Sen de adalet istemişsin!
Adalet, Kur’ân-ı Kerîm’in dört temel esasından birisidir. Cenâb-ı Hakk’ın ism-i azamından olan “Adl” isminden süzülmüş İslâmiyet’in özü olan bir kavramdır. Keza “şeriat âleme gelmiş, tâ istibdadı ve zalimâne tahakkümü mahvetsin.”1
İslâmiyet’in indirilişi ile yapılan inkılâplar İslâmiyet’in adalet dini olduğuna en büyük delildir. İslâmiyet ile önce, en dar daireden başlayarak iffet, hikmet ve şecaat istikametinde enfüsî adâlet teşkil edilmiş. Ardından afakî dairede akrabayı gözetme ve akrabaya yardım etme ile aile içindeki adalet tesis edilmiş, kadınlara yapılan zulümler ve aşağılamalar nehyedilerek kadın ve erkek arasındaki adalet tesis edilmiş, kölelik makamının kaldırılması ile sınıflar ve milletler arasındaki adalet tesis edilmiş ve İslâmiyet mahza adalet olarak âleme gelmiştir. Geldiği andan itibaren kıyamete kadar Kur’ân âlemde adaletle hükmedecektir.
İslâmiyet’in bu temel niteliği gereği Müslüman olan herkesin adaleti savunması ve adalet taraftarı olması farzdır. Bu durum âyetler ile de sabittir. Meselâ; “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun.”2, Başka bir Âyette; “De ki: ‘Rabbim adaleti emrett.”3 Her Cuma hutbede okunan “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder.”4 gibi âyetlerde zahiren adalet vurgusu yapıldığı gibi Kur’ân-ı Kerîm’in her âyetinde de adalete bakan bir cihet vardır.
Bu sebeple adalet taraftarı olmak sıfatı, Müslümanın alâmet-i farikasıdır. Biz de Yeni Asya olarak Kur’ân-ı Kerîm’in bu emri gereği adaleti savunmak için uğraşıyoruz. Bu adalet endişemize karşılık zamanında Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’ne “Sen de şeriat istemişsin.” dedikleri gibi bize de “Siz de adalet istemişsiniz.” diyorlar. Biz de Üstadımız gibi cevap verelim; “Adaletin bir hakikatine bin ruhumuz olsa feda ederiz, zira adalet şeriatın özü ve Adl isminin tecellisidir. Evet, biz de adalet istedik, fakat bizim isteyişimiz başkalarının isteyişi gibi değildir. Evvelâ; bizim istediğimiz adalet, kendi heves ve arzularımızla şekillenen adı adalet, içi zulüm olan bir adalet-i izafiye değil, Kur’ân esasları ile belirlenmiş küçük büyük ayırd etmeden her hukuku savunmaya dayalı olan adalet-i mahza olan adalettir.
San yen; bizim istediğimiz adalet, bize ya da taraftarlarımıza zarar dokunduğu anda aklımıza gelen, menfaatimizi muhafaza derdi ile peşinden koştuğumuz ya da taraftar toplamak için bahane ettiğimiz bir adalet değil, âyetin emri ile kendi aleyhimize de olsa bütün mazlûm ve masumların hukukunu muhafaza endişesi ile ilk günden beri aklımızdan çıkmayan adalet-i şer’iye olan adalettir.
Sal sen; bizim istediğimiz adalet, bir siyasî muhalefetten kaynaklı ya da başkalarına adavetin üstüne perde edilen bir adalet değil, hak ve hakikat namına perdesiz ve gölgesiz bir adalettir.
Rab an; bizim istediğimiz adalet, zamanın ve mekânın şartları ile sınırlı değil, Asr-ı Saadetten gelen terbiye ile şekillenmiş, inşallah kıyamete kadar devam edecek olan hakikî adalettir. Bizim adaletimiz, İslâmiyet’in emrettiği, sadece kendimiz ya da taraftarlarımız için istediğimiz müsavatsız adalet değil, bütün dünyadaki bütün mazlûmlar için istediğimiz mutlak adalettir.”
Bizim adalet isteyişimiz işte budur. Bütün yazılarımızda ve fiillerimizde kastettiğimiz bu adalettir. Kim çamur atmaya çalışırsa, ancak kendi elini kirletir. Zira Güneş gibi parlak bir hakikat olan Müslüman’ın adalet arayışı çamur tutmaz. Hülâsa: Biz de adalet istiyoruz, fakat bizim tarif ettiğimiz vecihle; bu adaleti istemeyen zalimlerden başka kimlerdir? Bize gösteriniz. Fikrimizce adaletin düşmanı; adaleti gaddar, çirkin ve hilâf-ı şeriat göstermekle adaletin de düşmanlarını çok edenlerdir. “Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.”
Son sözümüz: Cenâb-ı Hak, sizleri ve bizleri adâlet-i hakikiyeye muvaffak etsin. Âmîn. D pnotlar: 1- Eski dönem eserleri., 2- Nisa Sûresi, 135., 3- A’raf, 29., 4- Nahl Sûresi, 90.