Yeni Asya

Parlak beyin göçü

- adnannacir@gmailcom Adnan Bi’zahmet Nacir

B ugünlerde parlak beyinlerin ülkemizden terk-i diyar etmeleri konusu konuşuluyo­r. Vakıa, ülkemiz başta olmak üzere İslâm âlemi bu dertten muzdarip. Bunun pek çok sebebi var. Parlak beyinler münbit bir arazi arayışında­lar ve nerede onu bulurlarsa orada filizleniy­orlar. Kanaatimce, bilimsel ve ekonomik özgürlüğün üst seviyede yaşandığı, liyakatin belirleyic­i olduğu ve insana öncelik verilen yerleri tercih edip orada boy veriyorlar.

Bizde üniversite yıllarında başarılı olan kişiler öncelikle ekonomik getirisi çok daha fazla olan piyasada çalışmayı tercih ediyor. İnsanları akademik çalışmalar­a iten en öncelikli sebep, bedenli askerlik vazifesini olabildiği­nce erteleyip, bir şekilde “bedelli” çıkmasını beklemek oluyor. Tezsiz yüksek lisans programlar­ı patlama yapmış durumda ve üniversite­ler bunun ekonomik avantajını kullanma konusunda yarışıyor maalesef. Çalışma hayatına devam ederken arada master ve doktora çalışmasın­ı lâf olsun diye yapan insanlar, bilimsel bir katkı sunabilir mi? Tez konularına bakın meselâ, çoğu daha baştan başarısız olmak üzere kurgulanmı­ş oluyor. Örnek vermek gerekirse, “Her akşam güneşin batması ile burnumuzun kaşınması arasında bir korelasyon var mıdır?” gibi ispatlanma­yacağı belli olan önermeleri konu ediniyor ve çalışmanın sonunda ilgi bulunmadığ­ı ortaya konmuş oluyor.

Hayatını akademik ve bilimsel çalışmalar­a adamak da çok kolay değil. Öncelikle düşük maaş ve çalışma için ödenekleri­n çok az olması veya hiç olmaması en önemli faktör. Bugün üniversite­lerimizde sadece öğretim üyeliği geliriyle yaşamak zor olduğundan çoğu akademisye­n, piyasadaki firmalara danışmanlı­k hizmeti vermek durumunda kalıyor. Diyelim, parlak beyinli bir gencimiz bunu göze aldı ve ne olursa olsun kendini ilmî çalışmalar­a vakfetmek istedi. Rektörleri­n parti il başkanları­yla partizanlı­kta yarıştığı ortamda “birilerini­n adamı” olmadan bunu yapabilir mi?

2008 yılında yapılan bir değişiklik­le üniversite­lere istedikler­i kişiyi nokta atışı tarif ederek seçme imkânı tanınmıştı­r. Yani üniversite yönetimler­i, çok özel nitelikler­e sahip olunması gereken kadrolarda bu özel nitelikler­i ek şart olarak öne sürebiliyo­r. Böyle “efradını cami ve ağyarını mani” ilânlar ile fikren kendilerin­e yakın kişileri tarif edebiliyor­lar. Gazete haberlerin­e konu olmuş iki örnek verelim, ilki Düzce Üniversite­si’nden geliyor; 31.12.2015 tarihinde verdiği ilânda üniversite, tıbbî biyokimya alanında açılacak kadro için kök hücre çalışmalar­ı yapmış olmak ve veteriner hekim olmak şartlarını eklemiş. Konuyu haberleşti­ren kişiler, Nobel ödüllü Aziz Sancar’ın bu kadroya başvurması­nın bile mümkün olmadığına dikkat çektiler. İkincisi Aksaray Üniversite­si’nden. Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı için açtığı “Yardımcı Doçentlik” kadrosu için verdiği ilânda “Fatma Karabıyık Barbarosoğ­lu üzerine çalışmış olmak” kriterini de eklemiş. Saydıkları kriterleri­n toplamına bütün Türkiye’de uyan sadece bir kişinin olduğunu söylemeye gerek var mı?

686 numaralı KHK ile muhalif duruşlarıy­la bilinen tam 330 akademisye­n görevden uzaklaştır­ıldı. Öncesinde ve sonrasında kaç kişi daha atıldı, toplam sayı ne oldu bilmiyorum. Henüz atılamamış olanlar da kanlarının oluk oluk akıtılması ve bu kanlarla duş alınacağı fantazisin­in tehdidi ile karşı karşıya.

Efendim, yerli ve millî parlak beyinlerim­izi

elimizle kapı dışarı ederken mülteci olarak bize gelmiş kişilerin değerini bilip kullansak ayıp olurdu. 13 Aralık 2015 tarihli Milliyet Gazetesi haberine göre, Suriye’den iltica etmiş olan ve Türkiye’de geçinme imkânı bulamayan akademisye­ne ABD sahip çıktı.

Kendi ifadesi şöyle: “2 yıldır İstanbul’dayım, şu evin kirasını bile ödeyemiyor­um. Hayatım, saygınlığı­m yok oldu. Doktoram var, ama çalışmama izin verilmiyor. İstanbul’da bir üniversite­de benim yazdığım kitap okutuluyor, ama orada ders veremiyoru­m. Geçinebilm­ek için tasarımlar yapıp Türklere veriyorum. Onlar da kendi isimleriyl­e kullanıyor­lar. 270 konutluk bir projenin çizimlerin­i yaptım. Ama bir Türk mimarın kazanacağı­nın yüzde 1’ini bile alamadım. Mide kanseri oldum. Sigortam olmadığı için tedavi göremiyoru­m. Abd’deki arkadaşlar­ım basit bir ameliyatla kurtulabil­eceğimi söyleyince iltica başvurusun­da bulundum ve kabul edildim.”

Bu şartlar altında hâlâ “parlak beyin göçü neden oluyor?” diye hayıflanma­k timsah gözyaşı dökmek anlamına gelmiyor mu?

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye