LÜKS SAFARİ
SAFARI DE LUXE
“Kalahari’deki aslanlar göz alıcı siyah yeleleriyle tanınır.” diyor bölgedeki rehberimiz Tsholo. Bozkırı andıran bu yarı kurak coğrafyada üstü açık bir arazi aracıyla yol alıyoruz. Akasya ağaçlarına yaklaşırken birkaç akbaba gözlerini üstümüzden ayırmadan, dallarda sabırla bekliyor. Tedirgin görünen birkaç çakal da etrafta geziniyor.
Sabah saatlerinde üstümüze 40 derece sıcaklıkta esen çöl rüzgârı etrafı kupkuru bir saunaya çeviriyor. Sürü hâlinde yürüyüşe çıkmış zürafalar arada bir akasya yapraklarına dadanıp uzun dilleri sayesinde dikenlerin üstesinden ustaca geliyorlar. Merak dolu ve iri kahverengi gözleriyle izliyorlar yanlarından geçip gidişimizi. Kalın derilerini kene ve diğer böceklerden arındıran sarı gagalı temizlikçi kuşlar eşlik ediyor zürafalara. Büyük memelilerle ortak bir yaşam süren ve kırmızı-sarı gagalarıyla dikkat çeken bu kuşlar bir yandan hayvanları rahatsız eden böcekleri temizlerken bir yandan da bu sayede karınlarını doyuruyorlar. Üstelik bir tehlikenin yaklaştığını gördüklerinde de “sofranın sahipleri”ni uyarıyorlar!
Çalılık arazideki sakin yolculuğumuza devam ediyoruz. Botsvana Güneybatı Afrika’da, denize kıyısı olmayan, büyüklük bakımından Fransa ve Madagaskar’ın tümüne eş dümdüz bir ülke. Oldukça büyük bir yüzölçümüne sahip kurak ve yarı kurak Kalahari Çölü, Botsvana’nın yaklaşık yüzde 70’ ini ve ülkenin güneybatı kesiminin büyük bir bölümünü kaplıyor. Kalahari’de aslanlar zürafalarla besleniyor. Şanslıyız; kısa bir süre önce avladıkları belli olan bir zürafanın etrafına kurulmuş sekiz aslanlık bir sürüyle karşılaşıyoruz. Bir zamanlar kıtanın dört bir yanında avlanan bu uç yırtıcılar Kalahari’de nüfusun
Afrika’da safari genelde şafakta başlar; bu nedenle uykuyu başka bir vakte ertelemeniz gerek.
dengede kalmasını sağlıyor çünkü burada insan az, büyük kedilerin rahatça avlanabileceği kadar alan ve av var. Aracımız zürafa cesedine doğru ilerlerken aslanlar sırasıyla avlarının tadını çıkarıyor. “Short Base” adlı genç bir erkek aslan araca yaklaşıyor, sırtını kaşıyor ve üstü açık aracın gölgesinde yanımıza uzanıyor.
“Ani hareketlerden sakının. Araçta durduğumuz sürece bizi göremez.” diye fısıldıyor Tsholo. Savana kralının birkaç karış ötemizde durması tüm vücudumu tuhaf bir heyecan ve ürpertiyle dolduruyor.
Adrenalin dolu yolculuğumuz öğleden sonra da devam ediyor. Öğle saatlerinde Kalahari’nin yerli kabilesi Buşman’a ait olan San topluluğundan bir aileyle buluşuyoruz. Geleneklerine son derece bağlı bir topluluk bu. Günümüzde çoğu artık köylerde yaşasa da çalılık araziye dair bilgi dağarcıkları hâlâ çok geniş. Etrafımızı saran bu kurak coğrafyada kumdan bir patikayı takip ediyoruz. Avcılık ve toplayıcılığın öncüleri bize zehirli oklarla avlanma maharetlerini, tuzakla hayvan yakalamayı ve su sıkıntısı çektiklerinde ihtiyaçlarını yeterince karşılayan yenilebilir kökleri gösteriyor. San’lar dilleriyle ses çıkararak iletişim kuruyor; yolculuğumuz boyunca ya gülümsüyor ya da kahkaha atıyorlar. Locaya dönüş
Kano şeklindeki geleneksel tekneler Okavango Deltası’nın sığ kesimlerinde kullanılıyor.
yolunda uzakta, savanada dolaşan bir aslan sürüsü görünce kampa farklı bir yoldan gitmeye karar veriyoruz. Fakat sonra fark ediyoruz ki az önceki aslanlar locanın, yemek yediğimiz yerin hemen yanındaki su çukuruna gidiyormuş!
Kızıl güneşin Kalahari’de yavaş yavaş batışını izlerken bir yandan da Botsvana bifteğinden bir lokma alıyorum. Hayatımda yediğim en lezzetli et olabilir bu. Sonrasında ışıkların hiç kirletmediği, yıldızlarla kaplı gökyüzünü seyre dalıyorum. Locanın açık hava taraçasında daldığım uyku doğayla aramdaki mesafeyi bir adım daha kısaltıyor.
Botsvana’nın kuzeyindeki manzara merkezdeki düzlüklerden bir hayli farklı. Okavango Deltası, sık sık taşarak sayısız memeli ve kuş türü için devasa bir su cennetine dönüşen nehirler sisteminden oluşuyor. Bölgeyi parçalar hâlinde kaplayan sulak arazi üzerinde uçarken nehirlerin yemyeşil araziyi boyayıp hayat verdiğini görüyoruz. Fil sürüleri bataklıklar, savanalar üstüne serpiştirilmiş gibi duruyor. Ülke kıtadaki en kalabalık fil popülasyonuna (yaklaşık 130 bin) ev sahipliği yapıyor.
Okavango’ya geliş sebebimiz bu devasa canlıları kendi sulak yaşam alanlarında görmek. Bazı Afrika ülkelerinde safariye çıkmak, aracınız bir ağaçtaki leopara veya su içen bir file yaklaşana dek sıra beklemek anlamına gelse de Botsvana’da durum böyle değil. Az sayıda fakat varlıklı gezgini ağırlamaya dair özel politikaları gezginlerin işini kolaylaştırırken çevreyi korumaya yönelik bir fayda da sağlıyor. Uygulamaya bakıldığında yaban hayatı gözlem yerlerinden birinde her daim en fazla üç araç görüyorsunuz, ki bu da hayvanların üzerindeki baskının azalması ve daha yoğun bir yaban hayatı deneyimi yaşamak anlamına geliyor.
Vumbura Plains Kampı’nda gün doğmadan uyanıyorum. Locamın hemen dışında, nehre bakan tarafta bataklık kurbağalarının vraklamaları ve hipopotamların homurtuları hoş bir armoni oluşturuyor. Afrika’da safari genelde şafakta başlar; bu nedenle uykuyu başka bir vakte ertelemeniz gerek. Tahta taraçada servis edilen kahve ve keklerin ardından dörtçeker aracımızla tekrar yeşilliklere dalıyoruz. Yolculuğun başında duyduğumuz kısık havlamaların sebebini nihayet anlıyoruz. Afrikalı birkaç yaban köpeği bir antilobu kovalıyor. Çoğu yırtıcı hayvan tarafından kolayca avlanabildiği için antiloba “Çalıların Mcdonalds’ı” da deniyormuş. Antilopların köpeklerin en gözde avı
olduğunu da belirteyim. National Geographic’te izlediğim kovalamacaların şimdi bizzat tanığıyım. Antilop, köpekleri alt etmeye çalışsa da neticede sürünün daha ısrarcı olduğunu anlıyor ve heyecan dolu bu macera kısa sürede son buluyor. Bir nehre yaklaşırken bizi bekleyen mokoro’ları görüyorum. Kano şeklindeki bu geleneksel tekneler Okavango
Deltası’nın sığ kesimlerinde kullanılıyor. “Bu sayede hipopotamlara ve timsahlara karşı daha güvende oluyoruz.” diyor kürekçi; kanonun arkasında ayakta durup ahşap bir sopa yardımıyla mokoro’yu suda ilerletiyor. Eskiden bu tekneler heybetli ağaçların gövdelerinden oyulurmuş; bugünse sürdürülebilir bir malzeme olan fiberglastan yapılıyor. Suda neredeyse hiç ses çıkarmadan kayarak ilerlerken biz de sazlara tutunan kurbağaları ve kuşları seyrediyoruz. Bir anda sessizlik yırtılıyor zira bir fil sürüsü hemen önümüzde suyun içinde tepinip sesler çıkarıyor. Hortumlarıyla birbirlerine kenetlenip bir sıra oluşturuyorlar. Kürekçi gülümseyerek bana bakıyor: “Yol vermemizi istiyorlar. Afrika usulü selamlamadır bu.”
Fillerin ve hipopotamların oluşturduğu doğal kanallardan geçtiğimiz dönüş yolunda güneş Afrika savanasının ufkunda alçalıyor. Gececi yaratıklarsa karanlığa doğru yola çıkıyor. Yarasalar suya yakın yerlerde uçuşarak böcek yakalıyor. Uzaktan, aslanların kükrediğini duyuyoruz. Yaban hayatının beni rahatlattığını fark ediyorum. Dünya üzerinde olmak isteyeceğim başka bir yer yok; huzurluyum.