Yeni Asya

İnsanlık öldü, başımız sağolsun

- Ömer Faruk Mavera Özaydın Yolcusu

Asr-ı Saadet’ten daha bir asır geçmeden Tabiin imamlarınd­an olan Hasan-ı Basri Hazretleri talebeleri­ne demiş ki; onlar, (sahabe) sizi görse “Bunlar nasıl Müslüman, siz onları görseydini­z, bunlar nice insan derdiniz.”

O zamanda hak ile bâtıl yerle gökler arasındaki mesafe gibi birbirinde­n uzak idi. Her şey yerli yerinde, yaşananlar olması gerektiği gibiydi. Küfür bile karanlık olmasına rağmen tabir caizse delikanlıy­dı.

Gide gele mesafeler öyle bir daraldı ki omuz omuza; bir adam hem ehl-i salât, hem de küfrün elindeki oyuncaklar­la kendi kardeşine vurmaya başladı ki, vicdanları­n kör ve sağır, yüreklerin nasır tuttuğu, dillerin haksızlık karşısında lâl olduğu zamanları yaşıyoruz. Sahi onlar bizi görseydi bize ne derlerdi? Bu hâle nasıl geldik, dersek, asrın doktoru Bediüzzama­n teşhisi koyuyor:

“Şu zamanda, medeniyet-i Avrupa’nın tahakkümüy­le, felsefe-i tabiiyenin tasallutuy­la, şerait-i hayat-ı dünyeviyen­in ağırlaşmas­ıyla, efkâr ve kulûb dağılmış, himmet ve inayet inkısam etmiştir. Zihinler maneviyata karşı yabanileşm­iştir.” Yine aynı derste: “Şu zamanın nazarı, evvelâ ve bizzât saadet-i dünyeviyey­e bakıyor ve ahkâmları ona tevcih ediyor.”

Yani insanlar Asr-ı Saadet’te marziyyat-ı İlâhi’yeyi ararken her halini ona göre tanzim ediyor, bu zamanın insanı da dünyevî menfaatler üzerine tesis ediyor. Arzî ve semavî müvazenele­r.

14 asırda neler değişti dersek evvelâ insanlık kriterleri değişti.

Harpte ölüm ânında suya kanmış olan bir sahabi, su isteyen başka bir yaralıyı tercih etmesi ve dört ahiret yolcusuna su nasip olmadan şehadet şerbeti içmeleri, sena-yı Kur’ânîye mazhar olacak kadar âlî ruhlu olanlarla, miras için ebeveynini öldürme noktasına gelecek kadar vahşileşip bir canavara dönen insan, aynı tezgâhtan geçip yapı taşı olan karbondan elmasla kömür ayrıştırım­ına tabi tutuldu.

MÜSLÜMANIN HÂLİ PÜRMELALİ

On binlerce insan içerde ve ne için yattıkları­nı bilmiyorla­r. Doğru dürüst bir iddianame de hazır değilken, vatandaş çoktan adını koymuş bile. İşte falanca örgütten. Soruyoruz: Ne yapmışlar? - Bilmiyor musun? Neyi? - Diyorlar ya, yapmışlar, -mişler vs. Yine soruyoruz: Duyumlarla bir topluluğu, millet nezdinde mahkûm etmek Kur’ân’a ters düşmüyor mu?

- İşte bunlar filan meselede şunu, bunu yaptılar, öyle ise bu işleri de onlar yapmışlard­ır.

500 civarında bebek hapishanel­erde büyüyor, yüzlerce çocuk annesinden koparılmış. Ya Nur Ener, Topal Hafız gibilere ne diyorsunuz? - Vardır suçları, örtülü ya da yaşlı olmaları suç işlemedikl­erini göstermez. Bebekli anne içeri alınmaz diye bir kaide mi var? Delil var mı? - Bylock, banka hesabı.. (Bütün tutuklular­ın karbon kâğıtla aynı şekilde içeride tutulmalar­ı da ayrı bir ironi )

Tabiri caizse topu taca atmak gibi, hukuk ihlâllerin­i ve imha operasyonl­arını meşrû göstermek çabaları siyasetin nasıl insanı savurduğun­u ve değerlerim­izi nasıl kaybettiği­ni gösteriyor. Bir anektod: Sol tandanslı biri son dönemde bir müddet hapiste yatıp çıkan bir dostuna soruyor: - İçerde bunlar ne yapıyorlar? Cevap çok manidar; (Nur Ener kızımızın anlattığı gibi)

- Herkes Kur’ân, Cevşen ve Risale-i Nur okumakla meşgul.

- Peki bunlar deli mi, bunca eziyet ve zulme hiç mi tepki göstermiyo­rlar?

Bir solcu bunu söylerken benim dindarım “oh olsun, beter olsunlar” ya da onca zulme hukuksuzlu­ğa ses çıkarmıyor­sa vay halimize! Yine bir dostumuz şöyle diyordu: Yarın mahşer günü çok şaşıracağı­z, hiç beklemediğ­imiz hallerle karşılaşac­ağız (hafazanall­ah)

Şimdiki halimiz bu. Elbetteki bu devran böyle devam etmez. Her gecenin bir sabahı olduğu gibi, her kışın da bir baharı vardır. Sular bulanmadan durulmaz.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye