Deniz Müzesi’nin sergi alanı görsel bir tarih yolculuğuna çıkarıyor ziyaretçilerini.
The exhibition area of the Naval Museum takes its guests on a visual journey into history.
Altın varaklı saltanat kayıklarını piyade kayıkları ve saray halkı tarafından kullanılan diğer kayıklar izliyor. Orhaniye Fırkateyni’ne ait 14 metrelik, dünyanın en büyük gemi baş arması ve İstanbul’un fethinde Bizanslılarca Haliç’in girişine gerilen zincir büyüleyici. Savaşlarda kullanılan top, tüfek, tabanca ve bombalar, torpido ve mayınlar, seyir aletleri ve sancaklar da görülmeye değer. Kürekten kadırgaya dek denizcilik tarihimizin kodları bu müzede gizli.
Her gün önünden geçtiğim bu kapıdan içeri girmek için neden bu kadar geç kaldığımı soruyorum kendi kendime. Müzenin tarihî kalıntılarla harmanlanmış kafesinde kısa bir molayla güç topluyorum. Çünkü bu turda edindiğim tüm bilgileri bütünleyecek bir adrese yol alacağım; Askerî Müze'ye.
Askerî Müze
Koleksiyon zenginliği ve çeşidi açısından dünyanın sayılı müzelerinden birindeyim. Tarihi XV. yüzyıla kadar dayanıyor. Toplar, tanklar, uçak ve helikopterler daha bahçede karşılıyor beni.
The museum hosts the gilded sultanate boats and piyade boats, and other vessels used by the palace residents. There’s also the 14-meter-long figurehead which belongs to Orhaniye Frigate and is the world's biggest, and the Byzantine chain used to block the Golden Horn during the conquest of Istanbul. It’s worth seeing the cannon balls, rifles, guns, bombs, torpedoes, mines, navigation instruments, and flags used in battle. The museum is laden with the material vestiges of our maritime history from oars to galleys. I ask myself why it took me so long to walk through this door which I pass by every day. I recharge my batteries with a short break at the museum café decorated with historical artifacts because my next stop, the Military Museum, will be complementing what I have learned here.
Military Museum
This is one of the world’s most prominent museums in terms of the richness and variety of its collection. Dating back to the 15th century, the museum greets me with cannon balls, tanks, planes, and helicopters in the
Türk ordusunun ilk tankı, kahraman asker Seyit Onbaşı’nın heykeli, bombardıman uçağı… Bir savaş filminin setindeyim sanki. İçerisi daha da etkileyici. Dönem ve konusuna göre sınıflandırılmış silahlar, askerî üniformalar, sancaklar ve bayraklar, çadırlar… Uzunca bir koridor boyunca ilerlerken bir galeri ziyaretçi yoğunluğuyla dikkatimi çekiyor. Atatürk'ün Harbiye'de okuduğu sınıf burası. Mustafa Kemal Atatürk kırmızı fesi ve üniformasıyla, ahşap sırasında, arkadaşlarıyla birlikte tarih dersinde. Sobası, kadife perdeleri, kitapları ve ders araç gereçleriyle sınıf hiç terk edilmemiş gibi.
Askerî Müze'nin art arda salonları, burada geçirilecek bir tam güne değer büyüklükte. Kılıç, kalkan, zırh, miğfer derken vaktin nasıl geçtiğini fark etmedim ama saatin 15.00'i gösterdiğini Atatürk Salonu'na doğru yaşanan koşturmadan anladım. Tüm ziyaretçiler gibi ben de Mehter konserini dinlemek için yerimi aldım. Kös konuldu, ellerinde tuğlarla sahneye çıkan Mehteran Bölüğü’nün okuduğu marşlarla da savaş meydanlarında geçen sahneler birebir yaşatıldı âdeta.
Zihnimde dönen Hücum Marşı, insanların ayak sesine karışıyor. Harbiye'den Nişantaşı'na doğru akan kalabalığa bırakıyorum kendimi. Gün boyunca gezip gördüğüm müzelerdeki objelerin yerini sanat, moda ve alışveriş vitrinleri alıyor. Tarihle vedalaşmanın vakti diye düşünüyorum çünkü İstanbul bu ışıltılı caddede tüm albenisiyle karşımda duruyor. garden, which also displays the first tank in the Turkish army, a statue of the heroic soldier Corporal Seyit, and a bomber. I feel like I’m visiting the set for a war movie. The interior is more impressive. The guns, military uniforms, ensigns, flags, and tents are categorized based on periods and topics. As I walk through a long corridor, I notice a gallery filled with visitors. This is the class where Atatürk studied during his years at Harbiye. Wearing a red fez and a uniform, Mustafa Kemal Atatürk is sitting behind a wooden desk with his friends in a history class. The room still looks alive with its heating stove, velvet curtains, books, and study tools.
You can spend a day at the adjacent halls of the Military Museum. I do not realize how time passes as
I am lost among swords, shields, armors, and helmets until people start rushing towards Atatürk Hall at 3 p.m. Like all guests, I take my seat to listen to the Mehter (Janissary Band) concert. The kös (giant kettledrum) was put into position, the members walked out on the stage carrying tuğs (a decorative pole that serves as a banner) and sang marches which made us imagine scenes on the battlefield.
The continuing tunes of "Hücum Marşı" (Attack
March) in my mind intertwine with people’s footsteps. I surrender to the crowd flowing from Harbiye to Nişantaşı, replacing the museums objects I’ve examined all day with art, fashion, and showcases. It’s time to bid farewell to history, I think, as Istanbul charmingly stands before me on this sparkling street.