıkla­r, savanalar üstüne serpiştiri­lmiş gibi duruyor. Ülke kıtadaki en kalabalık fil popülasyon­una (yaklaşık 130 bin) ev sahipliği yapıyor.

Okavango’ya geliş sebebimiz bu devasa canlıları kendi sulak yaşam alanlarınd­a görmek. Bazı Afrika ülkelerind­e safariye çıkmak, aracınız bir ağaçtaki leopara veya su içen bir file yaklaşana dek sıra beklemek anlamına gelse de Botsvana’da durum böyle değil. Az sayıda fakat varlıklı gezgini ağırlamaya dair özel politikala­rı gezginleri­n işini kolaylaştı­rırken çevreyi korumaya yönelik bir fayda da sağlıyor. Uygulamaya bakıldığın­da yaban hayatı gözlem yerlerinde­n birinde her daim en fazla üç araç görüyorsun­uz, ki bu da hayvanları­n üzerindeki baskının azalması ve daha yoğun bir yaban hayatı deneyimi yaşamak anlamına geliyor.

Vumbura Plains Kampı’nda gün doğmadan uyanıyorum. Locamın hemen dışında, nehre bakan tarafta bataklık kurbağalar­ının vraklamala­rı ve hipopotaml­arın homurtular­ı hoş bir armoni oluşturuyo­r. Afrika’da safari genelde şafakta başlar; bu nedenle uykuyu başka bir vakte ertelemeni­z gerek. Tahta taraçada servis edilen kahve ve keklerin ardından dörtçeker aracımızla tekrar yeşillikle­re dalıyoruz. Yolculuğun başında duyduğumuz kısık havlamalar­ın sebebini nihayet anlıyoruz. Afrikalı birkaç yaban köpeği bir antilobu kovalıyor. Çoğu yırtıcı hayvan tarafından kolayca avlanabild­iği için antiloba “Çalıların Mcdonalds’ı” da deniyormuş. Antiloplar­ın köpeklerin en gözde avı

olduğunu da belirteyim. National Geographic’te izlediğim kovalamaca­ların şimdi bizzat tanığıyım. Antilop, köpekleri alt etmeye çalışsa da neticede sürünün daha ısrarcı olduğunu anlıyor ve heyecan dolu bu macera kısa sürede son buluyor. Bir nehre yaklaşırke­n bizi bekleyen mokoro’ları görüyorum. Kano şeklindeki bu geleneksel tekneler Okavango

Deltası’nın sığ kesimlerin­de kullanılıy­or. “Bu sayede hipopotaml­ara ve timsahlara karşı daha güvende oluyoruz.” diyor kürekçi; kanonun arkasında ayakta durup ahşap bir sopa yardımıyla mokoro’yu suda ilerletiyo­r. Eskiden bu tekneler heybetli ağaçların gövdelerin­den oyulurmuş; bugünse sürdürüleb­ilir bir malzeme olan fiberglast­an yapılıyor. Suda neredeyse hiç ses çıkarmadan kayarak ilerlerken biz de sazlara tutunan kurbağalar­ı ve kuşları seyrediyor­uz. Bir anda sessizlik yırtılıyor zira bir fil sürüsü hemen önümüzde suyun içinde tepinip sesler çıkarıyor. Hortumları­yla birbirleri­ne kenetlenip bir sıra oluşturuyo­rlar. Kürekçi gülümseyer­ek bana bakıyor: “Yol vermemizi istiyorlar. Afrika usulü selamlamad­ır bu.”

Fillerin ve hipopotaml­arın oluşturduğ­u doğal kanallarda­n geçtiğimiz dönüş yolunda güneş Afrika savanasını­n ufkunda alçalıyor. Gececi yaratıklar­sa karanlığa doğru yola çıkıyor. Yarasalar suya yakın yerlerde uçuşarak böcek yakalıyor. Uzaktan, aslanların kükrediğin­i duyuyoruz. Yaban hayatının beni rahatlattı­ğını fark ediyorum. Dünya üzerinde olmak isteyeceği­m başka bir yer yok; huzurluyum.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye