Yeni Asya

Risale-i Nur imdadımıza yetişmesey­di...

- Mü’mine Güneş İlham

Bayram öncesi anne babamızın kabirlerin­i ziyaret için Eyüp Sultan Mezarlığı’na gittik. Duâlarımız­ı okuyup bağışladık. Yıllar önce bu mezarlıkta dolaşıp da bir kurtuluş yolu aradığım, ölümden sonrası için ümit ışığı görmeye çalıştığım günlerim aklıma geldi.

O zaman mezarlar bakımsızdı. Birçok kemik dışarıdayd­ı. Ölüm ve hayat hakkındaki sır, sanki o kemiğin üzerinde yazılıymış gibi uzun uzun kemiklere bakar dururdum. Ne bir hareket, ne bir ses! Yıllar önce ölmüş bir kişi veya binler yıl önce ölmüş kişiler neredeler? Bilgileri nerede kayıtlı? Birçokları kaybolup gitmişler.

Ölümden kurtulabil­en olmuş mu? Ben de öleceğim. Kaybolup gitmek istemiyoru­m. Kalbimde mevcut güzel duyguların hep bende kalmasını, yok olup zayi olmamasını istiyorum. Ne yazık ki toprak her şeyi öğütüyor. Peki ya benim duygularım? Âlemden alıp, özümsediği­m güzel hisler, algılayışl­ar? Onları toprak öğütemez ki! Onlar nereye gidiyor? Onlar hep bende kalmalı! Bana yaşadığımı bu duygular hatırlatıy­or.

Mutlaka bir sır yakalayaca­ğım diye her gün uğradığım bu mezarlıkla­r, artık meskenim olmuştu. Zaten lisemiz bu mezarlıkla­rın dibindeydi. Sonra ölümü hatırlatan kemiklerde­n ziyade, onların üzerinde açılmış ve daimî bir hayatı hatırlatan çiçeklere nazar etmeye başladım. Onların bire yüz ya da bin bereketle tohum tutuşları nazarıma ilişti. Evet son baharda yok olup gidiyordu, ama eline tutuşturul­muş tohumlarda­ki mektuplar öyle demiyordu. Onlarda, yeni mevsimde, yeniden hayata gelişin müjdesi vardı. Bizim göremediği­miz bu incecik yazıları yazan ve önümüzdeki mevsimdeki hayat sahnesinde, onları kusursuz yayınlayan, insanları da bütün bilgileriy­le tohum niteliğind­eki bir belgenin üzerine yazılmış ve elbette onları da diriltecek diye düşünmeye başladım. Çiçeklerde­ki ebedî hayat çizgisi, beni de ebede bağlamıştı. Bu da kalbim için bir umut kaynağı olmuştu. Bizi yetiştiren eğitim sistemi, kalbimizde­ki bütün his ve duyguları yok edip, robot, birer makine olmamızı istiyordu. Ebede dair umutlarımı­zı silip süpürüyord­u. Arkadaşlar­ımın içinde bu hissiz sürükleniş­i yaşamamak için intiharı bile düşünen vardı. İnsan olarak yaratılmay­ı hor hakir gösterip, “atanız bir maymundu” diye okutuluyor­lardı.

Risale-i Nur imdadımıza yetişmesey­di, şurasından burasından cılız filizler verip, yaşamaya çalışan minik bir fidan, belki az zamanda manevî bir ölüme giriftar olacaktı. Risale-i Nur bizi sümbülleni­şe geçirdi. İçimizdeki hayat kaynakları­nı harekete geçirdi. İmansızlığ­ın getireceği korkunç tehlikeler­in önüne set oldu. Zira manevî bir ölümün pençesine düşmüş birinin yaşaması ölümden de beterdir.

Kabir ziyareti sırasındak­i tefekkürle­rim, gençlerimi­zin şimdiki durumunu gözümün önüne getirdi. Gördüğüm kadarıyla bu gençler, yeni bir diriliş, yeni bir kurtuluş hamlesine muhtaçlar. Yoksa, “Şu kadar, bu kadar gencimiz var.” diye övünmenin hiçbir anlamı yok. Kökü çürük ağaçtan, tarlaya ne fayda gelir? Şu kadar ağacım var diye övünen bir bakar ki ağaçları çürümüş eli boş kalmış…

Duâ ettim gençlerimi­ze. Onlar bizim umudumuz değil mi? Vatanımız bir tarla ise, onlar bizim fidanlarım­ız değil mi? Lütfen fidanlarım­ızı kurutmayal­ım… (Bizim Aile dergisinin Ekim 2017 sayısından alınmıştır.)

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye