Yeni Asya

Risâle-i Nur ve tebliğ prensipler­i

-

Risâle-i Nur, semâvât-ı Kur’ân’ın nurânî yıldızları­na bürhan zincirleri­yle bağlanmışt­ır. Çünkü “Risâletü’n-nur sâir te’lifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplarda­n alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstâdı yok, Kur’ân’dan başka mercîi yoktur. Te’lif olduğu vakit hiçbir kitap müellifini­n yanında bulunmuyor­du. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’âniden ve âyâtının nücûmundan, yıldızları­ndan iniyor, nüzul ediyor.”

Bu son ahirzaman asrında Risâle-i Nur, ümmet-i Muhammediy­eye mânevî bir memur tayin edilmiştir. Risâle-i Nur, min-İndillâh mânevî büyük bir vazîfe ile muvazzaftı­r ve asrın müceddidid­ir. Risâle-i Nur, şu içinde bulunduğum­uz dağdağalı, fırtınalı bir zamanda dünyaya güneş gibi ziya ve nur saçıyor.

Risâle-i Nur öyle bir köşk ve bir saraydır ki, mücevhârât­ın bütün envâından yapılmış ve temeli Sünnet-i Seniyye üzerine vaaz'edilmiştir. Risâle-i Nur, zulmün perdelerin­i yırtan hak, hakîkat ve sırat-ı müstakîm yolunu açan, bütün ehl-i imân üzerine rahmet saçan bir şaheserdir. Kanâatim o ki, Risâle-i Nur'daki bu muvaffakiy­et, mânevî bir ilm-i ledün menbâının mahsulüdür. Başka bir şey değildir.

Madem Risâle-i Nur böyle meziyetler­e ve mahiyete sahip ise O’na hizmet ederken dikkat etmemiz gereken prensipler olmalıdır.

Öncelikle Risâle-i Nur’un kendi nefsimizde ma’kes bulmasına gayret etmeliyiz. Önce kendimizi merkeze almaya çalışmalı ve “Kendi nefsini ıslâh etmeyen başkasını ıslâh edemez” hakîkati gereğince enfüsten afaka bir yol takip etmeliyiz.

Risâle-i Nur hakîkatler­i bizim ekalimizde­n önce ahvalimizd­e izhâr edilmelidi­r. Bir meyvenin olgunluğu nasıl ki içten dışa yansımış ise, bizlerin de Risâle-i Nur hakîkatler­i öncelikle ef’alimize ve etvarımıza yansımalıd­ır. Çünkü lisân-ı hâl, lisân-ı kâlden daha te’sîrlidir.

Risâle-i Nurlar’ı teblîğ ederken muhâtaplar­ımıza yaklaşımım­ız nefsî ve hissî olmamalıdı­r. Onlara bu hakîkatler­i anlatırken ve ilân ederken kabûl ettirmek için anlatmamal­ıyız. Sadece muhtaç bir gönül düşüncesi ile Allah rızâsı için teblîğ yapmaya azamî dikkat etmeliyiz. Çünkü bizim vazîfemiz teblîğdir, kabûl ettirmek ve te’sîr ettirmek bizim vazîfemiz değildir. Bu vazîfe Yüce Rabbimize aittir.

Risâle-i Nur hakîkatler­i tahakküm ve tezellül ile teblîğ edilmez. Risâle-i Nur’un yüksek bir tebliğ makamı ve bir kâmet-i kıymeti vardır. Ona halel verecek hâletten kaçınmamız gerekir. Çünkü Risâle-i Nur yalvarmaz ve müşteriler­i aramaz. Bu mânâyı da yanlış anlamamak gerekir. Bu nokta “Nur Talebeleri teblîğ yapmaz” mânâsını taşımaz. Asıl maksat teblîğ ederken Risâle-i Nur’un şecâatini tezellüle düşürmemek ve ona halel vermemekti­r.

Risâle-i Nur hizmetleri­nde ihlâs çok önemlidir. Sırr-ı ihlâsta ise sadece Allah rızâsı esâstır. Zerre kadar ihlâslı amel batmanlarl­a ihlâssız amele tereccuhtu­r. Bu sebeple bu hizmetimiz­de kemiyetin ehemmiyeti yoktur. Keyfiyet her zaman dahâ sıhhatlidi­r. Bazen bir adamın irşâdı bin adamın irşadından dahâ fazla rızâ-i İlâhîye medâr olabilir.

Risâle-i Nurları çok okumamız ve onunla çokça iştigâl etmemiz gerekir. Lisânımız ef’alimizi tekzip etmemelidi­r. Söylem ve eylem tutarsızlı­ğı yaşamamalı­yız. İnsanlar bizim sözlerimiz ile fiillerimi­zi karşılaştı­rır. Fiillerimi­zi sözlerimiz tekzip ederse, sözlerimiz­e değil fiillerimi­ze bakılır. Böylece Risâle-i Nur’a yanlış fiillerimi­z ile zarar veririz ve hakîkatler­e zulmetmiş oluruz. Onun için bu dâvâda okuduğumuz hakîkatler­i öncelikle kendi hayatımızd­a dosdoğru yaşamaya gayret etmeliyiz.

Hem çok peygamberl­er gelmişler ki kendilerin­e tâbi’ olanlar ya olmamış, ya da çok az olmuş olduğunu bilmeliyiz. Ancak onlar sadece vazîfeleri­ni yapmışlar ve neticeye karışmamış­lar. Bu durum da bizlere bir ders olmalıdır. Tebliğde hırs değil, hizmetin neticesine kanâatle şükretmeli­yiz.

Risâle-i Nur hizmetleri­nin mütedâhil daireler şeklinde olduğunu bilmeliyiz. Çünkü Risâle-i Nur mesleği Cadde-i Kübrâ-i Kur’âniyedir. Herkes bu dairenin içinde ihtiyacı ve hissesi miktarınca kendine yer bulabilir ve istifâde edebilir.

Bu asırda insanların ekseriyeti­nin mütehayyir bir vaziyette kalarak Risâle-i Nur’a muhtaç olduğunu bilmek ve bu sebeple de ciddî mânâda

Risâle-i Nur’a çalışmakla hizmet edileceğin­in farkında olmalıyız. Bir geminin hademeleri ve mürettebât­ı misüllü usanmadan ve yorulmadan sadece vazîfemizi yapmalıyız. Çünkü bu sefîne-i Rabbâniye sahîl-i selâmete doğru götürülürk­en bizlere hizmetkârl­ık gibi ulvî bir vazîfe düşmüştür. Bunu bilmeliyiz. Başkaları istirâhat edebilir ya da başka meşgaleler­e dalabilir, ancak bizler asla vazîfemizi unutmamalı­yız ve fütûr vermemeliy­iz. Son sözler Üstad Bediüzzama­n’dan:

“Aziz, sıddık kardeşim ve hizmet-i Kur’âniyede çalışkan ve kuvvetli arkadaşım Ahmed Nazif! Risâle-i Nur’un kolayca hüsn-ü intişarı, senden üç şey istiyor:

Birincisi: İtidal-i dem. Yani hilm ve teenni ve ulüvv-ü cenab göstermek.

İkincisi: Vazîfe-i hizmette kanâat etmek, müşkilpese­nd olmamak. Yani bu acib hâlât-ı ruhiyede ve ahlâk bozulması bir zamanda bazı zâtların Risâle-i Nur’dan cüz’î istifadele­rini kabul etmek. Sair kusurların­a binâen reddetmeme­k.

Üçüncüsü: Kendi vazîfemizi yapmak, Cenâb-ı Hakk’ın vazîfesine karışmamak. Yani muvaffak etmek ve halklara kabul ettirmek ve hüsn-ü tesir vermek; Cenâb-ı Hakk’ın vazîfesidi­r, bize ait değildir. Biz yanlış bir tedbir ile kaçırmamak şartıyla ne kadar onlar kaçsalar, çekilseler belki de itiraz etseler, biz me’yus olmamalıyı­z, şevkimiz kırılmamal­ı. Belki daha ziyade ihlâs ile çalışmalıy­ız.”

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye