Galata'da Bir Gün
A Day in Galata
Galata Kulesi’nin çevresindeki sokaklarda geçmişe doğru yürüdük.
We took a walk into the past on the streets around the Galata Tower.
İstanbul’u gezerken rehberinizin bir şair olduğunu düşünün. Kentin fark edilmeyen inceliklerini görebilmek ve şiirsel bakış açıları yakalamak anlamına gelmez mi bu? Biz de fırsatı kaçırmayıp İlhan Berk’in bir minyatürden yola çıkarak yazdığı Galata kitabını pusula yaptık ve bu semtin tarihî sokaklarına daldık.
Imagine yourself being guided around Istanbul by a poet. Wouldn’t it be a chance to see the city's overshadowed intricacies and to gain a poetic perspective? We took the opportunity to delve into the historic streets of the Galata district accompanied by İlhan Berk’s book Galata, based on a miniature.
Matrakçı Nasuh’u bilir misiniz? Hani XVI. yüzyılın dâhi minyatür sanatçısı, hattatı, tarihçisi ve matematikçisi Matrakçı Nasuh’u… Ama şimdi bu sorumu unutun! Matrakçı’yı yüzyıllarca geride bırakıp 1985’e gelelim. O yıl, şair İlhan Berk yıllarını geçirdiği, anılar devşirdiği İstanbul için bir şey yaptı: Galata kitabını yayımladı ve bu semtin sivil tarihini, değerli yapılarını ömrünü burada geçirmiş insanlarla kurduğu kişisel bağlar üzerinden anlattı. Bunu yaparken de sözcükleriyle Galata’ya yeni anlamlar kattı.
İlhan Berk, Galata’nın kapısını Matrakçı Nasuh’un 1537’de yaptığı bir minyatür ile açıyor. O zamandan bu zamana İstanbul’da ne çok şey değişmiş. Berk kitabının başına Evliya Çelebi’nin Galata’ya deryadan yokuş yukarı bir saatte çıkılır tümcesini almış, ama bu yol bugün Tünel ile birkaç dakikada tamamlanıyor. Ben de bu yolla Galip Dede Caddesi’nin başlangıcına varıyorum. Kulağım kirişte; çünkü müzikseverlerin başını döndüren bir âleme adım atmak üzereyim. Müzik aleti satan ne çok mağaza var bu bölgede! İçlerinde beyaz piyanolardan Beatles, Pink Floyd, U2 gibi rock topluluklarının kullandığı Zilciyan marka zillere, Anadolu türkülerinin yavuklusu olan sazlardan akordeonlara kadar ne ararsanız var! Kars’tan gelmiş halk ozanlarına, kurdukları rock grubunda gitar çalan liseli gençlere, piyano taburesinde oturmuş, ışıl ışıl gözlerle “Für Elise” çalan küçük kızlara kadar herkes bu mağazalarda. Müziğin evrensel dili Galata’da herkesi buluşturuyor. Bu dilin huzur
Are you familiar with the name Matrakçı Nasuh, the genius miniature artist, calligrapher, historian and mathematician of the 16th century? Let’s forget about this question for a while and go back to 1985. That year, poet İlhan Berk did something for Istanbul where he spent many years and endowed him with countless memories: he published his book Galata and wrote about the civil history and the precious structures of this district, through the personal relationships he built with the people who spent their lives here. While doing so, he also enriched Galata with new meanings.
İlhan Berk opens the door to Galata with a miniature by Matrakçı Nasuh from 1537. A lot has changed in Istanbul since then.
Berk includes a quote by Evliya Çelebi -“One climbs the sloping street from the seaside to Galata in an hour.”- in the beginning of his book. Today, however, thanks to the nostalgic tram of Tünel, this route is completed in mere minutes. I take the tram and arrive at the beginning of Galip Dede Street. I am all ears because I’m about to enter a dizzying world for music fans. The district has so many stores that sell musical instruments from white pianos to Zildjian cymbals used by many rock bands such as the Beatles, Pink Floyd, and U2; from variations of saz which is the essence of Anatolian folk songs, to accordions. The stores are filled with people from all walks of life from the folk poets of Kars to high schoolers who play guitar in their rock bands and young girls with bright eyes playing “Für Elise” on a piano stool. The universal language of music brings everyone together in Galata. The Galata Dervish
Lodge is another place pacified by this language. Opened in 1491, it’s the oldest and biggest dervish lodge in Istanbul. Inside, you can hear the sound of reed flutes, kudüms, and rebabs. Here, you can watch the Sema ceremony held on Sundays. İlhan Berk says this about Sheikh Ghalib, who is buried in the mausoleum in the lodge's courtyard: “He spent his youth by looking
verdiği yerlerden biri de Galata Mevlevihanesi. 1491’de kurulan, İstanbul’un en eski ve en büyük mevlevihanesinde neyin, kudümün, rebabın sesi duyuluyor. Pazar günleri burada sema gösterisi yapılıyor. İlhan Berk, mevlevihanenin avlusundaki türbede yatan Şeyh Galip için şöyle yazıyor: Gençliği hep önüne bakarak geçmiştir. Divanını yirmi dört yaşında doldurdu. / Yirmi altısında kendini aşkla sarılı buldu. Hüsn-ü Aşk’ı yazdı. / Çağının en güzel şairi olarak bilinir. / III. Selim’le Adile Sultan, Mihrişah Hatun, Hatice Sultan, Beyhan Sultan, şiirlerini hiç ellerinden düşürmediler.
Galip Dede Caddesi üzerindeki Habib Gerez Sanat Evi'ne uğruyorum. Herkese açık rengârenk bir dünyaya adım atıyorum. 93 yaşındaki ressam ve şair Habib Gerez içeride beni karşılıyor. Berk onun Galata’ya sahip çıktığını ve bırakıp gideyim demediğini yazıyor. Ne kadar haklı! Bir renk deryası olan Gerez’in soy kütüğü XV. yüzyılın sonunda İspanya’dan İstanbul’a göç eden Sefaradlara kadar uzanıyor. Neve Şalom Sinagogu’nun birkaç yüz metre ötesinde eski bir Rum evinde yaşıyor sanatçı. Yüzlerce ahead. He compiled his diwan at the age of 24. / At 26, he found himself wrapped in love and wrote Beauty and Love. / He was known as the best poet of his age. / His poems were admired by Selim III, Adile Sultan, Mihrişah Sultan, Hatice Sultan, and Beyhan Sultan.”
I stop by Habib Gerez Art
House on Galip Dede Street and enter a world of colors open to everyone. I am greeted by Habib Gerez, the 93-year-old painter and poet. Berk writes that Gerez has embraced Galata and never intends to leave. How right he is!
The bloodline of Gerez, who paints a sea of colors, dates back to the
Galata’da müzik aleti satan mağazalardan ezgiler
eksik olmuyor.
The stores in Galata that sell musical instruments
are always filled with tunes.
tablosu, binlerce anısı, fotoğrafı ve konukseverliğiyle birlikte. Yaşayan bir anıt gibi duruyor karşımda.
Kırk yıllık iki dostmuş gibi şiirler okuyoruz karşılıklı. Yanından ayrılırken Galata’nın muazzam tarih birikimini düşünüyorum. Galata zamanla değişime uğrasa da şu âna dek gördüklerim ve sonra göreceklerim çokkültürlü bir geçmişin izleri: Semazenler, Mevleviler, Sefaradlar; Rum evleri, dünya müziğinin binbir çalgısı, Cenevizlilerin inşa ettiği
Galata Kulesi, İngiliz Bahriye Hastanesi, Saint Pierre ve Saint
Paul Kilisesi, Sankt Georg Avusturya Lisesi… Denize yaklaştıkça Saint Pierre Hanı, Galata Bedesteni, Kurşunlu Han… Daha da aşağıda Bankalar Caddesi, SALT Galata, Kamondo Merdivenleri… Galata baştan sona bir dünya semti sanki. İlhan Berk de Yüksek Kaldırım’dan geçenleri sıralarken Çinli, Müslüman, Hristiyan, Arap, Buharalı, Çerkez,
Kürt, Arnavut, Yahudi, Ermeni, Gürcü, Rum, Cezayirlilerin de aralarında olduğunu yazıyor. Lüleci Hendek Sokağı’nın Ceneviz, Venedik ve Bizans koktuğunu söylüyor. Bugün de Çinli ve Koreli turist kafileleri, İtalyanlar, Fransızlar, Araplar, Kuzeyliler Galip Dede Caddesi ve Yüksek Kaldırım’da yürürken kendi dillerini konuşuyor ve günümüzün Galata’sına yeni sesler ekliyorlar. Hem zaten Berk de Yüksekkaldırım bir cadde, bir Sephardic Jews who emigrated from Spain to Istanbul in the late 15th century. He lives in an old Rum house a few meters from the Neve Shalom Synagogue together with hundreds of paintings, thousands of memories, pictures, and his sense of hospitality. He’s standing before me like a living monument. We read each other poems like two people who have been friends for decades. As I leave him, I think about the magnificent historical heritage of Galata. Although the district has transformed over time, what I have seen and plan to see during my trip are the traces of a multicultural past. Whirling dervishes, Mawlawis, Sephardic Jews, Rum houses, innumerable instruments of world music, the Galata Tower built by the Genoese, the British Naval Hospital, the Saint Pierre and Saint Paul Churches, St. George's Austrian High School; a bit closer to the sea, Saint Pierre Han (inn), Galata Covered Bazaar, Kurşunlu Han (inn); and Bankalar Street, SALT Galata, and the Camondo Stairs up ahead. Galata feels like a world district in its entirety. As İlhan Berk lists the people walking along Yüksek Kaldırım Street, he mentions that they are Chinese, Muslim, Christian, Arab, Bukharan, Circassian, Kurdish, Albanian, Jewish, Armenian, Georgian, Rum, and Genoese. He also adds that Lüleci Hendek Street almost smells like the Genoese, Venetians, and Byzantines. Today,
sokak değildir: Hiçbir yere çıkmaz sanki o! Görmek, dolaşmak için bir alan, bir bayram yeridir. Bir lunapark! Gökyüzüyle yeryüzünün el sıkıştığı, seslerin, kokuların birbirine karıştığı bir dünya! demiyor mu?
Şair, Galata Kulesi Meydanı için de Yeditepe’yi birden görür diye yazıyor. Kuleye çıktığınızda, Boğaz’dan Haliç’e, Haydarpaşa’dan Tarihî Yarımada’ya kadar İstanbul’u seyrederken bu sözün doğruluğunu anlıyorsunuz. Kuleden indikten sonra Viyana Kahvesi’nin masalarından birine oturup kahvemi yudumlarken, Büyük Hendek
Caddesi başında durup arkalarına aldıkları kuleyle özçekim yapan insanları seyrediyorum. Bir yandan da Galata’nın sayfalarını çeviriyorum.
Berk, İstanbul’un küçük ve eski sokaklarsız sevilemeyeceğini söylüyor ve ekliyor: Bütün büyük kentlerin eski, küçük sokakları sanki bizi içlerine çekerken bunu biliyorlarmış gibi, bütün alçakgönüllülüklerini ortaya dökerek sararlar bizi. Büyük kent insanı da asıl o zaman işte, kendini birdenbire şiirin tam içinde buluverir. Ben de Şahkulu’nda,
Lüleci Hendek’te, Serdar-ı Ekrem’de groups of Chinese and Korean tourists, Italians, French, Arabs, and Northern Europeans speak their own language as they tread Galip Dede and Yüksek Kaldırım Streets, adding new sounds to Galata’s modern symphony. Besides, didn’t İlhan Berk write, “Yüksekkaldırım is not a street; it feels like a cul-desac! It’s a place, a festival ground to see and explore. An amusement park! A world where the sky and the earth shake hands and where sounds and smells are intertwined!”
The poet says that the Galata Tower Square “oversees all of the seven hills [of Istanbul].” When you climb to the top of the tower, you come to realize the validity of this statement as you can gaze at the city from the Bosphorus to the Golden Horn, Haydarpaşa Train Station to the Historical Peninsula. Upon leaving the tower, I sip my coffee at one of the tables of Viyana Kahvesi and watch people taking selfies with the tower in the background by standing at the head of Büyük Hendek Street, occasionally turning the pages of my copy of Galata.
Berk says you cannot love Istanbul without loving its small and old streets
dolaşırken kendimi demlenmiş bir şiirin içinde buluyorum. İlhan
Berk, sevecenliğin Serdar-ı Ekrem Sokağı için bir kalıtım olduğunu söylüyor. Sokağın güzel ve hoşgörülü insanlarının burayı cana yakın yaptığını da ekleyerek.
Serdar-ı Ekrem günümüzde sokaklıktan caddeliğe terfi etmiş durumda! Ama sevecen hâli hâlâ yürürlükte. Sağlı sollu küçük butikleri geçip Collective Sanat Galerisi'ne uğruyorum. Simsiyah, yüksek duvarları alışılagelmiş yapıtların dışında kalan tablolarla ve dekoratif eşyalarla dolu. Caddenin sonundaki Sofa Art&Antiques’te özenle seçilmiş antika eserler mükemmel bir sergilemeyle satılıyor. Sahibi
Kaşif Gündoğdu, caddedeki Doğan Apartmanı’nın sakinlerinden ve Galata’nın yüzyıllardır süregelen çokkültürlü hayatının değerinin altını çiziyor. Berk de Galata kitabında Doğan Apartmanı ile Kamondo
Han’ı birer başyapıt olarak görüyor. Ben de bu yapılarda bir zamanlar yaşayan Levantenlerin, beyaz eldivenli kapıcıların, Abidin Dino’dan başlayarak yazar ve şairlerin hakkını teslim ediyor ve yoluma devam ediyorum. Kırım Kilisesi yakınında, ahşap oyma sanatçısı Mustafa Yasak’ın atölyesinde soluklanıyorum. and adds, “The old and small streets of all big cities, as if they are aware of this, embrace us with all their humility.” That’s when the people in big cities suddenly find themselves in poetry. And, similarly, I find myself infused with poetry as I stroll around Şahkulu, Lüleci Hendek, and Serdar-ı Ekrem Streets. İlhan Berk says, for the last of these streets, loveliness is hereditary, adding that the beautiful and gentle people of the street are what makes it friendly.
Today, Serdar-ı Ekrem is more like an avenue than a street, but it still preserves its loveliness. I pass by small boutiques on both sides and visit Collective Art Gallery. Its black, high walls are decorated with unconventional artworks and decorative objects. Sofa Art&Antiques at the end of the street sells exclusively selected antiques, perfectly displayed. Kaşif Gündoğdu, the owner, talks about the inhabitants of Doğan Apartmanı, the famous building, and highlights the value of the centuries-old diversity in Galata. In his book Galata, Berk regards Doğan Apartmanı and Camondo Han (inn) as masterpieces. I give credit to the Levantines, the white-gloved doormen, and the many authors and poets such as Abidin Dino who once lived in these structures and continue my tour by taking a break at the workshop of woodcarver Mustafa Yasak near Crimea Memorial Church. As I sip my tea, my attention is caught by the wall lamps in the shape of the Galata Tower. It’s about to get dark. I leave Karaköy Pier, Tophane,
İkram edilen çayı yudumlarken gözüm Galata Kulesi şeklinde yapılmış duvar lambalarına takılıyor. Hava kararmak üzere. Berk’in kitabının üçüncü bölümünde anlattığı Karaköy Rıhtımı’nı, Tophane’yi, Tersane Caddesi’ni, Perşembe Pazarı’nı, Bankalar Caddesi’ni başka bir geziye bırakıyorum. İstanbul’un tek bir semti bile gez gez bitmiyor!
Ahşap kokan atölyeden ayrılırken şairin bir dizesi geliyor aklıma: Kuleçıkmazı Sokağı’nda gül kurutuyor bir kadın. Kule meydanına geri dönüyorum ve Anemon Galata Otel'in terasındaki Firuzende Restaurant’a çıkıyorum. Orada Galata Kulesi’nin, Galata Köprüsü’nün ve masama konacak mumların ışığına bakarak yemek yemeyi düşlüyorum. Ardından belki Nardis Jazz Club’a uğrar, Galata’nın müziğin evrenselliğine nasıl kucak açtığına bir kez daha tanık olurum. Sonra, Galata kitabından bir tümceyi yeniden okurum: Tarih kokan sokakları unutma! “Evet” diye mırıldanırım Galata'dan ayrılırken, “Evet, İstanbul, sen de eski sokaklarını unutma! O sokakları güzelleştirenleri ise hiç ama hiç unutma!” Tersane Street, Perşembe Pazarı (Thursday Market), and Bankalar Street, included in the third chapter of Berk’s book, to another day. Even one district for Istanbul has endless things to offer!
As I leave the workshop filled with the scent of wood, I remember a line from one of Berk’s poems: “A woman dries roses on Kuleçıkmazı Street.” I head back to the square around the tower and visit Firuzende Restaurant on the terrace of Anemon Galata Hotel, dreaming of eating dinner gazing at the lights of the Galata Tower and Bridge, which are sparkling as if they were the candles on my table. I may stop by Nardis Jazz Club and once again witness how Galata cherishes the universality of music. Then, I will reread a sentence in Berk’s book warning me “not to forget the streets filled with the scent of history.” “Yes,” I murmur to myself as I leave Galata, “Yes, Istanbul, don’t forget your old streets or the people who make them even more beautiful!”