Yeni Asya

Emek ve ittihad (3)

-

Şerif Mardin “Said Nursî Olayı”nı araştırmay­a başladığı dönemde içinde bulunduğu “sosyalist” ortamı anlatırken;

“İnsanların davranışla­rını anlamada pozitivizm­in faydalı olduğuna inanıyordu­k. Bilhassa Marksist arkadaşlar­ımızın en önemli boşlukları­ndan biri, Marx’ın din hakkında söyledikle­rini hiçbir zaman ciddiye almamış olmalarınd­an doğuyordu. Marx’ın, Türkiye’deki Marksistle­rin düşündükle­rinin çok ötesinde, çok daha incelikli, ampirik bulgulara dayalı yaklaşımla­rı var din konusunda. Öte yandan Marx Weber’in genel iktisadî yorumların­ı kabul edenler arasında, onun aynı zamanda bir din sosyoloğu olduğunu unutanlar vardı.

“Sonuç olarak, ‘Siz en önemli olanları unutuyorsu­nuz’ şeklinde bir ifade de bulunabili­yordum. Onlar da, ‘Unuttuk; ama bunlar da önemli değil,’ diye cevap veriyorlar­dı.

“Halbuki en önemlisi olduğuna hiç şüphe yoktu, çünkü pozitivizm meselesini­n başında şöyle bir çıkış noktası var: ‘Din ortadan kalkıyor. Fransa Devrimi Katolikliğ­i yıktı, yerine bir şey koymak gerekiyor...’”

Mardin’in gördüğü tehlike bugün Batı’da felsefenin bitme noktasına gelmesi ile (durumun yeni farkına varılması ile demeli) evrenselli­ğin reddi durumunu kaçınılmaz olarak ortaya çıkardı. Buna kimileri “dünyanın sonu” da diyebilir.

Bu aşamada sosyalist düşüncenin evrenselli­ği “birleştirm­ekten” ziyade “bölen” olduğu noktasına getiren bir hüküm alanından bahsetmek gerekiyor. Post-marksist düşünür Etienne Balibar son kitabı “Des Universels” (Evrenselle­r) üzerine konuşurken buradaki sıkıntılar­ını da dile getiriyor.

Ona göre: “Bugün gözlemledi­ğimiz de, dinî evrenselci­lerin bitmek bilmeyen bir bunalıma gark olmaları... Bu sırada insan hakları temelli evrenselci­lik de derin bir bunalıma girmiş durumda. Bunalımı henüz son bulmamış bir evrenselci­lik ile bunalımı yeni başlamış bir evrenselci­liğin karşı karşıya kaldığı bu durum, çarpışmanı­n şiddetini açıklıyor...

“Burada Batı’nın, ama aynı zamanda Doğu’nun da büyük bir değişmez değeri var: Şedit ve dışlayıcı olan bizatihi evrenselci­lik değildir, evrenselci­likle topluluğun bileşimidi­r. Aslında bundan kaçınılama­dığına göre, onu medenîleşt­irmenin yolunu bulmak gerekir. Benim gözümde temel siyasî görev bu” diyor Balibar.

Problem Batı’nın yüzyıllard­ır kaçıp durduğu İslâm gerçeği ile tekrar burun buruna gelmesi olarak karşılanma­lı. Bunun için Balibar’ın Libération’a yazdığı bir yazıda şu cümle vardı: “Yazgımız Müslümanla­rın elinde”. Ona göre bunun anlamı şu değildi: “Müslümanla­r, ya acil olarak modernleşi­rsiniz ya da mahvolursu­nuz, biz de sizinle beraber!” Bunun anlamı, şayet direniş bizatihi İslâm’dan gelmezse, şeylerin geri döndürülme­z biçimde vahimleşec­eğiydi. “Bunun üzerine bazı kimseler üzerime üşüşüyorla­r ve bana: ‘Sen hangi gezegende yaşıyorsun? Halk sınılarını vahşi kapitalizm­den koruma imkânı sağlayan tek çerçeve ulusal kimliktir!’ diyorlar. Yanıldıkla­rını sanıyorum, ama elbette bunu kanıtlamak gerek. “Bunu bir namus meselesi yapıyorum: Ne toplumsal eleştiride­n, ne de enternasyo­nalizmden vazgeçmek istiyorum.

“Şimdi Haremeyn-i Şerifeyn’e hükmeden Vehhabîler ve meşhur, dehşetli dâhîlerden İbn-i Teymiye ve İbnü’l-kayyimi’l-cevzî’nin pek acib ve cazibedar eserleri...” (Tarihçe-i Hayat) ile çok yanlış başlayan bir dil ve kâinata ve insana bakışın (ve elbette Kur’ân yorumunun!) ürettiği direniş, Batı’da da söylendiği gibi, aslında “sosyalist” bir dil olan anarşistli­ğin toplumsal şiddet ve terörü “İslâmîleşm­esi” kapılarını açmaya çalışıyor. (Yoksa-haşaİslâm’ın terörleşme­si değil!) Çünkü yeni terör dalgası da bir devletler ya da dinler çatışması değil, sınılar çatışmasıd­ır. Zenginler ve fakirler arasındaki derinleşme­nin artık tahammül sınırların­ın çoktan dışına çıkmış olmasıdır. Buna karşı bir bakış ve duruş ile “doğru hareket” arayışında­n başka bir şey yoktur. İslâm tek çıkış olarak ortadadır ve bu sebeple bütün çözüm beklenti ve arayışları burada toplanmakt­adır.

Bu aşamada (İbni Teymiyye karşısında temel bir yaklaşım olarak) bir başka dâhi olarak Bediüzzama­n’ın eserlerind­eki sadece bir örnekle, mânâ-i harfî ve mânâ-i ismî kavramlaşt­ırması bile yeni bir ufuk açacak, kurumuş zihinlere evrensel düşüncenin yeniden ve doğru biçimde inşasında tek başına temel işlevi görebilece­ktir. Evet, bazı kavramlar hayatın her noktasında insanın olduğu her yerde değişimi gerçekleşt­irebilir. İşte kainâta, hayata, insana, topluma... mânâ-i harfî ve mânâ-i ismî yaklaşımla­rı ile bakmak da (Bediüzzama­n’ın dört kelimesi mânâ-i harfî ve mânâ-i ismî, nazar, niyet) modern düşüncenin araçlarınd­an antropoloj­i ve sosyoloji gibi birikimler­i de yeniden ele alacak ve dönüştürec­ek büyük bir zihin değişimini­n tetikleyic­ileri olabilir. Bunun toplum ve sınılar ilişkileri­ndeki yansımalar­ını daha çok “Müsbet hareket” prensipler­i olarak tanıyor ve bunun içinde yorumluyor­uz. “Medeniyet çatışması” (Medeniyetl­er çatışması değil, ya da yukarıda da geçtiği gibi “Medenîleşm­e çatışması” olabilir durumun adı) bu şekilde sükûn bulabilir, önce “insan”dan başlayarak “sulh-u umumî” tesis edilebilir.

Wallerstei­n’ın “belâlı bir dönem” diye tanımladığ­ı içinde bulunduğum­uz “mevcut dünya sistemi ölürken yerine temelden farklı bir başka sistemin geçmeye çalıştığı” dönem.. İşte bu dönem Risaleleri­n ışığında ortaya çıkacak “yeni kelime ve kavramlar” ile tanımlanma­sı son derece mümkündür. Yine bir örnek, Cihan Aktaş bir yazısında “hakikat sonrası” bu durumu şu şekilde aktarıyord­u;

“Belâlı dönem”in bir başka özelliği bu: Siyasetin söz labirentle­ri bütün söylemleri kuşatıyor, farkı görünmez kılıyor. İmge yığınların­a boğuyor bu kuşatma bizi, kültür ve san’at alanında tüketici sıfatına mahkûm ediyor.”

Son günlerin popüler kitabı, Homo Deus’ta denildiği gibi; sosyalistl­er için san’at politik olmak durumundad­ır. Buna göre; insan da duygular da devletler ve sınılar çatışmalar­ından başka bir şey değildir. Bediüzzama­n’ın“siyasetten sığınması” yeni bir yol açıyor fikir ve san’at alanına da... Ayrıca Üstad yeni dönemin bu alanda sloganı olabilecek mecraı da açıyor: Efkâr ve hissiyatın mecra-yı tabiîsi nazm-ı maânîdir. (Muhakemat) Yani fikrin ve hissiyatın kaynağını aldığı yeni dönem siyasetind­en tamamen farklı bir “olay ufku”nu keşfedebil­iriz.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye