Yeni Asya

Bed üzzaman ve Çaycı Em n

-

36 yılı Nisan ayının sonla19rıy­dı.

Çaycı Emin (Yemen Bey), Kastamonu Nasrullah Camii şadırvanın­daki çay ocağında çayın demlenmesi­ni bekliyordu. Karşıda bir gölge gibi gözüne ilişen sarıklı, cübbeli bir zatın ve hemen arkasında elinde bir su testisi taşıyan bir bekçinin şadırvana doğru geldikleri­ni görür. Çaycı Emin sarıklı ve cübbeli zatın giyiminden memleketin­in havasını hisseder. Bekçi, şadırvanın akan çeşmesinde­n testiye su doldurduğu­nda o da bekçiyle birlikte bekler. Çaycı Emin, çay ocağındaki işini bırakıp memleketin­in kokusunu yayan zata yaklaştı. Ona selâm verdi. O zat da onun selâmını aldı. Çaycı Emin, ona: “Sen nerelisin kurban?” dedi. O da: “Beni takip ediyorlar, bana yaklaşma, sana zararım dokunur!” deyip bekçiyle beraber oradan uzaklaştı.

Çaycı Emin (Yemen Bey), on yıl önce 1926 yılında Şeyh Said hadisesind­en sonra Kastamonu’ya sürgün olarak gelmiştir. Bu gurbet diyarında işsiz olduğundan elindeki avucundaki­ler yavaş yavaş tükenmeye başlayınca bir iş aramaya başladı. Dostları araya girerek belediyede­n izinli olarak ona Nasrullah Camii Şadırvanı’nda bir çay ocağı açar. Böylece geçimini çaycılıkla sürdürmeye çalışır. Çaycı Emin, İran’dan Türkiye’ye gelip Van’a yerleşen büyük bir aşiret reisidir. İran şahı ile anlaşmazlı­ğa düşünce yerlerini yurtlarını terk ederek Türkiye’ye sığınırlar. Yeni yurtlarına daha ısınmadan Şeyh Said hadisesi bahane gösteriler­ek bölgedeki diğer büyük aşiretler gibi Çaycı Emin’in (Yemen Bey) aşireti ve kardeşleri de farklı şehirlere sürgüne gönderilir. Kardeşleri Maraş’a, Malatya’ya ve Kayseri’ye Çaycı Emin de Kastamonu’ya sürgüne gönderilir. Çaycı Emin’in memleketli­si olan o cübbeli ve sarıklı zatın görünüşü onu etkiler. Ona nasıl sahip çıkabilir diye düşünür durur. Ertesi gün işini gücünü bırakır bu zatın kim olduğunu sorup soruşturur. Sonunda bu zatın Bediüzzama­n Said Nursî olduğunu ve araba pazarı civarındak­i polis karakolund­a tutulduğun­u öğrenir. Ayrıca bekçi veya polis gözetimi olmadan Bediüzzama­n Said Nursî’nin dışarıya çıkmasına izin verilmiyor­muş. Bir gün sonra bir polis, Çaycı Emin’in Nasrullah Camii Şadırvanı’ndaki çayhanesin­e gelir ve ona hemşerisi Said Nursî’nin onunla görüşmek istediğini söyler. Çaycı Emin aceleyle polisin peşine düşer. Bir hayli yol yürüdükten sonra kaleye çıkarlar. Kaleye vardığında Bediüzzama­n, üzerindeki cübbesi ve başındaki sarığıyla tarihî bir levha gibi etrafı seyrettiği­ni görür. Çaycı Emin heyecanla Bediüzzama­n’ın yanına varır ve ona selâm verir. Bediüzzama­n da onun selâmını alır. Bediüzzama­n onunla gelen polise: “Kardeşim, bu benim hemşerimdi­r. Sen bize bir iki dakika müsaade et, onunla biraz konuşmak istiyorum.” der. Polis yanlarında­n ayrılır. Bediüzzama­n, Çaycı Emin’e yaklaşarak: “Adın ne?” diye sorar. Çaycı Emin: “Kurban, adım Yemen’dir.” der. Bediüzzama­n ona: “Senin adın Emin.” der. Çaycı Emin şaşırır: “Emin mi?” der. Bediüzzama­n: “Evet, senin adın Emin’dir!” dedikten sonra: “Kardeşim sıhhatim iyi değil, beni bir kaç defa zehirledil­er. Ayrıca burada kimseyi tanımıyoru­m. Bana yardım edecek kimse de yok. Sen bana bazen şeker, çay gibi ufak ihtiyaçlar­ımı alırsan, ancak o zaman seni yanıma bırakırlar. Yoksa hiç kimseyi bana yanaştırmı­yorlar. Seninle görüşebilm­ek için komisere yatağımı satmak istediğimi söyleyeceğ­im. Sen de gelir alırsan ancak o zaman görüşebili­riz.” der. Bediüzzama­n elini cebine atıp bir kese çıkardı. Kesenin ağzını açtı ve içinden üç sarı altın çıkararak Çaycı Emin’e uzattı. Ona: “Emin, al bu altınları yanında kalsın. Bir ihtiyacım olduğunda altınları bozdurur alırsın.” der. Bediüzzama­n bu altınların kendisine Harb-i Umumîden kaldığını ve bunları uzun zamandır sakladığın­ı söyler. Çaycı Emin, Bediüzzama­n’ın bu haline çok üzülür. Hemşehrisi­nin sürgün olması hele hele gözaltında olması ve karakolun içinde bir suçlu gibi muamele görmesi ona çok dokunur. Gözlerinde­n yaşlar akmaya başlar. Bediüzzama­n Çaycı Emin’e: “Sabırlı olmak lâzım!” der.

Çaycı Emin, on yıldır Kastamonu’da sürgün hayatının bütün zorlukları­nı yaşamaktad­ır. Hâlbuki

Van’daki köyünde binlerce dönüm arazisi ve beş bine yakın küçükbaş hayvanı vardı. Memleketin büyük beyi iken burada sürgünde bir çay ocağında çaycılık yapmaktayd­ı. Çaycı Emin, Bediüzzama­n Hazretleri’nin ona verdiği üç altını almak istemez. Durumunun iyi olduğunu ve onun her türlü ihtiyacını karşılayab­ileceğini söyler. Bediüzzama­n Hazretleri ona: “Kat’iyyen karşılıksı­z bir şey kabul etmem!” der. Çaycı Emin, Bediüzzama­n’ın emirleri doğrultusu­nda çarşıda altınlarda­n birini bozdurdu. Bir gün sonra çay ocağına bir polis geldi. Çaycı Emin’e: “Komiser seni karakolda bekliyor.” dedi. Çaycı Emin hemen karakola gidip Komisere: “Beni istemişsin­iz.” der. Komiser: “Hoca Efendi yatağını satmak istiyor. Sen bunun yatağını alır mısın?” diye sordu. Çaycı Emin: “Alırım komiserim.” der. Komiser, ona: “Sen hoca efendiyle nereden tanışıyors­un?’ diye sorar. Çaycı Emin: “Hemşerimdi­r, memlekette­n tanışırız.” diye cevap verir. Bediüzzama­n’ın yatağı karakoldak­i merdiven altındaydı. Merdiven altı ise yaşanmayac­ak kadar soğuk bir yerdi. Komiser ile Çaycı Emin yatağın fiyatı için yirmi beş lira üzerinden anlaşırlar. Çaycı Emin, Bediüzzama­n’ın yatağını satın alır ve ardından yatağı tekrar Bediüzzama­n’a günlük kiraya verir. Böylece Çaycı Emin her gün yatağın kirasını almak için karakola gelir ve Bediüzzama­n’ın ihtiyaçlar­ını da karşılamış olur. Bediüzzama­n Hazretleri, Kastamonu’ya geldikten sonra Barla ve çevresinde­ki talebeleri­yle bağlantısı tamamen kesilmişti. Bediüzzama­n, üç ay sonra karakolun karşısında­ki eve taşınır, ama evinin karakola bakan penceresin­e perde takmasına dahi izin verilmez. Üstad Hazretleri Barla ve çevresinde­ki talebeleri­ne Çaycı Emin vasıtasıyl­a mektuplar göndermeye başlar. Talebeleri­ne yedi yıl boyunca iki yüz ellinin üstünde mektup yazar. Isparta ve çevresinde­ki talebeleri­nden de Kastamonu’ya binlerce mektup ulaşır. Çaycı Emin bu karanlık, zor günlerde bir kahraman olarak Üstadla talebeleri arasındaki bağlantını­n kurulmasın­ı sağlar. Çaycı Emin’in bu tehlikeli ve zorlu hizmeti yaparken okuma yazması yoktu. O, risaleleri dinleyerek öğrenen ve anlayan sadık talebeler arasında yerini alır.

Çaycı Emin, Soyadı Kanunu çıkınca “Çayır” soyadını alır. 1943 yılında Denizli Hapishanes­i’nde Üstadla birlikte dokuz ay hapis yatar. Bazı hapishane görevliler­i, 1926 Şeyh Said hadisesi sonrasında onun sürgün olduğunu öğrenince ona daha fazla eziyet etmeye çalıştılar. Zaten ağır olan hapishane şartları ona daha da ağır gelmeye başladı. Kendisine reva görülen bu kötü muameleler­den sonra arada bir ağalık damarı tutsa da kadere olan teslimiyet­ten dolayı o hislerini yener, zamanını ibadetle ve Üstadından aldığı müsbet hareket dersini, hayatının bütün dönemlerin­de yaşayarak uyguladı. İhtilâlcil­erin zulmüne maruz kaldığı zaman Çaycı Emin’in Yemen Bey damarı kabarsa da o artık Çaycı Emin’di. Her seferinde “Ah! Üstadım sen bizim elimizi kolumuzu bağladın.” diyerek ona duyduğu teslimiyet­le kabaran hislerini teskin etmeye çalıştı. Çaycı Emin 18 Ağustos 1967 tarihinde, köye dönerken şarampole yuvarlanıp alev alan arabasının içinde yanarak vefat eder. Cenazesi binlerce insanın iştirakiyl­e Ulu Cami’de kılınan namazın ardından Van Kabristanı’na defnedilir. hizmetle geçirmeye çalışır.

Denizli Mahkemesi’nin Bediüzzama­n ve Nur Talebeleri için beraat kararı vermesi üzerine hapishaned­en tahliye edilen Çaycı Emin, tekrar sürgün yeri olan Kastamonu’ya döner. Artık orayı sürgün yeri değil, ikinci vatanı ve aslî hizmet mahalli olarak kabul ettiğinden Nur hizmetleri­ne hız verir.

14 Temmuz 1950 yılında çıkarılan genel af kanunundan Çaycı Emin de yararlanır. Sürgün cezası kaldırılır ve memleketin­e döner. Yıllardır o aşiretine, aşireti de ona hasret kalmıştı. Ailesi ile birlikte Van’a döndüğü zaman aşiret mensupları onu büyük şenliklerl­e karşıladı. Kurbanlar kesildi, günlerce süren ziyafetler verildi.

Artık Çaycı Emin sadece bir kabile reisi, aşiret ağası değildi. O insanların, tehlikede olan imanlarını kurtarmaya çalışan bir Nur Talebesi idi. Köyüne döndüğü zaman yaptığı ilk iş Nur derslerini başlatmak oldu. Aşiretinin ileri gelenlerin­i ve okumuş yazmış gençlerini toplayarak onlara Risâle-i Nur’dan bahisler okudu.

Üstadından aldığı müsbet hareket dersini, hayatının bütün dönemlerin­de yaşayarak uyguladı. İhtilâlcıl­arın zulmüne maruz kaldığı zaman Çaycı Emin’in Yemen Bey damarı kabarsa da o artık Çaycı Emin’di. Her seferinde “Ah! Üstadım sen bizim elimizi kolumuzu bağladın.” diyerek ona duyduğu teslimiyet­le kabaran hislerini teskin etmeye çalıştı.

Çaycı Emin 18 Ağustos 1967 tarihinde, köye dönerken şarampole yuvarlanıp alev alan arabasının içinde yanarak vefat eder. Cenazesi binlerce insanın iştirakiyl­e Ulu Cami’de kılınan namazın ardından Van Kabristanı’na defnedilir.

 ??  ?? Üstad’ın üç yakın talebesi sağdan sola: Çaycı Emin Bey, Molla Münevver, Molla Hamid
Üstad’ın üç yakın talebesi sağdan sola: Çaycı Emin Bey, Molla Münevver, Molla Hamid

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye