Eğer bir daha OHAL’I uzatırlarsa yandık demektir!
5Ağustos Cuma günüydü. Cuma namazından sonra Mart ayında dikmiş olduğum ceviz fidanlarını sulamaya gitmiştim. Mahalle muhtarı (...) aradı: (...) Abi, polis arkadaşlar geldiler, seni soruyor, evini arıyorlar, hemen gelirsen iyi olur” dedi. Hemen traktörün arkasındaki tankeri Bağ evinin önüne çözdüm ve traktörle eve geldim. Geldim ki ne göreyim, alt sokak ve üst sokakta jandarmalar evi sarmışlar. Üç tane kaçak ve organize suçlar polisi, sözde terör suç aleti arıyorlar. O adabsız heriler yatak odasından belli her şeyi karıştırmışlar. Hiç olmazsa bari bir tane bayan polis bulunsun. Her neyse kayıt damından suç aleti bulmuşlar. Birkaç tane eski tarihli Zaman gazetesi ile bir tane de eski tarihli Sızıntı dergisi; onları aldılar. Hanımla benim telefonlarımı alıp hemen kapaklarını söküp sim kartını da çıkarıp hepsini de suç aleti olarak polis amblemli poşete koydular. Sanki büyük bir şebekeyi yakalamış edası içerisinde bir de usûlüne uygun olsun diye arama tutanağı tutup hanımla bana imzalattılar. 83 yaşındaki annemde kemik erimesi olduğu için yürüyemiyor. Fakat bilinci hâlâ yerindeydi. Bana dedi ki; ‘’Halil oğlum, bu polisler ne için gelmişler?’’ Ben de dedim ‘’Anne ya seni ya beni götürecekler’’ deyince gülümsemişti. Keşke o gün elini ayağını öpseydim. Polislerden birisi ‘’Halil Bey, üzerindeki elbiseleri değiştir, merkeze kadar gideceğiz’’ dedi ve ben de değiştim. Hanım ve annemle vedalaşmadan evden ayrıldım. 2 gün polis nezareti, 3. gün adliye, savcılık ve oradan hâkimlik. Tutuklama kararı; usûlen hastane, muayene ve raporları oradan E tipi cezaevi. Beş ay oldu hâlâ delil yetersizliğinden, terör örgütüne üye olma şüphelisi olarak tutuluyorum. Meğer insanların tutuklanmasında en önemli rolü KOM’UN (kaçakçılık, organize polisleri) ayarlıyormuş. Hatta ben o emniyetteki ifademi verirken polisin birisi bana sitem etti ‘’Yahu’’ dedi, ‘’FETÖ’YE terör örgütü diyemiyorsunuz’’ şeklinde. Ben acizane (...) Kasabasında oturan bir vatandaşım. FETÖ’NÜN terör örgütü olduğunu nereden bilebilirim ki? Savcıya vardığımda kâtip ‘’1725 Aralık’tan soracak mıyız?’’ demesi üzerine savcı ‘’geç orayı’’ dedi. ‘’Darbeden sonra muhtar mı yoksa imam mı olacaktın?’’ diye sordular. Ben de ‘’Darbeden falan haberim yok’’ dedim. Neyse savcı Hâkim hanıma sevk ederken şerh düşmüş tutuklanmam için, 25 yaşlarındaki bayan hâkim bana yani 61 yaşındaki yaşlı adama merhametle bakıyordu. Fakat ister istemez merhametsizlik yapıyordu. Bana bizzat şunu söyledi “Ne yapayım savcı bey tutuklamamı istiyor.” Yanımdaki baro avukatına sordu “bir diyeceğiniz var mı?” diye. O da ‘’müvekkilim yaşlıdır terör falan estiremez’’ manasında bir ifade kullandı. Fakat nafileydi, çıkın dışarı çıktık, girin içeri girdik. “(...) senin ifadelerin gizli tanığın ifadeleri ile uyum sağladığı için tutukluyorum” diye tutanak kâğıdına yazmışlar. Güya gizli tanığın ifadesi şöyle imiş: ‘’(...) (...)’daki iki katlı evinde sohbet tertipliyor, kimliği belli olmayan kişilerle toplantı yapıyor, bir de bağ evi yapıyor’’ demiş.
Defaatle itiraz dilekçelerimde 36 seneden beri Risale-i Nur okuduğumu, okuyucular grubu olan rahmetli Sungur Abiye bağlı olan (...) İlim Kültür Vakfı’ndan olduğumu beyan ettiğim halde ve Vakıf Başkanı’nı da, birkaç kardeş ile beraber hacı arkadaşlarımı da şahit olarak dinletmeme rağmen bu C.11 koğuşunda hâlâ tutuluyorum.
Hapise düştüğümün 21. günüydü. Hanım, kayınpederim, kardeşim ve küçük oğlum ziyaretime gelmişlerdi. Dediler ‘’Annen hastalandı, bilincini de kaybetti hiç kimseyi tanımıyor.’’ ‘’Eyvah!’’ dedim. ‘’Annemle bir daha görüşemeyeceğim.’’ Korktuğum gibi de oldu. Adeta kederinden yatağa düşmüş ve bir daha da kalkamamış. Üç gün sonra da vefat etmiş. Allah bilir ya vefat edeceği de içime doğmuştu. Cenazesine katılamayacağım diye endişe ediyordum. Ama bereket versin, akşamdan gardiyanlar haber verdiler; ‘’Hazırlan yarın annenin cenazesine katılacaksın’’ diye. Sabah oldu hazırlandım memurlar gelip beni aldılar, görevli jandarmaya teslim ettiler. Bir yüzbaşı, 3 astubay, 8 erat toplam 12 askerle korunuyordum. Ellerim kelepçeli olarak iki araba ile kasabanın yolunu tuttuk. 20 dakika sonra kasabaya vardık. Sanki cinayet suçlusuymuşum gibi bir hava vardı. Önce askerlerin korumasında eve çıktık. Kendi evimizde komutandan izin alıp, haneden geçenlerimize Yasin-i Şerif okudum. Öğle ezanı okundu, ama ben camiye gidemedim. Eve gelince kelepçemi çözmüşlerdi, hemen orada öğle namazımı kıldım. Daha sonra caminin yanındaki musallaya giderek yine iki askerle beraber ön safta cenaze namazını eda edip yine kelepçeli olarak araba ile kabristana gittik. Kabristanın başında tekrar kelepçeleri çözdüler. Annemin naaşını kardeşlerimle beraber kabrine indirdik ve gömdük. Definden sonra tekrar taziyeleri kabul etmek için eve geldik. Ama bu merasimler resmiyet içerisinde olunca daha bir meşakkatli oluyordu. Elbette benim için rahat bir cenaze merasimi ve rahat bir taziye kabul etme denemezdi.
SONUÇ OLARAK: Madem darbe ve terörle alâkam olmadan somut bir delil de yokken, beş aydan beri tutuklu bulunuyorum. Öyleyse hukuk, adalet ve hakkaniyet ölçülerinde çok büyük bir çatlaklık ve çöküntü var demektir. Zulüm yapmayan adil bir savcı, hâkim, bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı istemek hakkım değil midir? Eşim, küçük oğlum ve kayınpederim Vali beyi ziyaret etmişler. Bu mağduriyetime yardımcı olması için. “Biz’’ demiş ‘’Emekli memura bakmıyoruz. Avukat tutun o savcı ile görüşsün’’ diyerek savuşturmuş. Bre adam sen bu vatandaşın valisi değilsen kimin valisi oluyorsun?
O günden sonra artık bizimkiler emekli aylığımdan ve üzüm parasından biriktirdikleri 5000 Tl’yi avukata peşinat olarak vermişler. Kalan 3000 Tl’de sonra verilecekmiş. Avukat bir defa yanıma geldi. Buraya gelmeden savcı yardımcısı ile görüşmüş. Ama bana ait dosyayı hâlâ göstermemişler. Sadece, emniyet, savcı ve hakimin ilk aldıkları tutuklama ifadelerime göre bir savunma yazacağını ifade etti ve gitti.
Allah muhafaza etsin, eğer bir daha OHAL’I uzatırlarsa yandık demektir.
Muhterem müdürüm ve aziz kardeşim, halimiz ve etvarımız şimdilik böylece devam ediyor. Belli bir kıvamı ve manevî arınma ve olgunluğu yakaladığımız zaman tahliye olacağız diye gözlerimizi demir kapıya dikmiş bekliyor ve aynı zamanda ibadetlerimizi de aksatmadan yapmaya çalışıyoruz.
Biraz acele ve müsevveş oldu kusuruma bakmayınız. Burada sözlerime son verirken saygı ve sevgi ile selâmlarımı sunar, gözlerinden öperim. Tüm çalışan personel ve yazarlarınıza da selâm ediyorum.
Rabbime emanet olun, Allah sizlere kolaylıklar ihsan eylesin (AMİN). Hoşça kalınız.