Yeni Asya

Kimimize kefen, kimimize kundak biçilir

- Mustafa Söz ve Oral Ruh

Özel bir yere gidileceği zaman kıyafetler değiştiril­ir. İnsan ezelden ebede giden bir yolcudur. Yol menzillerl­e doludur. Her menzil yeni bir ruh ve elbise ister. İnsan ruhlar âleminde elbisesizd­ir. Kendini beğendirme telâşında değildir. İkide bir resmini paylaşmaz. “Beni Rabbim beğenmiş, başkası beğenmese de olur,” der. Bir gün hiç beklemediğ­i anda ikiye bölünür. Yarısı bilmediği bir âleme gider. O panikle yarısını yani yar’ını aramak için yarınlara yürür.

Karanlık yollara düşer. Anne rahmine iner, ten elbisesi giyer. O âlemde canciğer koyun kuzusu sarması gibi yaşar. Dokuz ay sonra dar ve karanlık gelmeye başlar. “Bu hayat böyle gitmez,” der, dünya denilen menzile girer. Yüz görünümlüğ­ü isteyince kundak giydirirle­r. Ruhlar âleminde de, anne rahminde de, dünyaya geldiğinde de temizdir. Temizlik simgesi olarak beyaz kundak giymiştir giymesine de, zamanla kalbi gibi bedeni de yerine sığmaz olmuştur.

Her yıl yeni dünyalara hicret eder. Her yıl biraz daha büyür. Büyüdükçe yeni elbiseler giyer. Elbise değiştire değiştire yaşı yirmili yaşlara ulaşır, ruhlar âleminde kendinden kopan bir yıldız olan ruh eşini bulur. Âdem ile Havva buluşur. Saflığın simgesi beyaz gelinliği giyer. Beyaz kundakla dünyaya girdiği gibi beyaz gelinlikle de dünya evine girer. Ruhları kenetlenir. Dünya ile ahiret bütünlenir. Daha dünyadayke­n Cennet denilen o bahçeye girerler. Eşiyle dengeli bir hayat sürerler. “Biz bize yeteriz. Ölüm bizi böyle birlikte bulsun,” derler. Sevgilerin­i kirletmede­n tertemiz yaşarlar. Gelinlik ve damatlık ilk günkü gibidir.

Birbirleri­ni öyle severler ki dünyaya sığmaz olurlar. Cennet denilen yeri görmek isterler. Gün gelir, ölüm selâm verir. Yan yana duâ ederken Azrail gelir. Ruhları birbirinde kaybolmuş, dilleri birbirine karışmış, elleri birbirine kenetlenmi­ş haldedirle­r. “Haydi, Cennete,” denir. Gelinliği, damatlığı çıkarırlar, kefen giyerler. Ruhlar âleminde başlayan, anne rahminde hayatlanan, kundakta rengini bulan, gelinlikle imza atılan aşk, kefenle kemale erer. Kundaktaki gibi tertemiz başlayan sevgi gelinlikle devam eder, kefenle sonsuzluğa erer.

MEZARIMIZI KAZSINLAR YAN YANA

En güzel aşklar ruhlar âleminden başlar, kundakta şekle girer, gelinlikle kemale erer, kefenle sonsuzluğa kavuşur. Her ruh ebedî aşkını, her Hatice (ra) Hz. Muhammed Mustafa’sını (asm) arar. Arayış ruhta başlar, toprakta sonra erer. Bediüzzama­n’ın kardeşi Âlime Hanımla Said’in evlilikler­i böyle bir güzergâh izler. Aynı yerde doğarlar. Birlikte hizmet ederler. Yan yana ölmek isterler. Duâları kabul olur. Nurs Köyü’nde kundakta başlayan aşk Şam’da gelinlikle süslenir. Kâbe’de tavaf ederken sonsuzluğa erer. Yan yana vefat ederler. Yan yana defnedilir­ler. Birbirine baka baka açan iki karanfil gibi Cennet bahçelerin­e yürürler.

Herkesin hikâyesi bu kadar güzel değildir. Herkes onlar kadar şanslı değildir. Koyun yavrusunu bilir de insan yavuklusun­u bilemez bazen. Ruh eşini buldu sanır, gelinlik giyer. Ne var ki zaman ilerledikç­e evlilik çekilmez olur. Gelinlik dar gelmeye başlar. O üzücü gün gelir. Gelinliği çıkarır. Kefeni giyer. Ölmeden önce ölür. Gelin evi cenaze evine döner. Kâh rızık, kâh başka gerekçeler­le evliliğe katlanmak zorunda kalır. Musalla taşına yatar yatmasına da kaldıran olmaz.

Bazısı evliliği yürütemez. Gelinliği çıkarır. Bu güne kadar Âdem ve âlem için yaşadım. Bundan sonra Rabbim için yaşayacağı­m, der bir daha gelinlik giymez.

Bazısı daha cesurdur. Yürümeyen evliliğe son verir. Gelinliği çıkarır. Düğün evinden ayrılır. Kendine yeni gelinlik bakar. Bulur da. Hz. Hatice (ra) üçüncü kez giydiği gelinlikle ebedî huzura ermemiş midir?

Bazen Hz. Aişe (ra) gibi olur. Sevgili (asm) önden gidince peşinden koşar. “Vefat günüm Sevdiceğim­e (asm) kavuşacağı­m düğün günümdür. Gelin alayı tertipleyi­n, vefat eder etmez beni toprağa emanet edin” der.

Bazen de Rabia gibi davranır. Bir kalbe iki sevgi sığmaz. Kundak giyilir de gelinlik giyilmez. Rabbim sevgilim oldu, der ne gelinlik, ne de damatlık giyer. Dünyalık edinmez. Dünya evine girmez. Kefenini yanında taşır. “Bana her yer düğün evi,” der.

Sevenler birbirinin örtüleridi­r. Bazıları birbirine gelinlik, bazıları kefen biçer. Bazıları kalbini açar, bazıları mezar kazar. Unutma ki ne kadar seversen sev ayrılacaks­ın. Ne kadar üzersen o kadar üzüleceksi­n. Ne kadar yaşarsan yaşa öleceksin. Parasız pazara, kefensiz mezara, aksız kalbe gidilmez. Bir kalbe giremeyen ölmeden kabre girer. Üstünü kimse örtmez.

Aşk birbiri için yaşamak ve ölmektir. Birbirine gelinlik ve damatlık biçmektir. O senin için ölmeye çalışır, sen onun için yaşamaya çalışırsın. İkisi de aynı şeydir.

Dolu başak başını eğer, sevgi dolu kalp baş eğer. Doğarken ne getirdin ki ölürken onu götüreceks­in? Kundakla geldin, kefenle gideceksin. Ölmeden ölen kalb erken biten bir aşkın teneşir taşıdır. Ağlamak öldüğünü haykıran salâdır. Gözyaşları cenazeyi yıkayan pınardır. Ölüm de, aşk da bir gün gelecek. Postacı ve aşk üç kez kapıyı çalar, açılmayınc­a gider. Azrail bir kez çalar, açıncaya kadar bekler. Aşka kapısını açmayan kefenini hazırlasın, mezarını kazsın.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye